GÜNÜMÜZ dünyasında ideal
bir sistem ve buna müştak bir medeniyet bulunmuyor. Ne Batı, ne de Doğu, bir
insanın bütün donanım ve potansiyellerine cevap verecek mahiyette değil. Buna
rağmen hem Batı, hem de Doğu’da değerlerin bütüncül toplanması neticesinde bir
insanın bütün değerlerini şaha kaldıracak verilerin olduğu gerçektir.
Özellikle
Batı bir değere sarıldığında onu bırakmak bilmiyor ve değerleri zamanla aşınmaya
uğrayıp hiçleştiğinde aynı tutumunu koruyor. Hâl böyle olunca, Batı’dan
insanlığa cevap verebilecek bir medeniyet inkişaf etmiyor.
Doğu’da
ise değerler zamanla anlam kaybına uğradığından, asrın idrakine uygun bir
medeniyet anlayışı peyda olmuyor. Bu tür Doğu medeniyetleri aslında kendilerini
(tabir yerindeyse) güncellemeli. Bu tam anlamıyla maya, doku ve değerlerin
asrın idrakine uygun formatta yeniden sunulması anlamındadır.
Batı
ve Doğu’nun değerleri bir araya getirilip yeni bir medeniyet doğrudan inşâ edilemez.
Bu değerlerin formel hâle sokulup her toplumun kendi maya, doku ve özüne uygun
olarak harmanlayıp yeniden pişirmesi gerekir. Bu şekilde bir anne sütü gibi
gıda olabilir; aksi durumda saman tarzı bir gıda hükmünde kalır.
Bu
tür bir gıdayı pişirip bir medeniyet anlayışıyla dünyaya sunabilecek ilk toplum,
hiç şüphesiz bu aziz millettir. Bu aziz millet, Doğu ve Batı’nın değerlerini
maya, doku ve öz ile akademik çerçevede pişirip köyden kente kadar bütün
toplumun idrakine uygun şekilde yoğurabilirse yeni bir medeniyet anlayışı
sunabilir. Aksinin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Bu
medeniyetin kökleri ve dalları en derinlerden en yükseklere kadar uzanmaktadır.
Bu medeniyetin inşâ edilmesi mânâ eksenli olmak zorundadır. Çünkü madde, mânâ
ile ayakta kalır. Mânânın olmadığı bir yerde madde hiçlik denizidir. Bu
minvalde madde “mâkâm, para, mal, mülk, şan ve şöhret” olarak düşünülebilir.
Günümüzde
bu şekildeki bir madde anlayışı maalesef hükümran durumdadır. “Mânânın hiçbir
önemi kalmamış” desek abartmış olmayız. Kendimiz olmaktan ırak kaldık. Batılılardan
ayırt edilmiyoruz. Gönüller, mânâlar ve anlamlar boş ve bîçare kaldı. Madde ejderhası her gün bütün değerleri yutuyor,
bizler sadece seyrediyoruz. Şehirler anlamsızlaştı.
Bir
Batı şehrinden, bir de bizden insan manzaralarına bakın, cadde ve sokakları
birlikte kıyaslayın, fark göremezsiniz. Oysa her kültür ve medeniyetin kendine
has özelliklerinden, cadde, sokak ve insan davranışlarından yansımalar
beklenir. Böyle bir fark ve farkındalık olmadığına göre durup düşünmek gerekir.
Ama düşünmek gerekliliğini kabul edenlerin sayılarının da fazla olduğunu
söyleyemem.
Bizim
gibi Doğu toplumlarında demokrasiler yukarıdan aşağıya doğru ilerler. Bu
nedenle formel olarak devletin kurumlarının bu şekilde yapılanması ve buna göre
kök salmanın hedef hâline sokulması gerekir. Yoksa toplumun alttan yukarı doğru
medeniyet tasavvuru zor görünmektedir.
Bütün
dünyada felsefe, bilim ve din, toplumlara yön veren yapıdadır. Batı’da felsefe
daha ağırlıklıyken, Doğu’da daha çok din ağır basmaktadır. Ancak her bilim,
felsefe ve dinin amacı gerçeği bulmak ise, birbirleriyle çelişmeleri de
gerekmez.
Günümüzde
hem Batı’da, hem de Türkiye’de felsefe ve dinin çatışma aşamaları bir hayli
fazladır. Burada en önemli mihenk noktası, bilim, felsefe ve din kavramlarının
kişiler tarafından yorumlanmasından kaynaklanıyor olmasıdır.
Türkiye
gibi ülkelerin yalnız bırakılmaması gerektiğini savunan Batılıların bilim ve
felsefe üzerinden Türkiye’ye dair verileri iyi niyetli olarak görülemez.
Özellikle bazı Oryantalistlerin art niyetli ve kasıtlı olarak bu toplumun
değerlerinin dibine bomba yerleştirdiğini inkâr edemeyiz.
Türkiye
kendi bilim, felsefe ve din anlayışını ortaya koyacak ve yeni bir dünya görüşü
açığa çıkaracak potansiyeldedir. Bunu ne kadar erken başarırsa o kadar erken
mesafe kat eder. Aksi durumda her geçen gün kayıp nesil artacaktır.