KADİM tarihimizden kıymetli olduğu kadar ibretamiz bir misâlle devam edelim…
İlây-ı Kelîmetullah için Nizam-ı Âlem ülküsünün dâvâcısı, Resul-i Ekrem sevdalısı ve Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib’in tavsiyelerini şiar edinen ecdadımızdan, Allah’ın Adını yüceltmek için Allah’ı inkâr edenlere karşı savaşmak üzere ömrünün kırk altı senesini gâzâ meydanlarında ve at sırtında tüketen Kanunî Sultan Süleyman’ın Bali Bey’e mektubunu ele alacağız.
Kanunî Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muharebesi’nde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamamen mahveden Semendire Sancak Beyi Gazi Bali Bey, bu harpten yıllar sonra, kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alâmeti bulunan iki tuğun üçe çıkarılmasını rica ederek Padişah’tan bir tuğ daha istemişti. Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukabilinde olduğunu bilen Kanunî, Bali Bey’e şu cevabı göndermişti:
“Yadigârım ve muhterem lalam Gazi Bali Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahi arzu eylemişsin. Henüz bir tuğ zamanı değildir. Sana Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sav) fetih tuğunu verdik. Bu ihsan üzerine iyilik olmaz. Bunun şükrünü bilip yerine getiresin. Bilesin ki, bey olmak iki kefeli terazidir. Bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibadetten efdâldir. Ahireti hatırdan çıkarmayasın.
Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Ahirette bize hitap olunursa, senin yakana yapışırım. ‘Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim’ demeyesin. Memleket, Allah-u Teâlâ Hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin mal ve erzakını hep Beytülmâl için almışsın. Buna rıza-yi hümayunum yoktur. Beşte birini alıp geri kalanını İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara hürmet edesin, oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk çektirmeyesin.
Nimeti bol veresin. Eğer hazinen tükenirse buraya bildiresin ki sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini büyük vazifelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki bizim halkımızı rahat görüp küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman sakın evvelki hâline itimat etmeyesin. Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zahidlik ve iyilik yüzü gösterip eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde kullanasın.
İmdi, ey Gazi Bali Bey! Sana dahi nasihatim odur ki, atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahadırını saklayasın. Allah-u Teâlâ Hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffâr-ı haksar üzerine mansur ve muzaffer eyleye.”
Müslüman milletimizin dua ve temennisi şudur: Türk Devleti’nde iktidarda olanlar, “devlet” denilen “siyâsî organizasyonda” hangi görevde bulunurlarsa bulunsunlar, Kur’ân ahkâmını, Risalet-i Resulullah’ı rehber edinsinler. Başka başka isimlerle, süslü sloganlara inat, Yeni Türkiye Yüzyılı’nda milletimizin inancı iktidarda ve muktedir olmalıdır.
Hayatî bir temenni şudur ki, “yetkili zevatın” cazip bilip hak etmedikleri makam-mevki peşinde koşturmamaları gerekir. Hak ile hemhâl olanlar için adil olan durum behemahâl hayata geçirilmelidir. Adaletin gerçekleşmesi -adil uygulayıcılar yanında- kimin neye lâyık, kimin neyi hak ettiği konusunda doğru, hakkaniyete uygun, dengeli bilgi ve ölçülere sahip olmaya bağlıdır. Hukuk kuralları ve bağlayıcı mevzuat bu bilgi ve ölçüleri vermek için oluşturulur, vazedilir. Hukuk kurallarını İlâhî irşaddan bağımsız olarak insanlar koyarlarsa -insanların kendilerini aşmaları, beşerî kayıtlardan, cemiyet kültür ve değerlerinden etkilenmemeleri mümkün olmadığı için hakkaniyet ölçüleri- hak ediş dengeleri bozuk olabilir. Bilgi eksik, ölçü bozuk olunca -düzen, hukuk ve mahkeme bulunsa bile- adalet gerçekleşmez.
İnsanı ve kâinatı yaratan Allah, mîzanı da koymuştur.
Mîzan, “maddî ve mânevî alanlarda denge, hakkaniyet ve adalet ölçüsü” demektir. Hukukla ilgili mîzanın aranıp bulunması bakımından vazgeçilmez kaynak, ilgili naslardır (ayet ve hadisler). Ayet ve hadislerin nokta tayini şeklinde açıklamadığı konularda ise fayda (mesâlih), yorum (anlama, beyan), kıyas içtihatları ve örfe başvurulacak, bu yoldan adaleti gerçekleştirecek olan hüküm ve ölçülere ulaşılacaktır.
Hüküm ve ölçüler bulunup bilindikten sonra sıra uygulamaya gelir. Uygulamada adaletin bozulmamasının iki teminatı vardır: İmana dayalı ahlâk ile cemiyetin emanet ve sorumluluk duygusu içinde gerçekleştireceği denetim… Sağlam hukuk kuralları, ahlâk ve kamu denetiminin bulunduğu yerde adaletin gerçekleşmemesi için bir sebep kalmaz.
Müfessirlerin bu kıymetli görüşü baş tacı ve uyulması gereken bir “anayasa” hükmü olmalıdır. “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa, 58) ayet-i kerimesinin ruhu, devlet mekanizmasının olmazsa olmazı olmalıdır. Milletimizin medeniyet tasavvurunun istikameti de budur, particilik idealizmi değil.
Partiler, hayra vesile olacak işlerin, kısacası İslâmî hayatın yaşanmasına vesile olacak birer siyâsî organizasyon olmalıdır. “Mukaddes dâva” hak olan menzile varmalıdır. “Gayemiz şahıs değil, şahısta tecelli eden dâvâ” diyen Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Din-ü Devlet Mülkü uğrunda feda-yı can olan bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.
Terk-i edeple son sözü Hazreti Peygamber’e (sav) bırakalım: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”
Vesselâm…