Maariften mârifetnâmeye

Yıllar yılı bize biçilen libaslar ne üzerimize uydu, ne de içinde mutlu olabildik. Son yıllarda birçok konuda yerli-millî hamlelerin ortaya çıkardığı enerji ve bu enerjiden haberdar olan ümmetin umudu vahdetin müjdecisi olduğunu gören müstevlilerin baş vurdukları/ başvuracakları yol bellidir. Yıllardır gördüğümüz üzere, bize tuzak üstüne tuzak kurmaya başladılar. İçimizdeki “mankurtlar”dan da yardım alarak önümüzü kesmeye çalışıyorlar.

19 EYLÜL 2020 tarihli yazımızda “Kendi Hikâyemizden” bahsederken şöyle bir cümle arz etmiştik: İnancı, felsefesi, iktisâdı, siyâseti, hukuku, sanatı ve hayat tarzı ile hem kendimize hem tüm dünyaya sunacağımız hikâyeyi kim yazacak? Evvela ‘Bize önce bir iktidar lazım’ denildi. Lakin şimdi anlaşıldı ki önce bir ‘fikir’ lazım imiş.”

Türkiye’de 2020-2021 eğitim ve öğretim yılının namüsait şartlar altında, zerre-i korona tehdidi altında başlaması, nesillerin istikbâline dair bizi ümitsizliğe sevk etmemesi lazım.

Bu küre-i arzı titreten, maddî imparatorlukların yerlerde sürünmesine vesile olan hastalıktan kurtuluşumuzun da, istikbâle dair umutla bakmamızın da çaresi, fikrimizi peşinen söyleyelim: Bizi menzile götürecek fikrin müracaat kaynağı, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’dir.

Yüz seneden beri Müslüman milletimizi “Batı” hayranlığı kumpasına alanların, terakki etmenin şartının, çıkış yolunun, dinimizin ahkâmını bırakıp başka medeniyetlerin sahte ışıklarına doğru -diğer bir ifade ile- başkalarının tespit ettiği hayâllere yönelmemizi salık verdiler.

O akl-ı evvellere göre geri kalmamızın(!) sebebi, dinimiz imiş. Yıllardır mekteplerimizde bazen âlenî, bazen de sahte demokrasi kılıfına sararak düne dair bütün eğitim tedrisatını bırakıp, asri(!), çağcıl -ne menem bir şey ise- Batı normlarına göre yapmalı imişiz.

Nitekim öyle de yapıldı… Akl-ı selîmin tespit ettiği gibi bize yıllarca başka ülkelerin hikâyelerini anlattılar. Bu işin görevlisi Bakanlık ki, isminden gayrı millîliği olmayan bir uygulama ile İslâmî ve millî model terk edilerek, her program ve tedrisat şekli Batı normlarına uyan “eğitim-öğretim” resmî politika hâline getirildi.

Türkiye’de eğitim-öğretimin yıllar içindeki serencâmı, epeyce tutarsızlıkları beraberinde getirmiştir. Yüz yıllık zaman diliminde, kimi zaman lâdini müfredatların hâkim olduğu, dine, düne dair her şeyin reddi-miras edildiği bir materyalist dünya görüşü ve atalarımızı rencide edecek derecede tarih öğretimi, durağan ve âtıl bir dünya tasavvuru, bizim kültür kodlarınıza yabancı masalımsı şeyler adeta ezberletildi.

Batının terakkisi yerine, köhne kültürünü ve ahlâksız hayat tarzı öğretimin âdeta alâmeti farikası diye yutturuldu. Ecdâdımıza dair tarihî hakikatler tersyüz edilerek, nesillerimize ecdâdın Rıza-ı Bari uğrundaki İ’lâ’i Kelimetullâh dâvâsı, öcü gibi tanıtıldı.

Bizim yaştaki cümlenin bildiği gibi ilkokul kitaplarında âdeta slogan hâline gelen “Yat yat uyu, uyu uyu yat” tekerlemesi ki, belgesellere konu kıvamında bir garabettir.

İlk emri “Oku!” olan bir dinin, “İlim Çin'de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır” mealindeki Nebevî emrin müntesiplerinin sahibi olduğu medeniyet tasavvurumuzu bıraktırıp, modernite denilen beşerî fantezilerle dolu emperyalizmin havucunu uzattılar.

Gelin bizim aslî derdimiz olan, asıl bizi biz yapan, bizlere mâverayı gösteren, iki günün musâvî olmasına bile hoşnutluk göstermeyen İslâm’ın eğitime bakışını, idrakimiz ölçüsünde özetleyelim.  

İslâm dini bilim, öğrenme, öğretme, eğitme, yetiştirme ve olgunlaştırma dinidir. Çünkü Kur’ân’ın bütün âyetlerinde temel yönünden Hz. Peygamber tarafından öğrenme ve onun aracılığıyla öğretme vardır. Her âyet, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bir öğrenme ve öğretmedir.

Hz. Peygamber, vahiy yoluyla Allah'tan öğrendiklerini Müslümanlara öğretirdi. Anlamadıkları hususları izah eder ve belirli bir olgunluğa eriştirene kadar eğitici faaliyetlerine devam ederdi.

Diğer taraftan her mü’minin mealden bile bakarak görebileceği gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine baktığımızda insanın kendisini tanıyıp bileceği konulara bakmayı emreden 350, yeryüzünü araştırmaya teşvik eden 50, eğitim-öğretim ve pozitif ilimlere işaret edenlerin ise 750 civarında olduğunu görmekteyiz.

Akıl ve aklı kullanmayı öngören âyetlerin sayısı 65, cehâleti, bilgisizliği yeren âyetlerin sayısı ise 25 kadardır. Bu durum da göstermektedir ki İslâm dini bilim, eğitim ve öğretime çok önem vermektedir. Cehâlet ve bilgisizlik ise en büyük düşmanıdır. Bunun için eğitim-öğretim faaliyetlerinin üzerinde önemle durmuştur. Çünkü fert ve toplumların maddî-manevî alanlarda yükselmeleri ve ilerlemeleri ancak sağlam ve kaliteli bir eğitim-öğretimle mümkündür. Bu nedenlerle din ve dünya için gerekli olan bilgileri öğrenmeyi farz kılan İslâm dini, bunu sağlayacak olan eğitim-öğretimin de mükemmel olmasını ister.

Bütün ilimlerin çıkış noktası olan din ilmi, önceleri Batılı müstekbir ve oryantalistler tarafından sadece bir ibadetler manzûmesi gibi lanse edilmek istenmiştir.

Çünkü İlâhî dinler emperyalistlerin, modern Makyavelistlerin hayâtiyet sahalarını yasaklıyor. “Din eğitimi, bir bilim olarak henüz yaşadığımız çağda bilimsel etkinliklerine başlamasına rağmen, İslâm din eğitimi açısından Kur’ân’ın ilk indirildiği âyetlerden başlar.

Bu noktada Kur’ân, eğitimi “Rab” kelimesiyle ifade etmektedir. “Rab” gerçekte terbiye demektir; yani bir şeyi, durumu, hareketi ve davranışı olgunluğa ulaştırıncaya kadar tavırdan tavra bir geçiş sürecidir.

Bu açıklamalardan yola çıkarak, Kur’ân’ı ilim sahasına yerleştiren tefsir ilmiyle din eğitiminin nasıl ilişki içerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır.

Aynı şekilde Hz. Peygamber’in eğitim faaliyeti de esas itibariyle, vahyin insanlara ulaştırılarak Kur’ân perspektifinde iman, ibadet, âmel, bilgi, duygu ve hareketler açısından insanlardaki davranışların olumlu mânâda değiştirilmesi çabasıdır. Hz. Peygamber’in bu eğitim faaliyetine “tebliğ etmek” denmektedir. Tebliğ etmek, hem eğitimi hem de öğretimi kapsamına alan bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in tüm söz, fiil ve takrirlerini ilim sahası içerisine alan hadis ilminin din eğitimiyle yakından ilişkisi olduğu görülmektedir.

Günümüzde kimi kem niyetliler, bazı dinden bîhaber nasipsizlerin dillerine pelesenk ettiği, bir yaygın din eğitimi faaliyeti olarak kabul edilen tasavvuf da insanın dindarlık kabiliyetini geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Eğitim, insanları çok yönlü olarak geliştirmeyi amaçlarken, tasavvuf daha çok duyguları, “kalp”i esas alan ve onları dini yönde geliştiren bir eğitim olduğunu söylemek mümkündür.

Yıllar içinde kasıtlı olarak bu millete unutturulan, bugün ise bize ışık olacak siyer ve megâzî kitaplarında Hz. Peygamber dönemi kısaca özetleniyor. 

İslâm’dan önce Arap yarımadasında basit düzeyde de olsa eğitim faaliyetleri bulunmaktaydı. Araplar arasında geçerli olan bilgiler, şiirin yanı sıra daha çok basit gözlem ve tecrübeye dayanan tıp, kıyâfe, ırâfe ve kehânet gibi alanlarla ilgiliydi.

Ancak bu bilgiler o günün dünyasında Arapları söz sahibi kılacak tutarlı ve sistemli bilgiler değildi.

İslâm’ın zuhuru ile birlikte başta Arapların ve daha sonra Müslüman olan diğer milletlerin önünde geniş ufuklar açılmaya başladı.

Bunun en önemli etkenlerinden biri Kur’ân’ın Müslümanları bitkiler, hayvanlar, tarih, coğrafya ve astronomi gibi alanlarda inceleme ve araştırmaya teşvik etmesidir.

Başlangıçta dinî bilgilerin öğretilmesine önem verilmekle birlikte Resûl-i Ekrem’in gayretini sadece ruhanî ve mânevî saha ile sınırlandırmak mümkün değildir.

Nitekim kendisi, hastalanan kişileri tedavi olmaları için henüz Müslümanlığı benimsememiş olan Hâris b. Kelede es-Sekafî adlı bir tabibe gönderiyordu.

Resûlullah, daha bi’setin 4’üncü yılında Mahzûm kabilesinden Erkam’ın evinde Müslümanlara Kur’ân okuyor, onları dönemin ağır şartları karşısında inanç ve sabır konusunda eğitiyordu.

Medine’ye Mus’ab b. Umeyr’i yollayıp oradaki Müslümanları İslâm hakkında bilgilendirmişti. Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen esirlerin okur yazar olanlarından her birinin Medineli on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesini isteyen Resûlullah, bir yandan bilenlerin bildiklerini saklamayıp yaymalarını emrederken bir yandan da hicretten sonra ihtiyaç duyulan yörelere öğretmenler gönderiyor, ayrıca yeni Müslümanların, bilhassa uzakta oturan kabile mensuplarının Medine bölgesine gelip yerleşmelerini istiyordu.

Şüphesiz bunda, putperest kabileler arasındaki Müslümanların o çevrede İslâm’ı öğrenip uygulama güçlüğü çekebileceği endişesi yanında Medine’yi İslâmî bir eğitim merkezi hâline getirme niyetinin bulunduğu da düşünülebilir.

Bu siyaset, Mekke’nin fethine kadar devam etti. Resûl-i Ekrem döneminde cami en önemli eğitim ve öğretim merkeziydi. Hicretin ardından inşâ edilen Mescid-i Nebevî’de namaz için kullanılan bölümün yanında bir bölümün (suffe) eğitim ve öğretim faaliyetlerine ayrıldığı bilinmektedir.

Bizzat Hz. Peygamber, suffede ders vermiş, gerek burada gerekse başka mekânlarda bu faaliyetlere sürekli katılmasından dolayı, “Allah beni muallim olarak gönderdi” demiştir.

Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen esirlerin okuryazar olanlarından her birinin Medineli on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesi karşılığında 4.000 dirhem tutarındaki fidyeden muaf tutulması, Hz. Peygamber’in eğitim ve öğretime verdiği önemin açık göstergesidir.

Eğitim ve öğretimde muallim olan Hz. Muhammed (as)’ın bize ser-levha olacak metodu: Faydalı Bilgilerin Öğretilmesi: İslâm dini faydasız değil, faydalı bilgileri öğrenmeyi ve öğretmeyi amaçlamıştır. Yüce Peygamberimiz, “Allah’ım, fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım” diyerek faydasız bilgiyi öğrenmenin gereksizliğini açıkça vurgulamıştır.

Atalarımız da “Lüzumsuzu bırak, lüzumluya bak” sözüyle bu konuya dikkati çekmişlerdir.

Faydasız şeylerle meşgul olmak zaman, enerji ve materyal israfına yol açtığı gibi gelişmeye de bir katkıda bulunmaz.

Hem dinî hem de müspet bilimlerin öğretilmesi: İslâm dini hem müspet ve hem de dinî ilimleri öğrenmeyi vazgeçilmez kural olarak vaz etmiştir. Meselâ fıkıh ilminin sahasına açıkça giren 150 kadar âyete mukabil fizik, kimya, astronomi, biyoloji, tıp gibi müspet ilimlere dair 750 kadar âyet vardır.

Eğitimin uygulamalı olması: Hem teorik, hem de pratik uygulamalı öğrenimi hedeflemiştir. “İlmiyle âmil olmak” diye dinî bir ifademizi devamlı kullanırız. Yani “bildiğini uygulamak” önemlidir. Bu durum ibadetlerde geçerli olduğu gibi müspet ilimlerde de geçerlidir. Öğrenilenin tatbikata geçirilmesi İslam dininin önem verdiği bir konudur. Uygulamalı eğitim ve öğretim yapan milletler, eğitimde ezbercilikten kurtulmuşlar ve buna dayalı olarak da eğitim yoluyla kalkınmanın meyvelerini yemişlerdir. Günümüz dünyasında bilhassa meslekî eğitimde teorik olarak öğretilenlerin pratik uygulaması da yaptırılmaktadır.

Eğitimde örnek olma motifinin kullanılması: Günümüzdeki ifadeler ile söylersek “rol-model” Peygamberimiz, insanları eğitmede devamlı “örnek olma motifi”ni kullanmıştır. Peygamberlik öncesi 40 yaşma kadar dahi çevresine iyi bir örnek olmuştur. Bunun için kendisine “Emin=Güvenilir” sıfatı takılmıştır. Eğitici, öğrettiğinin uygulamasını başkalarından istiyorsa önce kendisi uygulayıcı olmalıdır. Bu durum bilhassa çocukların eğitiminde önemlidir.

Yıllar yılı bize biçilen libaslar ne üzerimize uydu, ne de içinde mutlu olabildik. Son yıllarda birçok konuda yerli-millî hamlelerin ortaya çıkardığı enerji ve bu enerjiden haberdar olan ümmetin umudu vahdetin müjdecisi olduğunu gören müstevlilerin baş vurdukları/başvuracakları yol bellidir. Yıllardır gördüğümüz üzere, bize tuzak üstüne tuzak kurmaya başladılar. İçimizdeki “mankurtlar”dan da yardım alarak önümüzü kesmeye çalışıyorlar.

Atalarımızın dediği gibi, “Korkunun ecele faydası yok”. Kur’ân ahkâmı, Sünnet-i Seniyye rehberimiz ve yol göstericimiz oldukça, siyâsetimiz, maarifimiz, endüstrimiz hülâsa maddî ve manevî kalkınmanın iksiri inancımızın itici gücündedir. O İlâhî iksir, bizi sâlimen menzile götürecektir inşaellah! Vesselâm…