MAĞLÛBİYET, mağlûp olma ya
da yenilgi...
Bir
anlamda eksikliğin, başarısızlığın, yetersizliğin göstergesi… Ancak zafere
mukabil, ona duyulan ihtiyacı ortaya çıkarabilecek hâl...
Bir
dairede, hayatın başlangıcıdır yenilgi. Semâvî dinlerin, insanın yeryüzündeki
serüvenini başlattığı Âdem ile Havva anlatısıdır yanılgı ile gelen yenilgi. Âdem’in
yenilgisi ile insan yeryüzüne indirilmiş (düşürülmüş) ve yeni yenilgilerle
düşmeye devam edeceği bir süreç başlamıştır. Elbet daha sonra zaferler de
meydana gelmiş ve dünya hayatı ardı sıra galibiyetler ve mağlûbiyetler hâlini
almıştır.
Bu
süreçte zaferler tepelere çıkışla yâd edilmiş, mağlûbiyetler ise diplere düşüşle…
Bu
noktada bir Türk atasözü, aslında yanılgılarla meydana gelen yenilgiyi farklı
bir evreye taşıyor: “Adam yenilmekle
marifetli olur, yanılmakla âlim.”
Kendi kanaatim ile bu safhanın
bir üst seviyesinde, “İnsan, yanılgılardan
meydana gelen yenilgilerle adam olur” da diyebilirim.
İnsanoğlunun yeryüzüne
indirilmesine sebep olan Âdem ile Havvâ’nın yanılgılarının akabinde gelen
yenilgi, akla, “Ahiret hayatı için gereken bu dünyadaki yenilgi nedir?” sorgusunu
getirmekte. Fakat yeryüzüne inişin sebebi kabul edilen yenilgi, netîcede ahiret
hayatı için de geçerli sayılabilir.
Yenilgiyi içerisinde
bulunduğumuz yeryüzü macerası çerçevesi ile daraltmaya çalışırsak, kavramın
genişliğinden kaçamayız. Bu bağlamda yenilgiyi olumlamak, zaferi değerinden mahrum
bırakmaz, aksine daha da anlamlandırır diyebiliriz.
Aynı bağlamda olumsuz zaferden,
sadece zâhirî ya da yenilgisiz elde edilen zaferlerle bahsedilebilir. Yani haysiyetin,
namusun, vicdanın pazara çıkarılarak elde edildiği zaferler…
Bizim bahsimiz ise yenilgi
ile kazanılan zafer… Julius Caesar’ın deyimi ile “yetim mağlûbiyetlerin” getirdiği zafer…
Yenilgi ile yeryüzüne
düşürülen insan, hayatı boyunca yenilgilere maruz kalır. Her günah çukurunda
farklı bir yenilgi tadan insan, her tövbe ile de o çukurdan çıkmaya gayret
eder. Her düşüş nasihat içerir ve alınabilen dersler geleceğe ışık olur. O hâlde
yenilgi sayesinde düşülen çukurun karanlığı ile insana aydınlığın da değerine
vâkıf olabilme ihsan edilir. Bu noktada insan, zaferdeki hazzı tahayyül ederek
yenilemez. Çünkü aksine, yenilgideki haz mevzubahistir. Yani “yenilgi yenilgi
gelecek olan zafer” hesap yapmanın göstergesi olduğundan, netîce olarak bir
çıkar gözetmeyi, kâr elde etmeyi ummaktan başka bir şey olamaz. Zaten çıkar
sahiplerinin adam olabilmesinin önündeki engel de bu kötümserliktir. Çünkü
kötümserliğin sermayesi hamâkâttir. Hamâkâtin belirtisi ise çıkar beklentisi
ile yapılan hesaptır.
Tekrar yenilgi içerisindeki
hazza dönecek olursak, örnek olarak, âşıkın maşukuna olan mağlûbiyetinden söz
edebiliriz. Dairenin genişliğinde ise bu dünyada bulunmanın temel amacındaki mağlûbiyet
kâfi olabilir.
Yeryüzündeki maceranın temel
amacı mağlûbiyet olarak kabul edilebilirse, bu amaçtaki izâfî zirve, “insanın
kendi mezarı başında ağlayabilmesi” olabilir. Bu zirve, hikmet dairesinin
“ölmeden önce ölmek” ifadesinin hangi noktasına düşer, bilinmez. Fakat Âdem’in
tövbesinde geçen “kendine ettiği zulüm” ve akabinde gelen merhamete dair umut,
yeryüzü macerasını ve bu maceranın sonunun insanoğlunda yansıması belki şu
hâlde olabilir:
İnsanoğlu kendine ettiği
zulüm (yanılgılar netîcesinde düştüğü yenilgi) ile “kendi mezarında ağlayabilmeli”
ve ettiği tövbelerde barınan merhamet ümidi ile “canı Sahibine teslim ederken
tebessüm edebilmeli”.
Bu hâl içerisinde insan sadece ümit edebilir, sığınabilir. Acziyet ve mahrumiyet barındıran ümit, bu noktada yenilgi sonrası zafer beklentisiyle bir çıkar gözetmekten ayrılır. O hâlde insanın adam/âdem olabilmesi için, “yaşarken kendi mezarında ağlayabilmesi ve ölürken ümitle tebessüm edebilmesi” gerekir. Yani muzaffer olması değil, mağlûbiyetlerin muzafferi olması gerekir.