Mahallemiz değişti

Artık bambaşka bir zamandayız! Bahsini ettiğimiz komşuluğun dillere alınmadığı, çocukların hayatı balkonlardan veya pencerelerden izlemek zorunda bırakıldığı dönemlerdeyiz. İşte o saymakla bitiremediğimiz mahalleler birer birer öldü!

GEÇEN hafta, Ankara bürokrasisinde önemli bir koltuğu dolduran dostumuzu ziyaret ettiğimde, başka bir bürokrat ile bir STK temsilcisi de dâhil oldu sohbetimize.

Çaylar eşliğindeki kısa bir gündem değerlendirmesinin ardından, kanayan yaralara merhem sürme arzusu baş gösterdi. Aynı dertten mustarip olanların çıkardığı ses de hâliyle aynıydı: “Mahallemiz değişti üstat, mahallemiz!”

İrkilmiştim ancak bana yeni ufuklar açan bu cümlenin bir makale yazma fikrini doğurmasına da sevinmiştim…

Mahalle, çocukluğumuzun gençliğe evrildiği dünde kalan yılları barındıran ve “Hey gidi günler!” diye yâd ettiğimiz muhitin adı…

İşgallerle “devlet” gibi en büyük, göçlerle “millet” gibi kutsal değerlerimizi yok ederek elimizden almaya çalışan Batı menşeli art niyet taşıyıcıları, şimdilerde elimizde kalan son kültürel değeri, “mahallemizi” yok etmeye çalışıyorlar.

Mahalle, sokaklarında genç kızların güvenle gezdiği, yabancının gözünden, yoldan geçenin ise ayak sesinden, hatta arabasından çıkan egzoz sesinden tanındığı; dalı sokağa sarkan meyve ağaçlarından elma, armut, vişne toplamanın hırsızlık sayılmadığı; cenaze evine olan saygıdan dolayı televizyonu kapatmakla yetinmeyip üzerine dantelin atıldığı; ortak çeşmesinden evlere su taşındığı, camisinde yan yana gelinerek saf tutulduğu; salça çıkarmadan konserve yapmaya, halı kilim yıkamadan ceviz toplamaya, erik kurutmadan erişte kesmeye varıncaya kadar karşılıksız ve koşulsuz yardıma koşulduğu; ekmeği bölüşmenin, acıyı ve sevinci paylaşmanın yaşandığı yer…

Sokaklarını oyun alanı, okul bahçelerini futbol sahası yaptığımız, sarsılmaz arkadaşlıkların başlangıç noktası, küçüğünden büyüğüne aile bağı kurduğumuz, aradan geçen onca zamana rağmen unutamadığımız hatıraların yaşandığı ve iç içe olduğumuz, omuz omuza verdiğimiz günlere şahitlik eden mahallelerimiz…

Sabah akşam yolda rastladıklarımıza, kolumuzun ve dilimizin “Yoruldum” demesine kulak tıkayarak selâm vermekten haz aldığımız ve sadakatle süren komşuluklara ev sahipliği yapan mahallelerimiz…

Yaşlının koluna girildiği, elindeki fileye yardım edildiği, hastalandığında ziyarete koşulduğu, yemeğe katılan tuzun, fincana atılan kahvenin, pastaya konulan yumurtanın utanıp sıkılmadan istendiği, kapı önlerinde kaynayan semaverin etrafına davet edilmeden diz kırıp mis kokulu çayların içildiği, akşam oturmasına bayram neşvesiyle gidildiği mahallelerimiz…

Sokağında köpeklerin, kedilerin, tavukların, hindilerin, kazların ve ördeklerin dolaştığı, “Komşuda pişer, bize de düşer” atasözünün sıklıkla yaşandığı; baklavaların, böreklerin, çöreklerin konulduğu tabakların boş gönderilmediği, paylaşım kültürüne sahip mahallelerimiz…

Salı ve Perşembe günleri Türk filmi, hafta sonları Western türü, çizgi film ve belgesellerin izlenmesi için sinema salonu gibi doldurulduğu evlerdeki televizyon başlarında komşularını ağırlayan mahallelerimiz…

Kandillerde, bayramlarda yüzü gülen çocukları barındıran, aşureden kurban etine, helvadan bahçe mahsulüne ikramın yapıldığı mahallelerimiz…

Salça sürülen ekmekle buluşma yerine gidilen, susadığında rastgele kapıdan su istenen, yolda kime rastlasan “aileden” saydığın, çiçekleri ve çocukları, hatta evin anahtarı teslim edilen itimat yurdu mahallelerimiz…

Artık bambaşka bir zamandayız! Bahsini ettiğimiz komşuluğun dillere alınmadığı, çocukların hayatı balkonlardan veya pencerelerden izlemek zorunda bırakıldığı dönemlerdeyiz. İşte o saymakla bitiremediğimiz mahalleler birer birer öldü!

Şerif Mardin tarafından, bundan 14 sene evvel ortaya atılan sosyolojik kavram da bu ölümü hızlandırdı.

“Türk küçük geleneğinde normlardan sapmalara karşı hoşgörünün olmadığını, bu durumdaki bireylere karşı bir göz baskısı uygulandığını ve bunun yeni olmadığını” ifade ettiği yorumlanan bu görüş, dönem itibariyle terminolojideki yerini alsa da her seferinde polemik unsuru oldu.

Üçüncü ve son aşamada ise, açılan market ve süpermarket zincirlerine direnemeyen bakkallar kepenk kapatırken, tek katlı veya bahçeli evlerin yerini apartman veya rezidansların alması, beşerî münasebetlerin zayıflamasına, komşuluk ilişkilerinin de tümden bitmesine neden oldu. Ve mahallelerin cenaze namazı kılındı!

Yarım asırlık bir özlenmişliğe dair kurulan cümleler hitamında, “değişerek gelişme” kuralının çiğnenmesine, mahalleden uzaklaşırken aslında kendi benliğimizden ve kültürümüzden de ıraklaştığımıza, fedakârlık, yardımseverlik, iyilik, vefa, selâmlaşma, ziyaret etme, kaynaşma gibi son derece faydalı ve sosyolojiyi güçlendiren hasletleri yitirdiğimize ve de bencillik, nemelâzımcılık, gösteriş ve kibir gibi dengeyi altüst eden çağın acımasız dişlilerine teslim oluşumuza bir hayli üzüldüğümü, üzüldüğümüzü eklemek istiyorum.

Bu yüzden olsa gerek, biz değişirken “bizim mahalle” değişti, mahalle değişirken de biz değiştik…