Mâkâmın erittiği adamlar

Mâkâma hürmet de bir insânî olgunluk gerektirir. Gösterilmediğinde ise bu şekilde ham manzaralar ortaya çıkarmadan, daha insânî ve muhatabımızı rencide etmeyen tepkiler verebilmemiz lâzım. Yarın bir gün mâkâmlardan düşeceğimizi, unvanların anlamsız olacağını ve hor görüp küçümsediğimiz insanlarla aynı statüde buluşacağımızı aklımızdan çıkarmayalım.

İNSANLIK ne kadar ilerlerse ilerlesin, aynı yerlerden imtihan olmaktadır; kibir, mâkâm-mevki, şan-şöhret, şehvet...

Bu gibi temel imtihan alanları, bizim için hep kaybettiğimiz yerler oluyor.

Mâkâm ve mevkiin debdebesine kapılıp değişen, tanınmayan, zalimleşen, kendini tanrı ilân eden nice insanlar geldi ve geçti şu dünyadan. Sanki ebedî bir hayat yaşıyorlarmış gibi, sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi etrafa caka sattılar.

Ama gittiler işte!

O kısa süreyi geçici olmanın, gidecek olmanın, hesap verecek olmanın ve bizim için imtihan olduğunun şuuruyla geçiştirmek gerek.

Son 20 gün içinde konuyla ilgili üç örnek yansıdı medyaya. Bir vali, bir rektör ve bir belediye başkan yardımcısı…

İsimlerini vermeye gerek yok. Vali, Öğretmenler Günü’nde, “Öğretmen misin birader?” diyerek bir kişiyi uluorta ikaz ediyordu. Bir rektör, yine uluorta bir yerde, “Haddini bil de konuş veya dışarı çık!” diye bir öğretim üyesini azarlıyordu. Bir belediye başkan yardımcısı da kendisini gördüğünde ayağa kalkmadığı için bir personele akşama kadar tuvaletin önünde oturma cezası vermişti.

Meseleleri analiz ederken, bir taraftan bakmamak gerekiyor. “Valinin karşısında nasıl oturulur, rektörle nasıl konuşulur, âmirini görünce bir çalışan nasıl davranır?” sorularından yola çıkarak aslında yöneticilerin tepkilerinin “doğru” olduğunu da düşünebiliriz.

Diğer bir açıdan bakıldığında, böyle durumlarda valinin, rektörün, belediye başkan yardımcısının ortaya koyduğu tepkinin hamlığı ortada. Yöneticilerin imtihan alanlarından biri de bu işte: Etraflarındakiler kendilerini görsünler, saysınlar, saygı göstersinler diye bekliyorlar. Bence de mâkâma hürmet edilmesi gerekir, ancak edilmediğinde böyle tepkiler mi verilmeli?

Bu tepkilerin tamamen nefsânî ve insanı kibre sevk eden durumlar olduğu ortada.

Valinin karşısında oturan kişi (öğretmen olmadığı söylendi daha sonra) muhtemelen bacak bacak üstüne atarak oturuyordu. Vali de bunun kendi şahsına yapılmış bir hakaret olarak yorumladı ki “Öğretmen misin birader? Öğretmen gibi otur da görelim… Ayağını dikip de valinin karşısında oturmak değil!” şeklinde tepki gösterdi. Sonuç iyi mi oldu? Kişi açısından ne olduğundan haberimiz yok, bilmiyoruz. Vali, daha nezaketli ve ince bir ikaz yöntemi bulabilirdi. Mesele burada kişiselleştirilmiş oldu. Dışarıdan bakılınca iyi bir manzara da ortaya çıkmadı.

Rektör ile öğretim üyesinin arasındaki diyalogda da aslında üniversite ile ilgili mesele ortadan kaybolmuş, öğretim üyesinin “hâdsiz biri” olduğu üzerine kişiselleştirilen bir tartışma başlamıştı. Hem rektörün, hem de öğretim üyesinin “ilâhiyatçı hoca” olmaları da işin bir başka tarafıydı. Ve yine ortaya kötü bir manzara çıktı.

Belediye başkan yardımcısı ise, kendisini görünce ayağa kalkmadı diye belediyede şoför olarak çalışan bir personele tuvaletin önünde bekleme cezası verdi. Başkan yardımcısı oradan geçtikçe, “cezalı” personel ayağa kalkıp selâm vermek zorunda kaldı. Mesele basına düşünce, belediye başkan yardımcısı istifa etmek mecburiyetini yaşadı.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, valiyi, rektörü ve belediye başkan yardımcısını, meselenin bağlamını bilmeden itham etmek ve suçlamak yanlış olabilir. İşin suç-ceza boyutu değil burada vurgulamak istediğimiz. Olgun duruş, mâkâm sahiplerine düşmektedir. Çünkü onların diğer insanlara göre insânî olgunluk açısından daha farklı bir tavır ve davranış sergilemeleri beklenir.

Mâkâm insanı dönüştürmüyor, içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarıyor. Daha önce zemin bulamamış kötü yönlerimiz için uygun şartlar oluşmuş oluyor ve oradan buradan patlak vermeye başlıyor. En büyük yanılsama ise, geldiğimiz mâkâmla birlikte kendimizi diğerlerinden farklı görüp bir şey zannetmemiz, şaşaaya, gurura ve kibre kapılmamız, diğer insanların hâl ve hareketlerini de dokunulmaz gördüğümüz mâkâmlara ve kendimize karşı yapılan bir olarak yorumlamamız...

Mâkâma hürmet de bir insânî olgunluk gerektirir. Gösterilmediğinde ise bu şekilde ham manzaralar ortaya çıkarmadan, daha insânî ve muhatabımızı rencide etmeyen tepkiler verebilmemiz lâzım. Yarın bir gün mâkâmlardan düşeceğimizi, unvanların anlamsız olacağını ve hor görüp küçümsediğimiz insanlarla aynı statüde buluşacağımızı aklımızdan çıkarmayalım.