Mahmut Çelik: “Devlet ebed müddet çizgisi değişmedi, değişmez!”

“AK Parti’nin bir kurucu ilçe başkanı olmaktan öte, Sayın Cumhurbaşkanımızın inandığı değerlerin takipçisiyim. Aslında kişilerden daha öte bir duygu var burada. Bugün benim inandığım doğruları Sayın Cumhurbaşkanımız savunuyor, onun için mücadele ediyor, cansiperane ve fedakârane bir tavırla hem de!”

YAKLAŞIK sekiz yıl önce siyâsî bir istişare tertibi nedeniyle İstanbul’a davet edilmiştik. Duruşuyla birikimini her yönden gösteren Mahmut Çelik’le o istişarede tanışmıştım. Toplantıda gösterdiği tespitler ve sorunlara karşı sunduğu çıkış yolları son derece dikkat çekiciydi. Bizi kendisine çeken de bu özelliğiydi.

İş hayatında gösterdiği performansın yanında siyâsette de çizdiği “çalışkanlık” grafiği, onun sürekli danışılması gereken sorumluluk şuuru yüksek bir dâvâ adamı olduğunu gözler önüne seriyor. Özellikle son kitabı “Metehan’dan Erdoğan’a”, bahsetmiş olduğumuz tespitimizin en somut yansımalarından biridir.

Mahmut Çelik’i yaklaşık bir yıldır Haber Ajanda’daki makaleleri ile zaten takip ediyordunuz. Uzun yıllara dayanan beraberliğimizi Haber Ajanda’ya makaleleriyle taşımak bizim için çok anlamlı. Bu meyanda “Metehan’dan Erdoğan’a” merkezinde gerçekleştirdiğimiz söyleşiden de çok özel notlar çıkaracağınızı düşünüyor ve sizi söyleşimizle baş başa bırakıyorum…

***

“Amiyane bir tabir vardır “Siyâsetin parası pul, karısı duldur” diye, özellikle siyâset yaparken aileniz doğrudan bunu yaşıyor. Biz de uzun dönem bu sıkıntıları çektik ama bu topraklar her şeyden kıymetli. Bizim hayatımızdan da, boş vakitlerimizden de, ailemizden de önemli.”


“Bu ülkeyi daha ileriye götürecek doğruları, yazıyla ifade etmeye de başladık”

·      Yıllara sari bir ağabey-kardeş münasebetimiz var ancak Haber Ajanda okurları için öncelikle “Mahmut Çelik kimdir?” sorusuna bir cevap alabilir miyiz?

Mahmut Çelik, 1970’te, İstanbul Beşiktaş’ta dünyaya gelmiş, Samsunlu bir ailenin evladı… Kendisini “Yüzde 51 Samsunlu, yüzde 49 Beşiktaşlı” diye tanımlar. Kabataş Erkek Lisesi’nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği okudu ve mezuniyetten hemen sonra Enerji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı. Aşağı yukarı 30 senedir özel sektör ağırlıklı olmak üzere iş hayatında yönetici pozisyonda çalışmaktadır.

·      Aslında daha renkli ve sürekli aktif bir profile sahip olduğunuza şahidiz…

Sivil toplum kuruluşları üzerinden hayatı organize etmeye çalışan, inandığı iddia ve ideallere sivil toplum kuruluşlarındaki görevleri üzerinden ulaşmaya gayret eden, inandığı doğrular için fedakârlık yapmaktan çekinmeyen, ama bunların hepsini de yaparken önceliği devlet, millet ve aile olan bir insanım.

O yüzden okumayı, okuduklarını yazmayı son dönemde böyle bir yeni araç olarak düşünüyoruz. Bu noktada aklımızdaki doğruları, bu ülkeyi daha ileriye götürecek doğruları yazıyla ifade etmeye de başladık. Ancak iş hayatının bu dönem yoğun bir diliminde olduğumuz için sivil toplum kuruluşlarında fazla vazife alamadık. Fazla zaman harcayamadığımız için böyle bir yol izledik.

Aslında kendimizi ifade edebilmek için eskiden STK’ları kullanıyorduk. Şimdi de aktif eyleme zaman problemi nedeniyle girişemediğimiz için yazmaya çalışıyoruz.

·      Ben tabiî ilgi ve münasebetlerinize aşina olduğum için bu parantezi biraz açmanızı istiyorum. Örneğin Kızılay gönüllüğü gibi…

Kızılay elbette milyonlarca üyesi olan ve gönüllülüğü esas alan bir kuruluş. Profesyonel yapısı muhakkak var. Fakat o profesyonel yapısından ziyade Kızılaycılık, Kızılay sevdalısı olmak başka bir durum. Hani ilkokulda hepimizin bir Kızılay kolu vardı, gururla takardık… Aklımız erdikten sonra bir şekilde yardım ederek, kurban vererek, neye gücünüz yetiyorsa o zemine yöneliyorsunuz.

Kerem Bey (Kınık) döneminde yönetici kadroda bulunmamız teklif olunduğunda, biz de bu özel hizmette beraber olmak adına, onun listesinde bulunduk. Çok mu vakit ayırabildik? Ayıramadık ama bulunduğumuz ortamlarda Kızılay’ın adını yükseltebilmek yahut imkânlarımızı Kızılay için kullanabilmek adına faydalı hizmetler yaptık. Hiçbir şey yapmadıysak, her üç ayda bir şirketimizde kan bağışı kampanyası düzenliyoruz. Şirket olarak ortalama 200 üniteye yakın kan bağışında bulunuyoruz. Bu bile büyük bir iştir diye düşünüyoruz.

·      Bir de Beşiktaş ve Samsunspor taraftarlığınız vardı sanırım…

Evet, dediğim gibi yüzde 51 Samsunlu, yüzde 49 Beşiktaşlıyım. Doğduğum evin bahçesiyle Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün bahçesi sırt sırttaydı. Akabinde Kabataş Erkek Lisesi’nde okumak, bu durumu daha da perçinliyor. Zira Kabataş Erkek Lisesi, Beşiktaş’ın yasal mirasçısıdır. Evet, oradan bir Beşiktaşlılığımız var.

Ama doğduğumuz topraklara bağlılığımız, Samsunspor’a olan ilgimiz ve alâkamız da Beşiktaş’a olandan aşağı değildir. Onun için “51’e 49” diyoruz. Hangisinin o dönem daha çok desteğe ihtiyacı varsa, desteğimizi biraz daha oraya veriyoruz. Bu dönem biraz daha Samsunspor’un desteğe ihtiyacı var, zor günler geçiriyoruz. Bu ara daha fazla desteği Samsunspor’a veriyoruz.

·      Aileniz de vazgeçilmeziniz bildiğim kadarıyla…

Önceliğimiz elbette aile. İki kızımız var. İkisini de iyi birer sporsever olarak yetiştirdim. Futbolsever değil, sporsever olarak yetiştirdim. Yani gecenin üçünde kalkıp spor takvimini ve programları takip edebilecek seviyede spora karşı bir ilgilerinin oluşmasını istedim. Çünkü bu dünyada zevk aldığınız işleri ailenizle paylaşabilirseniz, evet, onlarla beraber o işi takip edebilirseniz, sizin adınıza asıl mutluluk verici unsur budur.

Zaten yoğun bir iş hayatımız var; iş hayatımızın içinde sosyal hayatımız da sürüp gidiyor. Uzun dönemdir Ankara’dayız. İstanbul’da olduğumuz sürelerin tamamına yakınını ailemizle geçirmek, bizim adımıza ayrıca dinlenmek anlamına geliyor. Hem tekrar hayatımı motive ediyor bu durum. Yaptığımız bütün işleri, yarının mirasçısı olan çocuklarımız için yapıyoruz. Hem kendi ekonomik hayatımıza, hem ülkede düzelteceğimiz konulara kendi çocuklarımız için bakıyoruz. Aslında herkes böyle baksa ülke için daha çok gayret etmek isteyecektir.


 

“Dâvânın derdi iktidar olmak değil, İslâm’ın bütün dünyada zihnen, fikren, ahlâken hâkim olmasıdır. Bizim yaşadığımız ve inandığımız doğruları ne kadar çok insan yaşıyorsa, o bizim dâvâmızın aslında başarılı olduğu anlamına gelir.”


“Gayemiz; bu tüm insanların mutlu, mesut ve bahtiyar şekilde bir arada yaşayabileceği bir dünya oluşturmak”

·      Bu fasılayı kısaca şöyle özetlemek istiyorum: Yurdunu çok seven bir vatanperver, ailesini çokça gözeten bir eş ve baba, işinin ehli bir yönetici, derinlik sahibi bir dâvâ eri, yetkin bir Kızılay gönüllüsü, aktif bir Beşiktaşlı, delikanlı bir Samsunlu… Umarım doğru aktarmışımdır?

Teşekkür ederim, evet. Ancak kimi eksik, kimi fazla; hayatın belli dönemlerinde bunların oranları değişiyor. Uzun süre siyâset yaptığım ve aktif görev aldığım dönemlerde aileyi ihmâl ettik. Bunu -sağ olsunlar- eşim ve çocuklarım ülke adına kabul ettiler. Babaları adına değil de ülkeye yapacağımız faydaları düşünerek kabul ettiler her şeyi. Amiyane bir tabir vardır “Siyâsetin parası pul, karısı duldur” diye, özellikle siyâset yaparken aileniz doğrudan bunu yaşıyor. Biz de uzun dönem bu sıkıntıları çektik ama bu topraklar her şeyden kıymetli. Bizim hayatımızdan da, boş vakitlerimizden de, ailemizden de önemli. Çünkü önce millet, sonra devlet, ondan sonra aile. Zaten milletin en küçük nesnesi aile ve her şeye aileden başlıyoruz. Biz önce kendi içimizi düzeltiyoruz; ondan sonra bulunduğumuz ilçeyi, ondan sonra bulunduğumuz ili, sonra ülkemizi, sonra tüm İslâm coğrafyasını, tüm inananları, tabiî en üstte de tüm insanlığı…

Aslında gayemiz; bu tüm insanların mutlu, mesut ve bahtiyar şekilde bir arada yaşayabileceği bir dünya oluşturmak. Bizim atalarımızın fetih yaparkenki muradı İslâm dinini yaymaktı, toprak almak değil. Dolayısıyla Mevlâ, muratlarına ermeleri için gereğini gösterdi. Onlara bilinen toprakların üçte ikisine sahip olma imkânı verdi.

Bugün 780 bin kilometrekare alanda sınırlı kalmış olabiliriz ama duygu anlamında bundan çok daha büyük bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı söz konusu. Ben Azerbaycan bayrağının kırmızı çizgisinin üstünde ay yıldızı gördüğümde, orada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni görüyorum. Libya’da yine yeni bayraktaki ay yıldızı gördüğümde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin oradaki varlığını görüyorum. İnşallah bu varlığın belki fizikî olmasa da duygu anlamında dünyanın her yerinde bulunmasını arzu ediyorum. Bu gayeyle çalışıyorum.


“Artık pek çok uluslararası kurumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin görüşleri o kurumun görüşü olarak lanse edilmeye veya konuşulmaya başlanmıştır. Bu aslında bizim her geçen gün tam bağımsız Türkiye olduğumuzu gösterir.”


“Türk Devleti binlerce yıldır mukaddem”

·      Peki, bu bağlamda Türkiye’nin gelecek yüzyılda insanlığa vereceği ne var? Türkiye Yüzyılı nedir?

Dünya tarihi 17’nci büyük Türk devletine “Türkiye Cumhuriyeti” ile şahit oluyor inşallah. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923’te ilân edildi, evet. Ancak Türk Devleti binlerce yıldır mukaddem. 1923’te sadece yönetim şekli değişti. Monarşik yapı, Kanun-i Esasî’de yaplan bir madde değişikliğiyle cumhuriyete dönüştü. Bu Türkiye’nin ilk anayasasında açıkça yer alıyor.

Bizim pek çok kurumumuzun tarihine de baktığımızda, üniversitelerimize, polisimize, PTT’mize, Kızılay’ımıza, jandarmamıza, TSK’ya, zabıtamıza ve pek çok kamu kurumumuza baktığımızda bunu görüyoruz. Bunların her biri 100 yılı aşkın tarihe sahip. Evet, bu yüzden 100 yılı aşkın kurumlarıyla var olan bir devletimiz var. Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece 100 yıllık bir devletmiş gibi addetmek, bu devletin geçmişini inkâr etmek anlamına gelir. Biz, geçmişi inkâr edilecek bir millet değiliz. Biz İslâm’a sancaktarlık yapmış, dünyaya nizam vermiş bir milletin torunlarıyız.

Neden ben geçmişimde var olan müspet geri plâna dayanmayacakmışım? Şu coğrafyadaki her şeyin sahibi benim. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, başarılı bir Osmanlı zabiti, Devlet-i Âl-i Osman’ın ordusunda yetişmiş bir subayıydı. Ben plâna bu zaviyeden bakıyorum. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün 100 yılında genç bir Cumhuriyet. Devlet, cumhuriyet ile yönetiminin çok başında olabilir. 1960’lardan sonra aslında yavaş yavaş toprakla bütünleşen, halkla bütünleşen, halkın değerleriyle bütünleşen bir yönetime kavuşuyoruz. Türkiye Yüzyılı da bunun ikinci yüzyılda, 1960’la başlayan değişimin daha ileriye gideceğini gösteren, toplumun ortak değerleriyle barışık bir yönetimin ve bu yönetimin geleceğinin geleceğine dair işaretler veren bir manzaraya sahip. Bu da bizi bulunduğumuz coğrafyada ve inandığımız değerlerde lider olarak devam etmemizi, kendi içimizde barışmamızı sağlayacak en önemli etken.

Türkiye her geçen gün düşünceleriyle, bağlı bulunduğu dünya üzerindeki diğer kurum ve kuruluşların genel stratejisini belirleyen bir hâle gelmiştir. Artık pek çok uluslararası kurumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin görüşleri o kurumun görüşü olarak lanse edilmeye veya konuşulmaya başlanmıştır. Bu aslında bizim her geçen gün tam bağımsız Türkiye olduğumuzu gösterir. Yani diğer çıkar gruplarının veya devletlerin düşüncelerinden ziyade bizim düşüncelerimiz öne çıkmaktadır.

Biz, “Önce ümmet, sonra millet” diye düşünüyoruz. O yüzden bizim doğrularımızın tabanı daha geniş. O yüzden tam bağımsız Türkiye, askerî alanda güçlü, ekonomik alanda güçlü ama fikir anlamında da güçlü bir seviyede olmalı.

Fikirde güçlü olmak noktasında hızlı adımlarla yürüyor ve büyüyoruz. Askerî alanda yerlilik oranımız artarak ve hızla büyüyor. En son ekonomik zeminde her türlü sıkıntı ve badireye rağmen gün geçtikçe büyüyoruz. Fakat 100 yıllık Cumhuriyet’te uzun dönemdeki tahribatın veya stratejik hataların düzeltilmesini birkaç iktidar dönemine bırakmak veya bunların hepsinin bir seferde çözüleceğine inanmak hayâlcilik. Burada aslolan, bunun sorun olarak kabul edilmesi ve bu sorunu çözmek için gayret edilmesi. Şu gün içinde bulunulan durumda bunun için gayret ediliyor olması mühimdir.

AK Parti iktidarı döneminde altyapı yatırımlarında büyük bir seviye bitirilmiş, geride bırakılmıştır. Bundan sonra yapılan her hamle, toplumsal genel refahın arttırılması için olacaktır. Enerji kaynaklarımızın arttırılmasıyla beraber milletimiz daha müreffeh bir yaşam kalitesine erişecek, daha güzel yaşayacaktır. Bu adımlar, dediğimiz gibi, enerji kaynaklarının artırımının yanında büyük dış ticaret hamleleri ve madencilik faaliyetlerinin hür biçimde yapılmasıyla gerçekleşecektir.


 

“Başkomutanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 2001’in Kasım ayından bugüne kadar nerede görev verdiyse orada durduk. ‘Dur’ dedi, durduk. ‘Git’ dedi, gittik. ‘Gel’ dedi, geldik.”


“Lokomotif Recep Tayyip Erdoğan’dır”

·      Peki, bu söyleminize Recep Tayyip Erdoğan’ın etkisi nedir?

Burada ana katar, lokomotif Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ana etken Sayın Cumhurbaşkanımızın varlığıdır. Arkasındaki bütün vagonlar onun varlığıyla vardır ve ilerleyebilmektedir.

Siyâseten çok iddialı bir cümle söyleyeceğim; bugün siyâset yapanlar, tüm sevilen siyâsetçiler, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında durduğu sürece sevilmektedirler. Hep böyle oldu. Çünkü kalplere sevgi veren Allah, milletin yüreğinde Sayın Cumhurbaşkanımızın sevgisini halk eylemiştir. Bu sevgi var olduğu sürece -ki Allah daim etsin- ve Sayın Cumhurbaşkanımız da en başta söylediğimiz şekilde İslâm’ın dâvâsıyla yürüdüğü müddetçe bu böyle olmaya devam edecektir.

Dâvânın derdi iktidar olmak değil, İslâm’ın bütün dünyada zihnen, fikren, ahlâken hâkim olmasıdır. Bizim yaşadığımız ve inandığımız doğruları ne kadar çok insan yaşıyorsa, o bizim dâvâmızın aslında başarılı olduğu anlamına gelir. Böylece gayeye ulaşılmış olur.

·      İleri bir sadakatten bahsediyorsunuz…

Ben tabiî AK Parti’nin bir kurucu ilçe başkanı olmaktan öte, Sayın Cumhurbaşkanımızın inandığı değerlerin takipçisiyim. Aslında kişilerden daha öte bir duygu var burada. Bugün benim inandığım doğruları Sayın Cumhurbaşkanımız savunuyor, onun için mücadele ediyor, cansiperane ve fedakârane bir tavırla hem de!

Bu dâvânın önünde mihmandarlık ediyor Recep Tayyip Erdoğan. Bizim bu dâvâya inancımız, Sayın Cumhurbaşkanımıza inancımızla eştir. O yüzden de biz, Sayın Cumhurbaşkanımızla her platformda, öne sürdüğü her aksiyonda, verdiği tüm mücadelede sonsuz destekçisiyiz. Bize verdiği görev ne olursa olsun (ki bu bazen görev, bazen fiilî dua, bazen cephede savaşmak, bazense kenarda beklemektir) ümitsizliğe düşmeden, sonuna kadar mücadele etmekle yükümlüyüz. Unutmamak lâzım, herkes sahada savaşmıyordu Uhud’da, tepede bekleyenler de vardı. Bazen tepede beklersiniz, bazen savaş alanında olursunuz. Ama nihayetinde hep bu organizasyonun içerisinde, hep bu mücadelenin bir yerinde yer almayı ben kendime vazife biliyorum. Bugün de Başkomutanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 2001’in Kasım ayından bugüne kadar nerede görev verdiyse orada durduk. “Dur” dedi, durduk. “Git” dedi, gittik. “Gel” dedi, geldik.



 

“Cumhuriyet’in 100’üncü yılından itibaren Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılacağına inandığımız için, Mete Han’ı Türk Devleti’nin kurucularından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk kurmayı olması hasebiyle önce köklerimize uzandık ve bugüne Recep Tayyip Erdoğan özelinde bağladık. Mete Han’ı, bizzat tasarladığı ıslıklı ok ile anarken, onun o ıslıklı okunun bugüne yansımasını Bayraktar Kızılelma şeklinde baz alarak, bugüne kadar gelinen bütün süreçleri birbiriyle eş ve paralel biçimde yan yana getirdik.”


“Metehan’dan Erdoğan’a”

·      İkinci kitabınız “Metehan’dan Erdoğan’a” Haber Ajanda Yayınları’ndan çıktı. Kitabın mesajı ve hedefine aldığı nedir?

Aslında bu kitap, 2022 yılının sonlarına doğru oluşturduğumuz bir projenin yansıması. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin mücadelesini öncesi ve o dönemki tüm süreciyle Cumhuriyet’in 100’üncü yılı hasebiyle bir araya getirip kritik eden bir çalışma.

Son derece kritik bir seçim süreci yaşadık. Bu seçimi bir “faz değiştirme seçimi” olarak da gördüğümüz için, dediğimiz gibi, fiilî olarak işlerimizin yoğunluğuyla bağlantılı olarak bu seçim çalışmalarında bulunamadığımız için, fikir olarak sürece nasıl katkıda bulunacağımızı düşünerek kalemi elimize aldık ve Haber Ajanda’da Ocak ayından itibaren yazmaya başladık. Bu yazılarda aslen gayemiz, Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne kadar Sayın Cumhurbaşkanımızın misyonunu insanlara anlatmaktı. Yazılarımızı bu minvalde yazmaya çalıştık. Geçmişten kalan yazılarımızı da ele alarak hepsini bir araya getirdik.

Sayın Cumhurbaşkanımızı biz yine bir kurucu güç olarak görüyoruz. Cumhuriyet’in 100’üncü yılından itibaren Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılacağına inandığımız için, Mete Han’ı Türk Devleti’nin kurucularından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk kurmayı olması hasebiyle önce köklerimize uzandık ve bugüne Recep Tayyip Erdoğan özelinde bağladık. Mete Han’ı, bizzat tasarladığı ıslıklı ok ile anarken, onun o ıslıklı okunun bugüne yansımasını Bayraktar Kızılelma şeklinde baz alarak, bugüne kadar gelinen bütün süreçleri birbiriyle eş ve paralel biçimde yan yana getirdik.

Kıymetli dostum Sabahattin Kayış’ın da harika bir kapak tasarımı çalışmasına imza attığı “Metehan’dan Erdoğan’a”, dünü bugüne, kökü dallara, maziyi atiye bağlayan, geleceğe bir kayıt düşen özel bir eser oldu. Dedik ki, “Bugünün ıslıklı oku (Bayraktar) Kızılelma’dır”. O günlerin dertlileri Mete Han, İlteriş Han, Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Osman Bey, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, İkinci Abdülhamid Han’dı; bugün de aynı dertle necip milletimizin başında Recep Tayyip Erdoğan’la aynı yüce dâvâyı taşıyoruz. “Devlet ebed müddet” denir ya, işte o çizgi değişmedi, değişmeyecek.

Dâvâyı yaşatmak, zulme karşı diri ve zinde kalmak için öncelikle çağa ayak uydurmanız gerekiyor. O günkü ıslıklı ok üzerinden Mete Han nasıl sahip olduğu teknikle dosta güven, düşmana korku salmışsa, bugün Sayın Cumhurbaşkanımız da üretimi için büyük mücadele verdiği eserlerle dosta güven, düşmana korku salmaktadır. Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan Karabağ’da, Libya’da bunun işaretleri son derece muazzam şekilde gösterilmiştir. İşte dünden bugüne ulaşan alâmete inancım tamdır. O günkü ruhla bugünkü aynıdır. Biz de o ruh âleminde bu duyguyla kitabı kaleme aldık.

Bir de kitabın çocuklarınıza, geçmişinize ve geleceğinize, dostlarınıza bırakabileceğiniz en büyük miras olduğuna inanıyorum. Siyâsî plânda ve mücadele zemininde insanlara çok faydalı olacağını düşünüyorum. Bu gaye ile yazdık. Hatalar olabilir, eksiklikler olabilir. Ancak inşallah, okuyucusu bol olur. Ve okuruna ricamızdır, eksiklik görürlerse bize belirtsinler, biz de inşallah bundan sonrasını düzeltelim.


 

“Bugün siyâset yapanlar, tüm sevilen siyâsetçiler, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında durduğu sürece sevilmektedirler. Hep böyle oldu.”


“Tarih bazen şahıslara büyük sorumluluklar, büyük vazifeler yükler”

·      Mete Han’dan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, daha doğrusu onların da yer aldığı dâvâya sıkı sıkıya bağlı bir profil var karşımızda. Kitabı yaşayan ve yaşatmak isteyen bir profil… Ne dersiniz?

Kitapta bazı özlü sözlere yer verdik. Tarihteki Türk büyükleri ile Sayın Cumhurbaşkanımızın mücadelesinin ortaklığına ve aynılığına vurgu yapmak üzere bu plânı kurguladık. Zira öyle ki, bundan 500 yıl önce söylenmiş bir sözün bugün aynı hedefe matuf olanının Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da bir başka tarzda ele alındığını görüyoruz. Demek ki dâvâ aynıyla yaşıyor. Sadece farklı cümlelerle ifade ediliyor. Bunları Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarının içerisinden alarak kitaba yerleştirdik.

Türk Devleti’ne tarihî süreci içerisinde baktığımızda, Mete Han’dan Erdoğan’a gelen bir takvim var adeta. Sayın Cumhurbaşkanımızın da Kanunî gibi, Fatih gibi, Abdülhamid Han gibi döneminin dönüştürücü lideri olduğunu düşündüğümüz için, 100 yıl önce Atatürk’ün yüklendiği vazifeyle Erdoğan’ın vazifesini bir gördüğümüz için bu hakikî serüveni topyekûn değerlendirmek zorundayız. Durumları karşılaştırmak anlamında söylemiyorum, tarihin kritik dönemleri vardır ve o dönemlere edilen şahitlik bunu gösteriyor. Örneğin İstanbul’un fethi kaçıncı seferdeki girişimle zaferle son buldu? Fatih Sultan Mehmed’e nasip oldu. Ondan önce niyet edenlere nasip olmadı.

Tarih bazen şahıslara büyük sorumluluklar, büyük vazifeler yükler. Sayın Cumhurbaşkanımıza da Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni “Büyük Türkiye Cumhuriyeti”ne evirme imkânını verdi. Bu elbette nasip, ama aynı zamanda da sorumluluk işi. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunun üstesinden fevkalâde başarılı bir şekilde, milletimizin desteğiyle girdiği bütün seçimleri kazanarak geldi. Bu çok önemli. Yani milletiyle beraber bu işi yaptı. Siyâsetçinin gücü, sandıktan aldığı güçtür…

·      Yani şöyle küçücük düşünüyorum da, 14 Mayıs ile 28 Mayıs 2023’te diğer taraf galip gelseydi, Türkiye’ye son 21 yılda seviye atlatan kişiyle 100’üncü yıla girememiş olabilirdik…

Seçim kazanmanın ne kadar zor olduğunu anlamak isteyen, mahallesinde muhtar adayı olsun. O zaman bir seçimin ne kadar zor bir şey olduğunu çok iyi anlar. Veya bağlı bulunduğu derneğe başkan adayı olsun, seçim nedir, kazanmak nasıldır, görsün. Sayın Cumhurbaşkanımızın 21 yıldır girdiği bütün seçimleri kazanmış olmasını bu açıdan başka bir parantezle değerlendirmeliyiz. Sadece buradan kitaplarca malzeme çıkar.

“Önceliğimiz gençlik, aile, kültür ve adalet”

·      Düğme iliklemek örnek verilir ya hep, sizce Türkiye Yüzyılı’nın başlangıcını nasıl yapmalıyız ki gelişmesi de, sonucu da güzel ve ölçülü olsun?

Aslında bu çok zor bir soru. Fakat 21 yıldan sonra benim özellikle önemsediğim konular gençlik, kültür, aile ve adalet. 20 yılda ekonomi ve altyapı olarak geldiğimiz binanın temeline bakıyorum aslında. Her şey bu temelin üstüne inşâ edilecek. Binanın temeline gençlik ve aile kavramlarını oturttuğumuzda, bunu binlerce yıla ait olan kültür kavramıyla süslediğimizde, işte Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin o zaman tam şekilde gerçekleşeceğine inanıyorum. O yüzden öncelikle Millî Eğitim müfredatının değiştirilmesiyle, gençliğimizin millî değerlere sahip bir “millî gençlik” olarak kurgulanmasıyla arzumuza erişebiliriz.

Hangi siyâsî görüşe sahip olursak olalım, 781 bin kilometrekarenin bütünlüğüne inanan herkesle bir ve beraber yaşayacağız. Ülkeyi yönetme şekilleri/tarzları yani siyâsete bakış açımız, ekonomi, sanayi ve diğer konularda farklı operasyonel kabiliyetler elbette var olabilir. Siyâsî partilerin bu konulara bakış açıları farklı olabilir. Kimi özelleştirmeyi destekler, kimi devleti büyütmeyi. Ama bu sınırlar içerisinde tüm güçler bir aradaysa, ben oradayım. Bu topraklarda yaşamaya kararlıyım. Hayatımı bu topraklarda kazandım, bu topraklarda yaşadım, bu topraklarda geliştim, bundan sonra da öyle olmasını istiyorum. Bu yüzden benim önceliğim gençlik ve aile üstüne bezenecek kültür ve her şeyin başı olarak (yargı sistemi değil) adalet!

·      Bu güzel ve özel söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

Ben de çok teşekkür ediyor, Haber Ajanda’ya yayın hayatında başarılar diliyorum…