MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, Öcalan’ın Meclis’e gelerek DEM Parti grubunda “terörün bittiğini ve PKK’nın tasfiye edildiğini açıklaması” çağrısı, ezberleri bozan akıl dolu bir “strateji” idi.
Bahçeli’nin bu stratejisinin resti, sevgili müttefiklerimize(!) ve onların kucaklarında mutlu mesut oturanlara iken, çağrısı da Türk ve Kürtlerin asırlardır var olan kardeşliğinin devamı ve Türk Devleti’nin bekası için Kürtlere ve bütün bir millete yapılan “özverili” ve samimi ama bir anlamda da “son” bir seslenişti.
Bahçeli’nin şartları açık ve netti: PKK/YPG/PYD, silâhlarını Türk Devleti’ne teslim edecek, terör örgütü üyeleri de teslim olacak. Bu iki şart gerçekleştikten sonra görüşmeler başlayacak.
Kandil’in yolu ve oturduğu kucak belli; belki DEM Parti, bir ihtimâl son şansı görebilir ancak burada asıl kararı verecek olan -maalesef- bu terör örgütünü oylarıyla besleyip canavarlaştıran Kürtlerdir. Gireceğimiz büyük savaştan önce Kürtlere yapılan son çağrı şöyle: “Kardeştik ve bundan sonra da kardeş kalacaksak gereğini yapın!”
Evet, bu çağrı, bu sesleniş, sadece Öcalan’a, DEM Parti’ye ve onların dümenine girmiş olan bir kısım Kürtlere değildi. Bu çağrı, aynı zamanda bütün bir millete idi. Kardeşler kucaklaşmalı, helâlleşmeli ve büyük bir savaş öncesi tereddüt duymadan sırt sırta vermeli. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de olduğu gibi…
Peki, Türkiye’de iç barışı sağlamak için sadece Türklerle Kürtlerin kucaklaşması yetiyor mu?
Her ne kadar liderleri cehennemin dibini boylamışsa da FETÖ’nün içerideki ve dışarıdaki mankurtları için Devlet’in belirlediği bir “strateji” var mı? Zira Devlet’in kılcal damarlarında hâlâ ölümcül zehir gibi dolaşan “kripto” elemanlarının verdiği zarar, tahminlerin ötesindedir. Gayya çukuru “sosyal medya” da bu vatansızların hâkimiyeti altında. Devlet’in ve milletin aleyhine olacak her hususta algı yönetimini pes etmeden yürüten ve saf insanlarımızın kanına giren bu güruh için bir plân var mı acaba?
Osmanlı zamanından beri beraberce yaşadığımız ancak Cumhuriyet’in ilânından sonra içimizde Ahmet, Mehmet, Ömer, Osman, Ayşe, Fatma gibi isimlerimizle kamufle olan milyonlarca, evet milyonlarca Yahudi, Ermeni, Süryani, Nasturi, Keldani, Yezidi ve diğer gayrîmüslimler kimler ve neredeler? Kaçta kaçı Devlet’in kurumlarında çalışıyor? MİT’te mensup, TSK’da asker, Emniyet’te polis, Millî Eğitim’de öğretmenlik mi yapıyorlar? Kimler “gazeteci” kisvesi altında ahkâm kesiyor? Kimler “ticaret” adı altında milletin kanını emiyor ve acaba ne kadar vergi ödüyor? Acaba hangi partilere oy veriyorlar? Starbucks’larda kahve yudumlayıp Coca Cola içenlerden, Gazze’deki katliamı yapan askerlere tam destek veren markaları almakta imtina etmeyenlerden kaçta kaçı bunlardan? Sahi, bunlar niye kendi isimleriyle değil de bizim isimlerimizle aramızda dolaşıyorlar?!
İsrail’de bir üniversite kuruluyor. Bu üniversitede İslâmî “bölüm”ler açılıyor ve buralara “safkan” Yahudi çocukları alınıp yetiştiriliyor. Sonra da hangi Müslüman ülkeye gönderilecekse o ülkenin kimliğiyle oraya gönderiliyor. Acaba bu ajanlardan kaçı bizim ilahiyatlarımızda ders veriyor, cami veya mescitlerimizde namaz kıldırıyor, televizyon kanallarında yorumlarıyla ahkâm kesiyor?
Yıllar önce, senaryosunu rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı, başrolünü Kenan İmirzaoğlu’nun oynadığı “Deli Yürek: Bumerang Cehennemi” filmindeki gibi, 29 yıl imamlık yapıp sonradan MOSSAD’ın ajanı çıkan kaç ajan içimizde dolaşıyor?
İsrail Terör Örgütü’nün bakanları bile sayfa sayfa haritalar yayınlarken, adına bile bir bakanlık kurulmuşken, -güya- milliyetçi bir partimizin genel başkanı, mikrofonların karşısına çıkıp Yahudilerin ve İsrail’in bizim dostumuz olduğunu söyleyebiliyor; tarihimiz boyunca bize hiç ihanet etmediklerini ve Arz-ı Mev’ud’un bir hikâye olduğunu kamuoyuyla paylaşabiliyor. Ne hazin ki, bu adamın partisine milliyetçiler oy veriyor! AK Parti ve MHP dâhil, siyâsî partilerimizin içinde acaba kaç ajan cirit atıyor?
Sadece MOSSAD mı? CIA’yi çok kuvvetli biliriz de Alman istihbaratını hep es geçeriz. İngilizlerin istihbarat gücününse, sokacağı yeri önceden uyuşturduğu için farkında bile değiliz.
Fonlanan medyayı bir kenara bırakın, “yandaş” medya içindeki ajanların sayısı ne kadardır acaba?
Pensilvanya iblisinin çukura gömüldüğü ayine katılan Süleymancılar için Devlet hâlâ neyi bekliyor? Diğer cemaatlerin üst yönetimlerini oluşturan yapılanmaların acaba ne kadarı millî, ne kadarı temiz?
Dün olduğu gibi bugün de haini bol bir milletiz. Madem savaştayız… Bu hainleri tek tek deşifre etmeliyiz!
Mankurtlar ve hainler için yapılacak hiçbir şey yoktur. İç barışı sağlamak için, kafası karışık olanları kazanmamız ve yeni kafa karışıklarına meydan vermemek kâfi.
Madem savaştayız, o zaman, söz konusu “Vatan”sa, gerisi teferruattır!
***
Arkadaşlarımız S. Servet Hocaoğulları’nın kaleme aldığı “Kürtlerin kaderi: Türkiye Yüzyılı” ve Mehmet Serhat Bıçak’ın yazdığı “Milât: Bahçeli’nin çağrısına uymak!” başlıklı dosyalarımızı bugünkü ikinci ve üçüncü manşetlerimizde yayınladık. Okumanız dileğiyle…