Mahlûkatın hilkat yazılımı: Fıtrat

Fıtrat, tüm mahlûkatın yaratılışında ona yüklenen bir hilkat yazılımıdır. Bu yüzden fıtratına uygun yaşayan her mahlûk huzurlu olacaktır. Suda yaşayan bir balığı sudan ayırırsanız ölecektir. Tropik bir bitkiyi soğuk iklimlerde yetiştiremezsiniz. Bunun gibi, insanın da fıtratına yüklenen inanç hasletini ortadan kaldırırsanız, ortaya bir canavar çıkarırsınız. Erkeğin fıtratı başkadır, kadının fıtratı başka. Erkeğin ve kadının fıtratını bozmak, aile birliğine vurulan en büyük ve en sinsi darbedir.

Fıtrat

“FITRAT” kelimesi “yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, icat etmek” mânâlarına gelen “fatr” kökünden isim olup, “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” anlamında kullanılır. Fıtrat, ilk yaratılış ânında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir.[i]

Fıtrat, din eğitimi literatürü içerisinde, “bütün insanlarda insan olmaktan dolayı ortak bulunan genel özellikler” olarak anlam kazanır. İlk yaratılışta var olan, dış etkilerle değişmemiş tabiî durum, bu sözcük ile ifade edilir. Fıtratın oluşum süreci -birçok tanımlanamayan kavram gibi- olup biten ve başlangıçta belirli olan bir durum değil, öğrenmeyle gelişen ya da körelen kuvvetler taşır. Bu sebeple sosyal-iletişimsel beceriler geliştikçe ya da değiştikçe yaratılışın da bu yöne taşınacağı düşünülmelidir.[ii]

Rûm Sûresi 30’uncu âyette, “O hâlde ey insan, sen yüzünü ve yönünü her türlü bâtıl inanç ve ideolojiden uzaklaşıp bir tek Allah inancına sımsıkı bağlayan bir Hanif olarak dosdoğru bu dine, Kur’ân’ın ortaya koyduğu bu mükemmel inanç sistemi olan Hak Din’e çevir! Allah’ın insanın tabiatına uygun olarak nakşetmiş olduğu o saf, temiz ve doğal fıtrat dinine… Unutma ki, toplumlar ve çağlar ne kadar değişirse değişsin, Allah’ın yarattığı ve varlık üzerinde egemen kıldığı kanunlarda ve gönderdiği inanç kurallarında hiçbir bozulma, pörsüme ve değişiklik göremezsin. İşte dimdik ayakta duran din budur! Ne var ki, insanların çoğu bu gerçeği bilmezler” buyrulmuştur.

Fıtrat kelimesi Kur’ân’da sadece bu âyette geçer. Aynı kökten gelen “fetara” fiili “yarattı” ve “Fâtır” ismi de “Yaratan” anlamında olmak üzere defalarca kullanılmıştır. Sözlükte “ilk yaratılış hâli, temiz ve aslî tabiat” anlamına gelen fıtrat, beşerî varlığın Allah’ın yaratma fiili sonucunda ortaya çıkan başlangıçtaki saf ve aslî hâlini ifade eden ahlâk ve psikoloji ile ilgili bir terimdir. Kur’ân’da ve Hazreti Peygamber’in hadislerinde fıtrat kelimesinin, insan kişiliğinin çevre etkilerinden bağımsız olarak var olan özünü ve bütün insanlar için ortak ve genel olan oluşum ve gelişim kapasitesini belirtmek üzere kullanıldığı görülür. Tek tek her bir insanın geliştirdiği kişilik özellikleri bu ortak fıtrattan beslenir.

İslâmî öğretiye göre insanın ilk yaratılış durumu, temiz ve günahsız, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın ve insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özellikleri bünyesinde taşıyan bir potansiyel tamlığa sahiptir. İnsan fıtratında Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabiî bir eğilim vardır. Hatta İslâm âlimleri genellikle bu eğilimin ilk yaratılış ânında insanla Allah arasında yapılmış temsilî sözleşme ile ilintili olduğu kanaatindedirler.[iii]

Yaratılışın bir özelliği, insanla birlikte var olan bütün ihtiyaçların insanın bir bütün hâlinde gelişmesini olumlu yönde desteklemesidir. İnsanın ihtiyaçlarına aykırı bir yolla insanın doğasının bozulmasının, İslâmî terminoloji içerisinde “dalâlet” yani sapkınlık olarak yorumlanması da bundan dolayıdır.[iv]

Bu âyet yaratılış ve değişim (tağyir) kelimeleriyle kurulan bağlantıyla, kınama bağlamında yer alan “Allah’ın yaratışını/yarattığını değiştirecekler” ifadesinin yer aldığı Nisâ Sûresi 119’uncu âyetle bağlantılı değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır. Ayrıca “Sünnetüllah”ta değişme olmayacağını haber veren İsrâ 33, Ahzâb 62, Fâtır 43 ve Fetih 23’üncü ayetlerde Sünnetüllah çoğunlukla toplumsal yasalar ve daha ileri yorumla tabiat kanunları şeklinde anlaşılarak bunlarda değişme olmayacağı yönüyle fıtratla irtibatlandırılmıştır.[v]


Fıtrat, İslâm literatüründe üzerine yoğun anlamlar yüklenen Kur’ân ve Sünnet kaynaklı bir kavramdır. Yaratılışın özünü, ilke ve esaslarını ifade etmek için fıtrat kavramı kullanıldığı gibi, her bir varlığın yaratılıştan getirdiği ortalama maddî ve manevî varlığını ifade etmek için de fıtrat kavramı kullanılır. Müşahede âlemimizdeki her bir varlığa Allah yaratılıştan maddî bir suret ve manevî kabiliyetler vermiştir.[vi]

Rûm Sûresi 30’uncu ayette “insanları onun üzerine” kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz’î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır. Dış etken, kazanma ve âdet gibi ikinci derecede bulunan sebeplerinden sarf-ı nazarla düşünülmesi gereken ilk yaratılış ve aslî yaratılış da denilen, asıl fıtrattır. İnsanın “insan oluşu yönünden tabiatı” budur. Meselâ insanın yaratılışında iki gözü bulunması asıldır. Bununla beraber, anadan âmâ doğanlar da bulunabilir. Fakat bu genellikle insanların üzerine yaratıldığı asıl fıtrat ve tabiat çeşidi değil, ikinci derecede görünür sebep olarak düşünülecek cüz’î ve şahsî bir yaratılıştır ki insan gerçeği onsuz da meydana çıkabilir. Ferdin cüz’î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Meselâ gözün fıtratı, Hakk’ın ayetlerini görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir.

Bunun gibi, bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir. Ve fıtrat, hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Meselâ insanın acıkması ve yemeye, içmeye meyletmesi, yaşamak için kendisine lâzım veya faydalı yahut daha uygun olanı alma hikmeti içindir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk uğruna israf ile midesini bozmak için değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, sapıklığa düşülmüş olur. İnsanın, insan ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk’ı tanımak ve gerçek Yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh yanlış duysun, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir. Nitekim fıtrat üzere giden veya fıtrata yakın olan temiz ruhlar yalanı, eğriliği, bilmezler. Eğrilik meyli sonradan gelip geçici olarak kazanılan bir azmanlıktır.[vii]

Kısaca hadîs-i şerif ile anlatıldığı üzere “insanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden, çeşitli yaratılış ve karakterlerde” bulunabilirlerse de asıl insanlık fıtratı, insan tabiatı bakımından hep birdir. Âdemoğludur. İnsanın, insan olma yönüyle asıl fıtratı (yaratılışı), Yaratıcısına boyun eğmek, “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk yapsınlar diye yarattım” (Zâriyat, 56) buyurulduğu üzere Yaratan Allah’a kulluktur. Dinsizlik fıtrata (yaratılışa) aykırı bir sapıklık olduğu gibi, Allah’tan başkasına tapmak da öyledir. Fıtrat dini, Allah dini, Haniflik (tek Allah inancına bağlılık) İslâm’dır.

“Allah katında gerçek din, İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 19)

“Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi ister istemez O’na boyun eğmiştir. Sonunda da ancak O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Âl-i İmran, 83)

Şu hâlde din hususu, arzulara göre değil, Allah’ın birliği ile insanlığın birleşmesi üzerine yürümelidir. Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kabiliyeti diye, fıtrata sarılmayı da gereğince amel ile tefsir etmişlerdir.[viii]

İslâmî öğretiye göre insanın ilk yaratılış durumu, temiz ve günahsız, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın ve insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özellikleri bünyesinde taşıyan bir potansiyel tamlığa sahiptir. 

Her doğan, İslâm fıtratında doğar

Din duygusu insan fıtratının temel bir özelliği olmakla beraber, bu kendiliğinden uyanıp gelişmez. Zira insanda hazır bir Allah inancı değil, onu bu inanca götürecek kabiliyet ve imkânlar vardır. İnsan kendi iç dünyası veya dış âlem üzerinde derinlemesine bir araştırma ve düşünmeye koyulduğunda yahut 33’üncü ayette ve Kur’ân-ı Kerim’in başka yerlerinde değinildiği üzere çaresizlik ve sıkıntı içinde bocaladığı bir anda bu duygunun belirtileri açıkça gözlenir. Fakat bu tabiî eğilimin kişilik çapında yapılanması ve kalıcı bir özellik hâlini alması, içtenlikle ortaya konacak ciddî bir arayış ve çabayla birlikte, uygun bir çevrede gerçekleşebilir. Nitekim vaktiyle birçok cana kıydıktan sonra bundan pişmanlık duyup tövbe etmek isteyen kimseye o dönemdeki peygamberin çevresini değiştirmeyi tavsiye ettiğini belirten Resûl-i Ekrem, bu hususa işaret etmiştir.[ix]

Hazreti Enes’ten (ra) rivayet edilen bir hadiste, “Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtratı, Allah Teâlâ’nın dinidir” buyurulmuştur. Ebu Hüreyre’den rivayet olunan bir hadîs-i şerifte de buyurulmuştur ki, “Her doğan, fıtrat üzere doğar. Öyle iken ana babasıdır ki onu Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecûsileştirir”.[x]

Nitekim hayvan, derli toplu bir hayvan yavrular; içlerinde bir enenmiş (burnu veya diğer organları kesilmiş) görür müsünüz? Demek ki fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Burnu, kulağı sonradan kesilir. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi, manevî ve ahlâkî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemâlini bulur. Ahiret de bu iki sonucun birine göre olur. Bu durumda dinin iki kayağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç… Fıtrat sadece İlâhîdir. Gerçek bir yöneliştir. Allah’ın emrini yerine getirerek Allah’a ermek için hep Hakk’a doğru bir gidişi ifade eder.[xi]

Bir başka hadîste de çocuğun konuşmaya başlayıncaya kadar fıtratını koruduğu belirtilerek, kültür değerleriyle ilişki kurmanın en önemli vasıtası olan dilin bu konudaki etkisine işaret edilmiştir. İslâm bilginlerine göre göze görme kabiliyeti verildiği gibi, fıtrata da Allah’ı tanıma ve O’na kul olma yatkınlığı verilmiştir. Henüz dış tesirlerin etkilemediği ve bozmadığı fıtratın yönü hayra, iyiye ve Allah’ın birliğini tanımaya yöneliktir. Fıtratın Fâtırına (Yaratıcısına) delâleti tabiî olduğu için her insanın fıtratında, vicdanının derinlerinde bir hak duygusu ve marifetullah gizlidir. Ancak nasıl ki bir hastalık veya bir engel sebebiyle geçici veya sürekli olarak gözün görmesi mümkün olmuyorsa, fıtrat da dış etkilerle gerçek kabiliyet ve hedefinden uzağa düşebilir.

Bir başka anlatımla, fıtratın belirleyici bir özelliği varsa da zorlayıcı bir etkisi yoktur; o daha çok haricî tesirlere göre değişik şekiller alır. Bu sebeple, insandaki öfke, şehvet, menfaat düşkünlüğü gibi eğilimlerin de varlığını dikkate alan İslâm ahlâkçıları, dinî ve ahlâkî kurtuluş için tek başına fıtratın yeterli olmadığını, doğru dine yöneltecek bir peygambere ve ayrıca insanın aklını ve iradesini geliştirmesi için samimî bir çaba ortaya koymasına ihtiyaç bulunduğunu belirtmişlerdir.[xii]

Hanif din

Hanif, “hanef” mastarından bir sıfattır. Lügatte hanef ise sapıklıktan istikamete, çarpıklıktan doğruluğa meyildir. Nitekim doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye “cim” ile “cenef” denir. Şu halde “hanif”in asıl anlamı, “eğriliği bırakıp doğrusuna giden” demektir. Bu mânâ ile örfte İbrahim milletine isim olmuştur ki “başka dinlerden, bâtıl mabudlardan çekinip yalnız bir Allah’a eğilen, Allah’ı bir bilen” demektir. “Şirk koşmaksızın tek Allah’a inananlardır.” (Hacc, 31)

Demek ki buradaki “hanîfen”, ötedeki şirkin, ilimsiz olarak hevaya tâbi olmanın tam zıddı olan hakka meyli, doğruluğu, tevhidi ifade etmektedir. Ve mânâ şu olur: Sen yüzünü dine öyle tut, öyle tam yönel ki o eğriliklerden, o bozuk hevalardan, bâtıl meyillerden sakınıp yalnız hakka meylederek dosdoğru Allah fıtratına, -dine veya hanifliği açıklamadır yani fıtrat olan (yaratılışa uygun düşen) Allah’ın dinine, Allah’ın o fıtratına, o yaratışına- sarıl ki insanları onun üzerine yaratmıştır. Hepsi yaratılış sözleşmesinde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf, 172) hitabına “Belâ” (Evet, Rabbimizsin) demiştir. İnsan olarak yaratılmayı kabul etmekle Yaratanın Rabliğine şahit olmaya söz vermiştir. Yaratılışın Yaratanına delâleti tabiî (doğal) olduğu için her insanın yaratılışında, kendisine dair bilincinin aslında vicdanının derinliğinde bir hak duygusu, Allah’ı tanıma gizlidir. Onun içindir ki, başlarının son derece sıkıldığı zaruret zamanlarında inatçı kâfirler bile, derinden derine Yaratana bir sığınma hissi duyarlar. Nitekim “İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rablerine duâ ederler” (Rûm, 33) ayetiyle bu hatırlatılacaktır.[xiii]

Ayette, “Sen Hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel” buyurularak, fıtrat ile din arasındaki uyuma, fıtrattaki saf ve temiz yapıya, ayrıca insana da bu konuda görev düştüğüne yani onu korumak için gayret sarf etmesi ve iradesini kontrol altında tutması gerektiğine işaret edilmektedir.[xiv]

Kazanç, sübjektif ve objektif çeşitli şartlar içinde duygunun hareketleri, zihnin düşünceleriyle ilgili olduğundan, fıtratın istikametine aykırı heveslere, zararlara, haksızlıklara, isyan ve şirke sürükleyebilir. Bundan koruyacak olan ise dindir. Bunun için buyuruluyor ki, “Dine Hanif (Allah’ı bir kabul edici) olarak yüz tut, Allah’ın fıtratına sarıl”. Allah’ın yaratmasını değiştiren yoktur yahut Allah’ın yaratışına bedel bulunmaz. Bu cümlenin inşâ veya ihbar olarak birkaç mânâya ihtimâli vardır. Yani Allah’ın asıl yaratışı olan fıtratı gereğinin aksine giderek bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın. Çünkü Allah’ın yaratışına bedel bulunmaz. Zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanatla yerine koyamazsınız. Yahut Allah’ın yarattığı fıtratın aksine din uydurmaya, hüküm koymaya kalkışmayın. Siz, meselâ erkeği dişi, dişiyi erkek yapamazsınız. Yahut Allah’ın yaratışını başkalarına isnat etmeye, başkalarını yaratıcı yerine koyup da ortak koşmaya, Allah’ın hükmünden çıkmaya çalışmayın. Çünkü Allah’ın yarattığı milki, sizin milkleriniz gibi değiştirilmez. Din, fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir.[xv]

Allah’ın yaratmasını değiştiren yoktur yahut Allah’ın yaratışına bedel bulunmaz. Bu cümlenin inşâ veya ihbar olarak birkaç mânâya ihtimâli vardır. 

Allah’ın yaratışında değişme yoktur

“Fıtrat” kelimesinin İslâmî terminolojideki diğer bir anlamı da “âdet ve sünnettir. Bütün peygamberlerin ve ilâhî dinlerin doğru ve güzel bulup benimsedikleri ve Müslümanların yapmaları gerekli olan dinî âdet ve uygulamalara da fıtrat denir.[xvi]

Allah’ın yaratışında değişme yoktur. Fıtrat neyse, fıtrat dini olan İslâm neyse, nasıl bir hayat yaşamanızı istiyorsa öylece yaşamaya bakın. Çünkü Allah’ın dini gayyimdir. Allah’ın dini başka hiçbir dine, hiçbir sisteme muhtaç olmadan kendi kendine kaim olan bir dindir. Bir başka dinin, bir başka yasanın desteğine ihtiyacı olmadan varlığını sürdüren bir dindir. Çünkü bu din, Hayy-u Kayyum olan, Kendi Kendine var olan ve varlığını sürdürmesi konusunda hiç kimseye muhtaç olmayan Tek Allah’tan gelme bir dindir. Kıyamete kadar yeryüzü insanlığının problemlerini çözümleyecek bir dindir. Ama insanlardan pek çoğu bunu bilmiyorlar. İnsanlardan pek çoğu bu Allah dinini bir kenara bırakarak kendi hevâ ve heveslerine tâbi oluyorlar.[xvii]

Nisâ Sûresi 119’uncu ayette ise, şeytana uyarak Allah’ın yaratmasını/yarattığını değiştirmek kınanmıştır. Bu ayette değişim fiili için “tağyir” kelimesi kullanılmıştır. Allah başlangıçta varlığı vücuda getirmiş ve kâinatı yoktan var etmiş, sonra kâinatta her varlık türü için ayrı ayrı oluşum ve meydana gelme kanunları koymuştur. “Yaratılış kanunları” diyebileceğimiz bu kanunlarda, mucize olması dışında bir değişme olmaz. Yaratılışın diğer bir değişmeyen tarafı, her varlık türünün belli ölçülerde ve standartlarda yaratılmasıdır. Bununla kastedilen, varlıkların prototip üzere, tek tip yaratılmaları değil, tür için ortak ve ortalama standartların bulunmasıdır. Nitekim bir bozukluk olması dışında, meselâ bütün insanlar iki gözlü, iki kulaklı ve on parmaklıdır. Yaratılışın diğer bir değişmeyen tarafı ise her varlık türüne verilen genel anlamdaki kabiliyetlerdir. Meselâ balık yüzebilir, kuş uçabilir, insan iki ayağı üzerinde durabilir, düşünebilir, medeniyet kurabilir. Bazı kabiliyetler ortak olsa da her türde potansiyel olarak var olan ortak ve değişmez kabiliyetler bulunmaktadır.[xviii]

Rûm Sûresi 30’uncu ayette geçen “Allah’ın yaratışında değişme yoktur” cümlesi ile ilgili başlıca yorumlar şöyle özetlenebilir:

a) Allah’ın esas yaratışı olan fıtratın gereği dışına çıkarak onu bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın, çünkü onun yaratışına bedel bulunmaz, zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanat ve çabayla yerine koyamazsınız.

b) Allah’ın yarattığı fıtrata uygun olmayan bir din uydurmaya, ahkâm koymaya kalkışmayın.

c) Allah’ın yaratmasını başkalarına isnat etmeye, başkalarını da yaratıcı yerine koyup şirk koşmaya yeltenmeyin, zira Allah’ın mülk ve egemenliği sizinkiler gibi değişikliğe uğratılamaz.

d) Din, fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki (gene) selâmeti geliştirmek içindir.

e) Allah Teâlâ insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa Kendisi onda bir değişiklik yapmaz.[xix]


Fıtrat üzere yaşamak

Kâinatın Yaratıcısı ve Âlemlerin Rabbi olan Allah, insanoğluna yol göstermek için dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiş, bu yolla insanlara ulaştırdığı mesajlarıyla iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın bazı örneklerini göstermiş ve ipuçlarını vermiştir. Somut varlıklar arasında yegâne sorumlu varlık olan insan, aslında Allah’ın kendisine yaratılıştan vermiş olduğu fıtrî kabiliyetlerle iyiyi ve doğruyu bulma yeteneğine sahip olmakla beraber, Allah geniş rahmet ve merhametiyle yine de insanlara yol göstermiştir. Allah’ın kitabında ve Rasûlullah’ın sünnetinde açıkça emredilen şeyler fıtratımızın gereği, açıkça yasaklananlar ise fıtratımıza aykırı davranışlardır. Bunun yanında, vahyin ışığında makâsıdü’ş-şerî’a ve mesâlih’i-mürsele ilkeleri çerçevesinde alan uzmanlarının rehberliğinde içtihadî olarak emredilmesi gereken şeyler fıtratımıza uygun, yine içtihadî olarak yasaklanması gereken şeyler de fıtratımıza aykırıdır.

Daha basit bir ifadeyle, vahyin rehberliğinde aklın kılavuzluğu ile iyiyi ve güzeli tespit ederek o çerçevede bir hayat sürmek, fıtrat üzere yaşamaktır.[xx]

Kadın-erkek ve aile açısından fıtrat

Kur’ân-ı Kerim’de, Nisa Sûresi 32’nci ayet-i kerimede bildirildiği gibi, kadın ve erkek cinsiyeti birbirinden fıtrat olarak farklı yaratılmıştır. İki cinsiyete de birbirinden farklı üstünlükler verilmiştir. İki tarafın da yaratılış özelliklerini koruması ve karşı cinse benzememeye gayret etmesi gerekir. Allah Rasûlü, “kadına benzeyen erkeğe ve erkeğe benzeyen kadına” lânet etmiştir. Fakat günümüzde “cinsiyet eşitliği” politikaları yüzünden iki cinsiyet yaratılış özelliklerini kaybederek hızla birbirine benziyor. “Cinsiyet eşitliği zehrinden korunmak, bireyi ve aileyi korumak için cinsiyet özellikleri ve her cinsiyetin kendine mahsus güzelliklerinin öğrenilmesi ve cinsiyet kimliğine sahip çıkılması için çalışmalar yapmak, cinsiyet farklılıklarının dinî ve psikolojik açılımlarını yapmak[xxi] gibi birçok sloganla bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.

Erkek ve kadının fıtratını bu şekilde değiştirme çabaları aile içi şiddeti doğurmuştur. Vazife ve sorumluluk bilincinden uzak bir erkek, kaba kuvvetle kaybolan itibarını bulamayacağı gibi, erkeğe özenen bir kadın da uyguladığı psikolojik şiddetle bu işin altından kalkamaz.

Bugün aile içi şiddet olaylarını incelediğinizde, ilk sırada kadınların, sonra çocukların ve son olarak da erkeklerin mağdur olduklarını görüyoruz. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda kadınların yüzde 40,7’si aile içi şiddete maruz kaldıklarını, bunların yüzde 91’i eşi, yüzde 19,7’si eşinin yakınları tarafından kendilerine şiddet uygulandığını belirtmiştir. Kadınların yüzde 56,9’u aile içinde şiddet uygulayanların erkekler olduğunu, şiddetin en çok kadınlara (yüzde 59,8) ve çocuklara (yüzde 32,4) uygulandığını belirtmişlerdir. Çalışmaya katılan kadınların büyük bir bölümünün (yüzde 59,7) şiddeti fiziksel şiddet olarak tanımladıkları, ekonomik ve cinsel şiddeti tanımlayanların olmadığı görüldü. Kadınlar ekonomik yetersizliğin (yüzzde 58,8) aile içi şiddeti arttıran en önemli neden olduğunu belirtmişlerdir.[xxii]

Bu araştırmalar konuya sadece kadın cephesinden bakarken, Alman Federal Kriminal Polis Birimi’nin (BKA) yayımladığı 2017’yi içeren son raporunda, ülke genelinde aile içi şiddete maruz kalanların yüzde 17,9’unu erkekler oluşturuyor. Bu da saldırı, taciz, tecavüz, cinayet ve özgürlükten mahrum bırakma gibi kayıt altına alınan toplam 127 bin 236 vakadan 23 bin 872’sinin erkek mağdurlardan oluştuğu anlamına geliyor. Ancak BKA, erkeklerin kendilerine uygulanan şiddeti şikâyet etmekten utandığı için gerçek sayının çok daha yüksek olabileceğine dikkati çekiyor.[xxiii]

Bizde yaşanan bir başka haber de şöyle: Samsun Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, ŞÖNİM’e, kurulduğu 2012 Aralık ayından bu yana 9 bin 59’u kadın, 406’sı erkek olmak üzere toplamda 9 bin 474 şiddet mağduru başvurdu. Başvuranların büyük çoğunluğunun sözel, fiziksel ve psikolojik şiddet gördükleri belirtildi. ŞÖNİM 2018 yılında ise bin 458’i kadın, 68’i erkek olmak üzere toplamda bin 526 kişiye hizmet verdi.[xxiv]

Aslında mesele salt olarak ne erkek, ne de kadın meselesidir. Mesele insan meselesidir. Meseleye insanlık açısından baktığınızda taşlar yerine oturacaktır. İşine geldiğinde dine, işine geldiğinde örfe sarılan kişiler, Allah’ın insana yüklediği sorumlulukları unutarak eşref-i mahlûkat mertebesinden esfel-i safilîn çukurlarına savrularak insaniyetten hayvaniyete ve hatta hayvaniyetten daha aşağı derekelere düşmektedirler.


Aile içi şiddetin çeşitlerine baktığımızda, fıtraten bozulan insanın neler yapabileceğini görebiliriz. Uzmanlara göre aile içerisinde şiddet davranışı genelde 5 alt grupta değerlendirilir:

1. Fiziksel şiddet: Dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türüdür.

2. Cinsel şiddet: Seksüel motivasyona bağlı şiddet türüdür.

3. Duygusal istismar: Sevgi göstermeme, aşağılama, devamlı eleştirme, kıskançlık, reddetme gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türüdür.

4. İhmâl: Daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin sosyal ve maddî ihtiyaçlarını gidermeme, bunları sağlamada ihmâl göstermektir.

5. Ekonomik istismar: Ekonomik istismar özellikle yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. Kişinin parasını yönetmek, şahsa ait paraya veya kazanç sağlanmasına izin vermemektir.[xxv]

Yine yapılan araştırmalarda ailede şiddet uygulayan kişilerin yüzde 60 ilâ 72’sinde alkol ve madde kullanımı gözlenirken, yüzde 85’inde antisosyal, borderline, edilgen-saldırgan paranoid kişilik özellikleri, öfke denetiminde sorunlar, dürtü denetim bozuklukları gözlenmektedir.[xxvi] Bu araştırma sonuçları da tezimizi destekler mahiyettedir. Alkol ve uyuşturucu dinimizce yasaklanmış şeylerdir. Peşinden gelen diğer rahatsızlıklar da çoğunlukla bu ikisinin tetiklediği psikolojik rahatsızlıklardır.

Sonuç

Yaratılışın özünü, esasını ve temelini teşkil eden fıtrat, Allah’ın yaratılış kanunudur ve bu özelliği itibariyle değişken değildir. Yaratılmış her varlığın bir fıtratı vardır ve bu fıtrat, o varlığın türüne ait maddî ve manevî ortak nitelikleri ifade eder. İnsanın fıtratı da insanoğlunun fizikî ortak niteliklerini ve doğuştan özümüze yerleştirilen temel kabiliyetleri ifade eder. Mahlûkatta oluş ve yok oluş arasında daimî bir deveran, değişim ve dönüşüm esastır. Buna mukabil, yaratılış itibariyle fıtratta sonsuz bir çeşitlilik içinde bir değişmezlik ve standart söz konusudur.

Değişim sürekli olduğuna ve insanoğluna da hem kendini, hem de diğer varlıkları değiştirme kabiliyeti verildiğine göre, insan bu kabiliyetini kullanacak, maddî ve manevî varlığını fıtratına uygun olarak iyi yönde geliştirerek değiştirecek, diğer varlıklar üzerinde yapacağı tasarruflarda da onların fıtratlarını gözeterek bütünsel hayrı ve iyiliği hedefleyecektir. İmar, inşâ, değişim ve yenileşme kaçınılmazdır. Fıtrata uygun olan ve Müslümandan beklenen, bütün değişim ve yenileşmelerde bireysel ve toplumsal iyiliği ve hayrı esas almasıdır.[xxvii]

Fıtrat, tüm mahlûkatın yaratılışında ona yüklenen bir hilkat yazılımıdır. Bu yüzden fıtratına uygun yaşayan her mahlûk huzurlu olacaktır. Suda yaşayan bir balığı sudan ayırırsanız ölecektir. Tropik bir bitkiyi soğuk iklimlerde yetiştiremezsiniz. Bunun gibi, insanın da fıtratına yüklenen inanç hasletini ortadan kaldırırsanız, ortaya bir canavar çıkarırsınız. Erkeğin fıtratı başkadır, kadının fıtratı başka. Erkeğin ve kadının fıtratını bozmak, aile birliğine vurulan en büyük ve en sinsi darbedir.

İnsanın bu hayattaki sınavı, kendisini en güzel ve değerli surette yaratan Rabbinin kendisine verdiği tertemiz fıtratı koruyarak geliştirmek ve Yaratıcısına kâmil bir mümin olarak dönmeyi başarabilmektir.[xxviii]

 



[i] Hayati Hökelekli, TDV İslâm Ansiklopedisi Fıtrat Maddesi, c:13, s: 47-48, İstanbul, 1996

[ii] Dr. Yurdagül Mehmedoğlu, Yaratılışı Niteleyen Kavram: Fıtrat

[iii] Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri

[iv] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[v] İsmail Yalçın, “Değişim ve Yenileşmede Fıtrat Çizgisi”. Tevilat 1/1 (2020), 97-120.

[vi] İsmail Yalçın, agm

[vii] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[viii] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[ix] Diyanet Tefsiri

[x] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[xi] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[xii] Diyanet Tefsiri

[xiii] Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Rum: 30

[xiv] Diyanet Tefsiri

[xv] Elmalılı

[xvi] Diyanet Tefsiri

[xvii] Ali Küçük, Basair-ul Kur’an, Rum: 30. Ayet tefsiri

[xviii] İsmail Yalçın, agm

[xix] Diyanet Tefsiri

[xx] İsmail Yalçın, agm

[xxi] Sema Maraşlı, Fıtrata Uygun Hayat Projesi

[xxii] Nuran Güler, Hatice Tel, Fatma Özkan Tuncay, Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete Bakışı, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 27 (2): 51 – 56, 2005

[xxiii] https://tr.euronews.com/2019/06/19/almanya-aile-ici-siddete-maruz-kalan-erkekler-icin-koruma-programi-baslatiyor

[xxiv] https://www.yenisafak.com/gundem/406-erkek-siddet-magduru-olarak-devlete-sigindi-3443021

[xxv] Gülseren Ünal, Aile içi şiddet, Aile ve Toplum Yıl: 7 Cilt: 2 Sayı: 9 Ocak-Mart 2005

[xxvi] Gülseren Ünal, agm

[xxvii] İsmail Yalçın, agm

[xxviii] Elif Erdem, Her İnsan Fıtrat Üzere Doğar