Madde ve mânâ çıkmazında toplum

İki yüzyıldan beri devam eden Batı tesiri, bizi kendi tarihimize ve dinimize yabancı kılmış, kendi aramızda tartışmalı duruma düşürmüştür. Anlaşmazlık ve tartışmaların temelinde fikir, inanç ve yetişme tarzı problemleri vardır. Önümüzde önemli iki mesele durmaktadır…

HER fert, içinde yaşadığı toplumun, milletin dilini, dinini, zevk ve inançlarını, örf ve âdetlerini beraberinde taşır. Bunlardan etkilenir, yaşayabildiği kadarıyla da yaşar. İnsan hayatında madde ve mânâ yer alır. Bu iki kavram, felsefe tarihinden beri çok tartışılmakta olan ve süregelen bir meseledir.

Bazı felsefeciler için, bu dünyada görülen maddelerin boyutlarının bir de görünmeyen âlemde yansımalarının olacağını ifade eden mânâ boyutu vardır. Din adamları da bu dünya ile birlikte ahiret hayatına da dikkat çekerler. Madde ve mânâyı algılama ve anlama, fertten ferde değişir, bir bakıma da farklı bir bakış açısı sunar. Bir madde, sadece var olduğu ve bize göründüğü şekliyle mi algılanır ve anlaşılır, yoksa onun bizde oluşturduğu anlamıyla mı? Madde bir yönüyle de “mânâ” dediğimiz, bir şeyin bizde oluşturduğu karşılıktır. Meselâ, her insanın estetiği anlama ve beğenme düzeyi aynı değildir. Bu açıdan insanların madde ve mânâya bakış durumları farklılıklar içerir.

Her fert bir şeye bakar, ancak görünen şeyi farklı algılar ve anlar. Farklı bakış, doğrudan anlama yetisi olduğu kadar, düşünce farklılığıyla da ilintilidir.

Bir madde, sadece var olduğu ve bize göründüğü şekliyle ifade edildiği gibi, onun bizde oluşturduğu anlamıyla da ifade edilebilir. Gözyaşı bir maddedir, gülmek kahkaha atmak da maddeden addedilir. Ancak her ikisinin bir de görünen veya görünmeyen boyutları vardır. Yani bir ferdin zihninde, gözyaşı dökmesine veya gülmesine sebep olan, mânâdır. Kelimeler de öyledir. Madde olmakla birlikte cümle olarak ifade ettiği anlamlar, birer mânâdır. Maddenin de, mânânın da insan üzerinde etkisi vardır. Bu iki kavram da insan hayatından dışlanamaz. Her ikisi de insan üzerinde tamamlanan bir yapıdadır.

Madde ve mânânın anlam kazanması ve algılanışına Mehmet Kaplan’ın şu tespitini de ekleyelim: “Meselâ cami, dışta bakınca, şekil almış bir madde yığınıdır, objektiftir. Fakat cami, sadece maddeden ibaret değildir. O ortak bir inancın ifadesidir. Mehmet Akif ‘Fatih Camii’, Yahya Kemal ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ başlıklı güzel şiirlerinde caminin taşıdığı rûhî, mânevî ve içtimaî değerleri çok güzel ifade etmişlerdir.”*

Girişte de ifade etmeye çalıştığımız gibi, her fert, içinde yaşadığı toplumun kültürü içinde şekillenir. Kültür; fertleri aşan, fertlere şekil, yön ve şahsiyet veren bir varlıktır. Bu örnekler, inançlar, duygular ve düşünceler maddî şekiller alabiliyor ve fertlere şekil veriyorlar. Bu ifadeler bir bakıma kültürün, insanoğlunun maddî ve mânevî ihtiyaçlarının maddeleşmiş şekillerinden ibarettir.

İnsanoğlunun hayatına baktığımızda, en önemli şeyin ahlâkî değerler olduğunu görürüz. Birlikte yaşamak, aynı inanç ve kültür birlikteliğini de beraberinde getirmektedir. İyinin ve kötünün de ahlâkî bakışla toplum üzerinde etkileri olduğu görülür. Fakat materyalist anlayışta iyi ve kötünün tanımını yapmakla/anlamlandırmakla tercih başka bir yöne kayıyor. Bu anlayışa göre madde ve kişisel çıkarlar öne çıkıyor. Madde ve mânâ ile terkip edilen insanoğlu, bu iki ifadeden ayrı yaşayamaz ve kendine hayat düzenini çizer. Her kültürde mânâ, farklı şekillerde tezâhür edebiliyor. Çünkü her insan, ayrı mânevî dünyalara sahiptir ve toplumlar da bundan nasiplenmektedir. Fertler içinse maddeci yaklaşım, kişisel haz ve çıkar prensiplerine göre kendisini göstermektedir. Düşünce ve dolayısıyla yaşamdaki farklılıklar da tam da burada başlıyor. Sebebi, medeniyet ve kültür değişimleridir.

Bu değişimler toplum hayatında çok çeşitli meseleler doğuruyor. Belli bir yaş üzeri halk kesimi dinine, ibadetlerine, kültürüne bağlı kalmaya, geleneksel bir yapı içinde olmaya çalışırken, genç nesil yabancı tesirlerin altında kalıyor. Yabancı tesirler toplumun genç kuşağında başlayan değişimi ileri taşır. Bu hâle gelinmesinde de devlet politikalarının yanlış uygulamaları olduğu kadar (ve hattâ daha da ileri seviyelere varan), Batı tipi yetişen aydın kesimlerin de katkısı vardır.

Halktan kopuk aydın sınıf, halkın dinini, örf ve âdetlerini beğenmiyor ve bunlara ihanet ediyor. Bu kültür değişimi zamanla farklı bir seyir izliyor. Kendi dinine, şahsiyetlerine, tarihine, diline yabancılaşıyor. Böylesi değişimlere yani dilini ve dinini kaybeden milletlere dair örnekler var. Meselâ Türk olan Bulgarlar, Macarlar, Avarlar, din ve dil değiştirmek sûretiyle milli duygularını kaybetmişlerdir.

İki yüzyıldan beri devam eden Batı tesiri, bizi kendi tarihimize ve dinimize yabancı kılmış, kendi aramızda tartışmalı duruma düşürmüştür. Anlaşmazlık ve tartışmaların temelinde fikir, inanç ve yetişme tarzı problemleri vardır. Önümüzde önemli iki mesele durmaktadır: Birincisi, Batılı aydın tipi tabakasıdır. İkincisi de kendi dinini iyi anlamayan, diline ve kültürüne sahip çıkmayan toplum kesimidir.

Her fert hür düşünebilmeli, fikirlere açık olmalıdır. Bir düşünceye aşırı derecede bağlanmak ve başka düşünceleri sorgulamadan her düşünceye karşı çıkmak, halk içinde ötekileştirme hastalığıdır. Bu hastalık, düşünce ve inanç sahiplerinin birbirleri arasında hakikatleri görememelerine sebep olmaktadır.