GEÇEN hafta, Ankara
bürokrasisinde önemli bir koltuğu dolduran dostumuzu ziyaret ettiğimde, başka
bir bürokrat ile bir STK temsilcisi de dâhil oldu sohbetimize.
Çaylar eşliğindeki kısa bir gündem değerlendirmesinin ardından, kanayan
yaralara merhem sürme arzusu baş gösterdi. Aynı dertten mustarip olanların
çıkardığı ses de hâliyle aynıydı: “Mahallemiz
değişti
üstat, mahallemiz!”
İrkilmiştim ancak bana yeni ufuklar açan bu
cümlenin bir makale yazma fikrini doğurmasına da sevinmiştim…
Mahalle, çocukluğumuzun gençliğe evrildiği dünde kalan yılları barındıran
ve “Hey gidi günler!” diye yâd ettiğimiz muhitin adı…
İşgallerle “devlet” gibi en büyük, göçlerle “millet” gibi kutsal
değerlerimizi yok ederek elimizden almaya çalışan Batı menşeli art niyet
taşıyıcıları, şimdilerde elimizde kalan son kültürel değeri, “mahallemizi” yok
etmeye çalışıyorlar.
Mahalle, sokaklarında genç kızların güvenle gezdiği, yabancının gözünden, yoldan
geçenin ise ayak sesinden, hatta arabasından çıkan egzoz sesinden tanındığı;
dalı sokağa sarkan meyve ağaçlarından elma, armut, vişne toplamanın hırsızlık
sayılmadığı; cenaze evine olan saygıdan dolayı televizyonu kapatmakla
yetinmeyip üzerine dantelin atıldığı; ortak çeşmesinden evlere su taşındığı, camisinde
yan yana gelinerek saf tutulduğu; salça çıkarmadan konserve yapmaya, halı kilim
yıkamadan ceviz toplamaya, erik kurutmadan erişte kesmeye varıncaya kadar
karşılıksız ve koşulsuz yardıma koşulduğu; ekmeği bölüşmenin, acıyı ve sevinci
paylaşmanın yaşandığı yer…
Sokaklarını oyun alanı, okul bahçelerini futbol sahası yaptığımız, sarsılmaz
arkadaşlıkların başlangıç noktası, küçüğünden büyüğüne aile bağı kurduğumuz, aradan
geçen onca zamana rağmen unutamadığımız hatıraların yaşandığı ve iç içe
olduğumuz, omuz omuza verdiğimiz günlere şahitlik eden mahallelerimiz…
Sabah akşam yolda rastladıklarımıza, kolumuzun ve dilimizin “Yoruldum”
demesine kulak tıkayarak selâm vermekten haz aldığımız ve sadakatle süren komşuluklara
ev sahipliği yapan mahallelerimiz…
Yaşlının koluna girildiği, elindeki fileye yardım edildiği, hastalandığında
ziyarete koşulduğu, yemeğe katılan tuzun, fincana atılan kahvenin, pastaya
konulan yumurtanın utanıp sıkılmadan istendiği, kapı önlerinde kaynayan
semaverin etrafına davet edilmeden diz kırıp mis kokulu çayların içildiği,
akşam oturmasına bayram neşvesiyle gidildiği mahallelerimiz…
Sokağında köpeklerin, kedilerin, tavukların, hindilerin, kazların ve
ördeklerin dolaştığı, “Komşuda pişer, bize de düşer” atasözünün sıklıkla
yaşandığı; baklavaların, böreklerin, çöreklerin konulduğu tabakların boş
gönderilmediği, paylaşım kültürüne sahip mahallelerimiz…
Salı ve Perşembe günleri Türk filmi, hafta sonları Western türü, çizgi film
ve belgesellerin izlenmesi için sinema salonu gibi doldurulduğu evlerdeki televizyon
başlarında komşularını ağırlayan mahallelerimiz…
Kandillerde, bayramlarda yüzü gülen çocukları barındıran, aşureden kurban
etine, helvadan bahçe mahsulüne ikramın yapıldığı mahallelerimiz…
Salça sürülen ekmekle buluşma yerine gidilen, susadığında rastgele kapıdan
su istenen, yolda kime rastlasan “aileden” saydığın, çiçekleri ve çocukları,
hatta evin anahtarı teslim edilen itimat yurdu mahallelerimiz…
Artık bambaşka bir zamandayız! Bahsini ettiğimiz komşuluğun dillere
alınmadığı, çocukların hayatı balkonlardan veya pencerelerden izlemek zorunda
bırakıldığı dönemlerdeyiz. İşte o saymakla bitiremediğimiz mahalleler birer
birer öldü!
Şerif
Mardin tarafından, bundan 14 sene evvel ortaya atılan sosyolojik kavram da bu
ölümü hızlandırdı.
“Türk küçük
geleneğinde normlardan sapmalara karşı hoşgörünün olmadığını, bu durumdaki
bireylere karşı bir göz baskısı uygulandığını ve bunun yeni olmadığını” ifade ettiği
yorumlanan bu görüş, dönem itibariyle terminolojideki yerini alsa da her seferinde polemik
unsuru oldu.
Üçüncü ve son aşamada ise, açılan market ve süpermarket zincirlerine
direnemeyen bakkallar kepenk kapatırken, tek katlı veya bahçeli evlerin yerini apartman
veya rezidansların alması, beşerî münasebetlerin zayıflamasına, komşuluk ilişkilerinin
de tümden bitmesine neden oldu. Ve mahallelerin cenaze namazı kılındı!
Yarım asırlık bir özlenmişliğe dair kurulan cümleler hitamında, “değişerek
gelişme” kuralının çiğnenmesine, mahalleden uzaklaşırken aslında kendi
benliğimizden ve kültürümüzden de ıraklaştığımıza, fedakârlık, yardımseverlik,
iyilik, vefa, selâmlaşma, ziyaret etme, kaynaşma gibi son derece faydalı ve sosyolojiyi
güçlendiren hasletleri yitirdiğimize ve de bencillik, nemelâzımcılık, gösteriş
ve kibir gibi dengeyi altüst eden çağın acımasız dişlilerine teslim oluşumuza
bir hayli üzüldüğümü, üzüldüğümüzü eklemek istiyorum.
Bu yüzden olsa gerek, biz değişirken “bizim mahalle” değişti, mahalle
değişirken de biz değiştik…