BİR genç için en iyi kılavuz, ona tecrübe etmeden olası hatalara dair haber veren kimsedir. Anaokulundan başlayıp lisans, hatta yüksek lisans seviyesine gelene değin iş hayatından habersiz kalan milyonlarca gencimiz var. Ve onlar, her şey bir şekilde akarken, okudukları okuldan mezuniyetlerinin ardından o akışın kesildiği inancına kapılıyor ve “Eyvah!” diyorlar.
Yaklaşık sekiz yıl önce bir istişare için İstanbul’a davet edilmiştik. Duruşuyla birikimini her yönden gösteren Mahmut Çelik’le o istişarede tanışmıştım. Toplantıda gösterdiği tespitler ve sorunlara karşı sunduğu çıkış yolları son derece dikkat çekiciydi. Tabiî bu özelliği bizi de yakalamıştı. Kriz yönetimi hakkındaki sözleri, onun özel bir kriz yönetmeni olduğunun da işaretiydi.
Ajanda Yayınlar Grubu’na ait Haber Ajanda dergimize her ay yazılarıyla renk katan Mahmut Çelik’in ilk kitabı “Eyvah Mezun Oldum”, malûmunuz Kültür Ajanda Yayınları’ndan çıktı. Kıymetli Ağabeyi iş yoğunlukları sırasında küçük bir müsait zamanında yakalayınca, “Eyvan Mezun Oldum” merkezinde muhabbetli bir söyleşi gerçekleştirdik. İstifadenize sunuyorum efendim…
***
“Bu dünyanın sınav dünyası olduğunu, hayatın iki perdeli bir oyun olduğunu, bu oyunun birinci perdesinin kısa ama ikinci perdesinin ebedî olduğunu unutmadan, birinci perdeye çok değer vermeden ama ikinci perde için hazırlık yaparak geçirmeniz gerektiğini aklınızdan çıkarmayın!”
“Bu ülkeyi daha ileriye götürecek doğruları yazıyla ifade etmeye de başladık”
· Yıllara sari bir ağabey-kardeş münasebetimiz var ancak Kültür Ajanda okurları için öncelikle “Mahmut Çelik kimdir?” sorusuna bir cevap alabilir miyiz?
Mahmut Çelik, 1970’te, İstanbul Beşiktaş’ta dünyaya gelmiş, Samsunlu bir ailenin evladı… Kendisini “Yüzde 51 Samsunlu, yüzde 49 Beşiktaşlı” diye tanımlar. Kabataş Erkek Lisesi’nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği okudu ve mezuniyetten hemen sonra Enerji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. Aşağı yukarı 30 senedir özel sektör ağırlıklı olmak üzere iş hayatında yönetici pozisyonda çalışmaktadır.
· Aslında daha renkli ve sürekli aktif bir profile sahip olduğunuza şahidiz…
Sivil toplum kuruluşları üzerinden hayatı organize etmeye çalışan, inandığı iddia ve ideallere sivil toplum kuruluşlarındaki görevleri üzerinden ulaşmaya gayret eden, inandığı doğrular için fedakârlık yapmaktan çekinmeyen, ama bunların hepsini de yaparken önceliği devlet, millet ve aile olan bir insanım.
O yüzden okumayı, okuduklarını yazmayı son dönemde böyle bir yeni araç olarak düşünüyoruz. Bu noktada aklımızdaki doğruları, bu ülkeyi daha ileriye götürecek doğruları yazıyla ifade etmeye de başladık. Ancak iş hayatının bu dönem yoğun bir diliminde olduğumuz için sivil toplum kuruluşlarında fazla vazife alamadık. Fazla zaman harcayamadığımız için böyle bir yol izledik.
Aslında kendimizi ifade edebilmek için eskiden STK’ları kullanıyorduk. Şimdi de aktif eyleme zaman problemi nedeniyle girişemediğimiz için yazmaya çalışıyoruz.
‘“Eyvah Mezun Oldum” ile kendi inandığım değerlerin iş hayatındaki karşılığına mihmandarlık edecek bir kılavuz yazmaya çalıştım. 30 yıllık tecrübemi satırların içerisinde, farklı farklı konularda, kendi inandığım değerlere uygun şekilde (yani yabancılardan bir çeviri yapmadan) bir kitap kaleme aldım. Ayetler, hadisler, köklerimize ve büyüklerimize ait özlü sözlerden faydalandım. Elbette yabancılarda da ahlâk ve görgü odaklı özel ve güzel söz ve davranışlar mevcut; ancak bize dair ve bize ait örnek alınabilecek cümleleri kitabın içerisinde harmanlamaya çalıştım.”
“Eyvah mezun oldum!”
· İlk kitabınız “Eyvah Mezun Oldum” üzerine konuşmak istiyorum. Her yeni mezun, gerçekten de “Eyvah!” diyor mu?
Deniz çok güzel. Öğrencilik hayatı denizdir, denizde özgür bir balık olmaktır. Ancak balığı denizden çıkartırsanız, görür ki başka, yeni bir dünya var. Belki zaman içerisinde o dünyada da yaşamayı öğrenir. Şimdi bir de fok balıkları gibi düşünün; fok balığı hem denizde, hem karada yaşıyor. İş hayatı böyledir.
Eğitim hayatı kendine ait bir düzen içerisindedir ama iş hayatının bambaşka bir doğrusu vardır. Biz mezun olduğumuzda bugünkü gibi sosyal imkânlar yoktu. Bütün usul ve erkânı tecrübeyle kazandık. Örneğin bizim zamanımızda beyaz çorap giymek çok güzel bir imajdı. Fakat bugün beyaz çorap giyinmiş birini iş görüşmesinde dikkate bile almıyorlar. Değerler de değişiyor, doğrular da.
“Eyvah Mezun Oldum” ile kendi inandığım değerlerin iş hayatındaki karşılığına mihmandarlık edecek bir kılavuz yazmaya çalıştım. 30 yıllık tecrübemi satırların içerisinde, farklı farklı konularda, kendi inandığım değerlere uygun şekilde (yani yabancılardan bir çeviri yapmadan) bir kitap kaleme aldım. Ayetler, hadisler, köklerimize ve büyüklerimize ait özlü sözlerden faydalandım.
Elbette yabancılarda da ahlâk ve görgü odaklı özel ve güzel söz ve davranışlar mevcut; ancak bize dair ve bize ait örnek alınabilecek cümleleri kitabın içerisinde harmanlamaya çalıştım.
· Bir ahlâk ve görgü nasihatnamesi…
Evet… İlkokulda okurken, din kültürü ve ahlâk bilgisi dersimizin kitabının kapandığında şöyle bir cümle yazardı: “Kendinize yapılmasını istemediğiniz hiçbir şeyi başkasına yapmayın!”
Ben bu cümleyi öyle içselleştirdim ki hayatımı hep böyle yaşadım. Buna şimdi “empati” diyorlar, biz böyle demiyorduk. Böyle uzun cümlelerle ifade ediyorduk. Aslında kitap, nerede nasıl davranmanız gerektiğine dair bir kılavuz. Eksikliği var mıdır, elbette. Bizim de yaşamadığımız ortamlar varsa orada nasıl davranılacağını biz de bilmiyor olabiliriz. Ama genel anlamda iş hayatında ve sosyal hayatta giyimden davranışa, bir CV oluşturmaktan mülâkat sırasında yapılacaklara veya ilk iş görüşmesinde uyulması gereken kurallara varana kadar her şeyi yazmaya çalıştık.
Bunların bir kısmını tabiî entegre etmeniz, kendinize uyarlamanız gerekiyor. Bu benim dünyamda yaşadıklarım ve dostlarımın hayatlarından dinlediklerim. Sadece kendi tecrübelerim değil, binlerce tecrübenin damıtılmış hâli. Yani 30-35 ton zeytinden 7 ton zeytinyağı yapıyoruz. Bu da bunun gibi, pek çok tecrübeden ortaya çıkan bir nihayet.
“Her maçta, kötü giden bir eğilim varsa, örneğin daha birinci devre biterken, meselâ skor 0-0, taraftar sövmeye başlıyor. Maç bitiyor, skor 2-1 ve takım galip, taraftar bu kez övüyor. Tamam da hiçbir spor dalında, futbol da dâhil, her karşılaşma, her yarış sizin kazandığınız bir oyun değil. Olamaz…”
“Başarı, yaptığınız işi lâyıkıyla yapmaktır”
· “Eyvah Mezun Oldum” gençlere ne tavsiye ediyor?
Mezun olunca yeni bir dünyaya geliyorsunuz. Okul yaşantısında, özellikle günümüz üniversite döneminde istediğiniz saatte kalkıyor, istediğiniz derse giriyor, istediğiniz derse girmiyor veya 10 sene bir dersi öbür seneye bırakabiliyorsunuz. Bilmediklerinizi öğrenebileceğiniz zamanınız var. Ama iş hayatı böyle değil!
İşe geç gelemezsiniz. İstediğiniz işi istediğiniz zaman yapamazsınız. Yani belirli bir disiplin gerektirir ve bunları zaman içerisinde ne kadar erken öğrenirseniz o kadar başarılı olursunuz. Başarı, makam sahibi olmak değildir. Başarı, yaptığınız işi lâyıkıyla yapmaktır. Hiç makam sahibi olmayabilirsiniz. Ömür boyu aynı işi yapabilirsiniz. Örneğin bir ayakkabı tamircisi, ömür boyu ayakkabı tamirciliği yapabilir ama zaman içerisinde hastalığı tespit, teşhis ve tedavi sürecini hızlandırabilir, daha sağlam argümanlarla tamir yapabilir. İnovatif olmaya alan açmak böyledir.
Hayatınızda birbirinden farklı işler yapabilirsiniz. Bunların hepsini belirli bir düzen, nizam, intizam ve disiplinle yapmanız lâzım. İşte bunun için bir kılavuz kaleme aldık. Bu kitaptan ayakkabı tamircisi de faydalanabilir, sporcu da faydalanabilir, mühendis de faydalanabilir, doktor da faydalanabilir. Şöyle ki, yeni mezunlar için çok çok faydalı. 15 yıla kadar çok faydalı, 15-30 yıl arasına faydalı. Yani bu kitap herkese faydalı.
· Neden sürekli sivil toplumda rol almak istediniz? Örneğin Kızılay’ın sizin için önemi nedir?
Bu konuya Kızılay’dan ziyade “insanların dertlerine gönüllü olmak” diye bakalım. Bu hangi sivil toplum kuruluşu olursa olsun böyle… Masa Tenisi Federasyonu’nda da görev aldım. Orada gençler ve çocuklarla ilgilendik. Onların hayatına dokunmaya çalıştık. Kızılay’da da ihtiyaç sahiplerinin hayatına dokunmak istedik. Ki ben, bütün çalıştığım şirketlerde örneğin öğrenci bursu uygulaması başlattım. Bunu hâlâ devam ettiriyorum.
Hangi sivil toplum kuruluşunda olursanız olun, aslında yardım etme ve dayanışma güdüsüyle doğurursunuz bu eylemleri. Sivil toplumun mantığı budur. Mühendisler Odasında yer aldığımızda, “Acaba mühendislik âlemindeki insanlara nasıl yardımda bulunabiliriz?” diye düşünerek, yeni mühendislerin bilmediklerini, tecrübe etmediklerini bildirmek ve bildiklerinizi onlarla paylaşmak, bildiğinizin zekâtını vermek düşüncesiyle hareket ettik. Kızılay’da da aynı şekilde yürüdük. Onun öncesinde hâlâ Kabataş Erkek Lisesi Mezunlar Derneği’nde, Yıldız Teknik Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde görevlerim var. Aşağı yukarı bir bütçeyle orada da burs uygulaması sağlıyoruz. Orada bir dijital kütüphane yapılmasına yardımcı olduk meselâ. Yani bulunduğunuz her yerde insanların hayatına dokunacak bir eylem bulabilirsiniz. Kızılay bunlardan sadece bir tanesi…
“Gençler… Tecrübe, sadece yaşamakla olmaz. Dostlarınızın tecrübelerini dinleyerek onlardan da istifade edin. Hep büyük düşünün. Büyük düşünmekten kastım para kazanmak değil, ülkeyi düşünmektir. Para sizi bulur. Unutmayın, rızkınız neyse Mevlâ onu nasip eder.”
“Her yarış sizin kazandığınız bir oyun olamaz”
· Spora hayatınızda çokça yer veriyorsunuz. Genç nesle bu konuda önerileriniz nelerdir?
Bu işi profesyonelleştirmek önemli. Spor hayata mühim etkiler yapan bir unsur. Özellikle 15 yaşına kadar spora yönlendirmeli. Sporcu kimliğinizle var olmalısınız. Bu daha sonra yarışmacı kimliğe evriliyor. Elbette yaşına göre değişiyor. Bir spora yeteneğiniz varsa orada yarışmacı olarak devam edebilirsiniz. Ama herkes bir veya birden fazla sporu temel anlamda kurallarıyla bilmeli. O seviyede spor yapmalı. Meselâ ben basketbolcu değilim ama oynayabilirim. Voleybolcu değilim ama cesaretle plaj voleybolunda oynayabilirim. Masa tenisçisi değilim ama oynayabilirim. Hentbolcu değilim ama bir hentbol maçında topu elimle bir yerden bir yere atabilirim. Tenisçi değilim ama sahaya çıkacak cesaretim, seyrettiğimde onu anlayacak ilgi ve bilgim var. İşte bunu herkese tavsiye ediyorum. Zira hayatı çok daha anlamlı kılacağını düşünüyorum.
Başkaları alınmasın ama şarkı sözü ezberlemektense bir sporun kurallarını öğrenmeyi daha sağlıklı buluyorum. Hâlâ vakit buldukça yürürüm. Hâlâ vakit buldukça futbol oynarım. Yaşım 53 ama bundan hiç vazgeçmedim. Haftada 2-3 gün futbol oynamaya, antrenman yapmaya çalışırım.
“Yüksel Yıldırım’a teşekkür etmek gerekiyor”
· Belli ki bu yüzden yaşınızı göstermiyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde Samsunspor Başkanı Yüksel Yıldırım için attığınız destek mesajı dikkatimi çekti. Samsunspor şu an Süper Lig’de kötü bir grafik çizdiği için tarafından tepki çekiyor ama ortada yönetim anlamında bir gayret var…
Ülkemizde, özür dileyerek ifade edeyim, sürekli bir sövme hastalığı var. Her maçta, kötü giden bir eğilim varsa, örneğin daha birinci devre biterken, meselâ skor 0-0, taraftar sövmeye başlıyor. Maç bitiyor, skor 2-1 ve takım galip, taraftar bu kez övüyor. Tamam da hiçbir spor dalında, futbol da dâhil, her karşılaşma, her yarış sizin kazandığınız bir oyun değil. Olamaz. Bu Samsunspor için de böyle.
Sayın Başkan Yüksel Yıldırım, büyük gayretlerle takımı bir seviyeye getirdi. Sonrasında Süper Lig için iddialı cümleler de kurdu. Böyle olsa da durum futbol realitesine uymuyor. Söz konusu eleştiriden vazgeçmeyenlere de bu durumu anlattım. “Takım kötü oynuyor” diyor, eleştiriyor. Olabilir. Maç bitsin, ondan sonra eleştirebilirsin. Bugünkü Samsunspor çok yeni bir takım. Ligin henüz başında sayılırız. Önümüzde 28 hafta var. Hiç kaybetmeyen Fenerbahçe iki kez üst üste kaybetti. Bu yarın veya ertesi hafta her takımın başına gelebilir. Bu ligde 3 hafta kazanırsan kurtuluyorsun, 3 hafta kaybedince aşağıda kalıyorsun.
Yani sadece konuşmakla olmuyor. Söz konusu kimselere serzenişim bundan. Başkan’ın durumu bizden kötü. Biz sadece üzülüyoruz. Başkan hem üzülüyor, hem para kaybediyor. Burada ekonomik bir durum da var. Sayın Yıldırım’ın Samsunspor’a sahip çıkmasaydı bugün belki Bursaspor’un bulunduğu yerde, belki Eskişehirspor’un bulunduğu yerde olabilirdik. Bu örnekleri futbol kültürü olan şehirler oldukları için veriyorum. Bunun için de teşekkür etmek gerekiyor kendisine.
“O tahta olduğu sürece mücadele bitmeyecek”
· Arkanızda ahşap bir eşya görüyorum, üzerinde Kur’ânî ifadeler var. Nedir, bir hikâyesi var mıdır?
Bu, Çad’daki Müslüman kardeşlerimizin Kur’ân-ı Kerim eğitimi sırasında kullandıkları ezber tahtalarından biri. Bu tahtada Ayete’l-Kürsi yazılı. Çok sevdiğim bir dostum hediye etti ve benim hayat felsefem oldu varlığı. Çünkü bu bitmediği sürece mücadele bitmeyecek. Onun varlığı, gayretin ve mücadelenin bitmeyeceğinin işareti.
Düşünün, bu çağda İslâm’ı öğrenmek için insanlar bu tahtaların üzerinden Kur’ân’ı ezberlemeye çalışıyorlar ve biz de sıcak evlerimizde, kaloriferli ortamlarımızda dizi seyrediyoruz, futbol seyrediyoruz. O kısıtlı imkânlarla İslâm eğitimi alanların hakkı ödenmez. Bu bitmediği sürece, herkesin şartları, tüm insanlığın şartları eşitlenmediği sürece Müslümanın mücadelesi bitmez. Bizim de mücadelemiz bitmeyecek. Bu tahtayı, her zaman bana bunu hatırlatması için ofisimdeki en gözde yere koydum. Böylece bu hayatta niçin var olduğumu, iddiamı ve ideallerimi unutmuyorum.
· Bir elinde Kur’ân, bir elinde teknoloji olan, sağlıklı, zihni temiz ve kalbi nurlu bir nesil için sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada elimizin yetiştiği her yere ulaşmalı, yetişmediği yere de yetişmeliyiz bu ifadelerinizden anladığım kadarıyla?
Benim bir sloganım var: “Her şeyin daha iyi olacağı, vicdanlıların sevgi ve adalet anlayışını esas alacağı bir dünya için durmaksızın mücadeleye devam!”
Bizim hikâyemiz bu, bu dünyanın imkânları böyle. Bu dünyanın zenginliği, tüm insanlığın bir arada yaşamasına yeter. Sadece adalet gerek. Adaletle paylaşmak gerek. Mevlâ bu dünyada yarattığı hiçbir canlıyı açık yaratmamış. Hepsinin imkânlarını vermiş. Ancak ister kapitalizm, isterseniz vahşi dünya deyin, dağıtımı ve adaleti bozduğu için bugün Afrika’da içecek suyu olmayanlarla suyunu boşa akıtanlar, klozetine su basanlar beraber yaşıyor. Orada içecek su yokken, af buyurun, burada suyu pisliğimizi götürmesi için kullanabilecek kadar zenginiz. Hepsi aynı dünyanın, aynı zamanın içerisinde. Bunun bir hesabı olacak!
“Gençler… Kendinizden yaşça büyükleri saygı ve hürmetle, küçükleri ise sevgi ve muhabbetle kucaklamayı bir görev bilin! Çünkü dün küçüktünüz, yarınsa büyük olacaksınız. İçinde bulunduğunuz anın kıymetini bilin.”
“Rızık endişesine düşmemeli”
· Bu güzel ve samimî söyleşi için çok teşekkür ediyorum, okurlarımıza aktarmak istediğiniz son düşüncelerinizi alarak bitirelim dilerseniz?
Gençlere seslenelim öyleyse… Gençler, sivil toplum kuruluşlarında yer alın, duygularınızı şiir yahut hikâyeler yazarak, fikir yazıları kaleme alarak ifade etmeye çalışın! Dostluklar geliştirin. Çok fazla insan tanımaya, onları anlamaya çalışın.
Tecrübe sadece yaşamakla olmaz. Dostlarınızın tecrübelerini dinleyerek onlardan da istifade edin. Hep büyük düşünün. Büyük düşünmekten kastım para kazanmak değil, ülkeyi düşünmektir. Para sizi bulur. Unutmayın, rızkınız neyse Mevlâ onu nasip eder.
Bu dünyanın sınav dünyası olduğunu, hayatın iki perdeli bir oyun olduğunu, bu oyunun birinci perdesinin kısa ama ikinci perdesinin ebedî olduğunu unutmadan, birinci perdeye çok değer vermeden ama ikinci perde için hazırlık yaparak geçirmeniz gerektiğini aklınızdan çıkarmayın!
Kendinizden yaşça büyükleri saygı ve hürmetle, küçükleri ise sevgi ve muhabbetle kucaklamayı bir görev bilin! Çünkü dün küçüktünüz, yarınsa büyük olacaksınız. İçinde bulunduğunuz anın kıymetini bilin.
· Çok teşekkür ederim tekrar…
Ben de çok teşekkür ederim, Kültür Ajanda’mıza yayın hayatında başarılar dilerim.