
LOZAN Antlaşması hakkındaki tartışmalarda, Lozan’ın bir zafer anlaşması olduğunu savunan
lobinin en çok ileri sürdüğü husus, bu antlaşmanın “Türkiye’nin tapusu” olduğu
iddiasıdır. Bu iddia, dikkat edilirse, İngiltere ve diğer sömürgeci
müttefiklerini tapu veren, tapuyu onaylayan yetkili taraf gibi görmektedir.
Dönemin şartları içinde sömürgeciler arasında
İngiltere en güçlü olanıdır. Ancak İngiltere de her istediğini yapacak durumda
değildir. İngiltere ordusu, dört yıl boyunca Birinci Dünya Savaşı’nda
yıpranmış, büyük kayıplar vermiş bir ordudur. O dönemde en çok sömürgesi olan
ülkedir İngiltere. Kendi sömürgelerini denetim altında tutmak için önemli bir
askerî güce her zaman ihtiyacı vardır. Özetle 1923’te Türkiye’nin barışa olan
ihtiyacı kadar, İngiltere’nin de barışa ihtiyacı vardır.
Buna karşılık, İngiliz yayılmacılığı ve sömürgeciliği,
Rusya ve Fransa gibi ülkelerden farklıdır. Çünkü Fransa ve Rusya doğrudan işgal
ederek sömürgecilik yaparken, İngiltere ise kendine yakın bulduğu kadroları iş
başına getirip onların arkasında durarak sömürgecilik yapmıştır. Bunun
istisnası Hindistan’dır. İngiltere, doğrudan Hindistan’ı işgal ederek
sömürgeleştirmiştir.
İngiltere, Türkiye’de yalnızca Boğazları ve İstanbul’u
işgal ederek diğer bölgelerdeki işgalleri müttefiklerine bırakmıştır. Kemal
Paşa ve arkadaşı Fethi Bey (Okyar), Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’da
çıkardıkları Minber gazetesinde İngiltere ile işbirliğini savunmuşlardır. Kemal
Paşa, 17 Kasım 1918 tarihinde Minber gazetesinde, “İngilizler, Türkler için hayırhah
dosttur” demiştir. Padişah Vahideddin ve yakın çevresi de benzeri görüşlere
sahiptir. İTC’liler Almanya ile müttefik olduğundan ve Almanya’nın yenilmiş olmasından
dolayı Vahideddin’in yakın çevresi ile Kemal Paşa, İngiltere dostluğu ile
Türkiye’nin korunabileceği görüşündedir.
İngiliz siyasetçilerinin dillerinden düşürmedikleri
Ermenistan meselesini bile İngiltere ABD’ye havale etmiştir. ABD Kongresi ise
1919 sonbaharında aldığı karar ile “Ermenistan mandasının ABD için uygun
olmadığını” ilân etmiştir. Çünkü “Ermenistan” dedikleri alan, Doğu Anadolu
karasal iklimi nedeniyle tarıma çok uygun değildir. Kayda değer madeni ve ormanı
da yoktur. Üstelik tehcir nedeniyle bölgede Ermeni nüfusu kalmamıştır. Orada
kurulacak hayâlî bir Ermenistan’ın yaşaması mümkün değildir. “Lozan ile doğuda
Ermenistan’ın kurulması engellendi” gibi iddiaların bu bakımdan kıymet-i
harbiyesi yoktur.
Lozan’ın bir başarısı olarak doğuda Ermenistan’ın
kurulamamış olmasını ileri sürmek hayâldir. Tabiat şartlarının ve Ermeni
tehcirinin fiilen imkânsız hâle getirdiği Ermenistan’ı ABD ve İngiltere istemiş
olsaydı da kuramazdı. Nitekim General Harbord başkanlığındaki bir ABD heyeti,
Doğu Anadolu bölgesini gezip hazırladığı raporda “Bölgede Ermenistan mümkün
değildir” görüşünü savunmuştur. Rusya’da SSCB’nin kurulmasından hemen sonra,
bugün olduğu yerde ilân edilen Ermenistan ise Aralık 1920’de SSCB tarafından
işgal edilmiştir.
İtilaf Devletlerinin Anadolu’ya yerleşmesini kendi
zararına sayan SSCB yönetimi, zorunlu olarak Ankara Hüküûmeti ile işbirliği
yapmıştır ve Doğu Anadolu bölgesinde Ermenistan fiilen imkânsız hâle gelmiştir.
Üstelik Ermenistan, SSCB tarafından işgal edilmeden Kâzım
Karabekir komutasındaki Türk birlikleri ile savaşıp ağır bir yenilgiye uğramış,
Gümrü Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Ermenistan’ı yenilgiye uğratan
Türk birlikleri, Mondros Mütarekesi’nin hükümlerine rağmen korunmuştur. Kemal
Paşa komutasındaki Yıldırım Orduları ise daha mütarekeyi görmeden buharlaşıp
yok olmuştur. Buna karşılık Doğu Anadolu’daki askerî birliklerin Ermenistan’ı
yenilgiye uğratıp külliyetli miktarda askerî malzeme elde ettikten sonra Batı
Cephesi’nde Sakarya Savaşı’na gönderilmiştir.
***
Doğuda her şey hayâlî Ermenistan’ın aleyhine
sonuçlanmışken, İngiltere Lozan’da bir Ermenistan kurabilir miydi?
Savaş bitkini İngiltere için hayâlî Ermenistan
vazgeçilmez değildir. Nitekim Türk tarafını bir süre Ermenistan ile tehdit edip
sonra gündemden çıkarmıştır. Buradan Lozan Antlaşması’nın Türkiye için bir
başarı olduğu sonucuna ulaşmak mümkün değildir.
Batı Cephesi’nde ise aslında durum Yunanlıların
aleyhinedir.
Yunanistan, Türk tarafının Polatlı’ya kadar
çekilmesini fırsata çevirmek istedi. Oysa Yunanlılar askerî güçlerini aşacak
geniş bir bölgeyi (Marmara ve Batı Anadolu) işgal etmişlerdi. Yunanistan’da
kralın ölmesi ve iç mücadelelerden dolayı büyük bir buhran ortaya çıkmıştı.
Büyük Taarruz başladığında, her iki tarafın kuvvetleri aşağı yukarı birbirine
denkti. Ancak Yunanların işgalci olması, Atina’dan ikmâl yapmaları ve işgal
bölgesindeki halkın Türk olması gibi nedenler, Türk tarafı için daha elverişli
şartlar oluşturmuştur. Nitekim taarruzun başlaması ile birlikte Yunan tarafı
dağılmıştır.
İtilaf Devletlerinden İtalya, işgal ettiği
Antalya-Aydın bölgesini kendiliğinden bırakıp gittiği gibi, elindeki askerî
malzemenin önemli bir kısmını, İngiltere ile yaşadığı sorunlardan dolayı Ankara
Hükûmeti’ne bırakmıştır. Fransa ise Antep-Maraş’ta sivil halkın direnişi
karşısında büyük bir yenilgi aldığından, Ankara İtilafnamesi’ni Ekim 1921’de
yapıp çekilmiştir.
Buna karşılık, İngilizler istiyor diye Ankara Hükûmeti,
yalnızca savaştığı Yunanistan ile değil, onunla birlikte İtilaf Devletleri ile
de Mudanya Ateşkesi’ni yapmıştır. 1921’de Fransa ile “Ankara İtilafnamesi”
başlığıyla barış anlaşması yapmışken, İtalya ve İngiltere ile de hiç
savaşmamışken, Mudanya Ateşkesi Anlaşması’na bu ülkelerin de katılmasını kabul
etmiştir.
Türk birlikleri İzmir’e ulaştıktan sonra Boğazlar bölgesine
yönelmişken, Kemal Paşa, silah altındaki askerlerin önemli bir kısmını terhis
etmiştir. Oysa Boğazlar bölgesi, Doğu Trakya ve başkent İstanbul işgal
altındadır. Ve henüz barış anlaşması yapılmamıştır. Böylece Türkiye,
İngiltere’ye savaşmayacağını fiilen göstermiştir. Bunun yanı sıra, 1 Kasım
1922’de “saltanatın kaldırılması” kanunlaştırılmış ve böylece Osmanlı Devleti yıkılmıştır.
Osmanlı Devleti’ni İtilaf Devletleri değil, Ankara’daki TBMM yıkmıştır. Henüz
bir barış anlaşması yapılmamışken, sınırlar, borçlar ve göç eden nüfus gibi
hayatî sorunlar varken, Osmanlı Devleti’nin yıkım kararı Türkiye’nin zararına
olmuştur.
***
Ankara Hükûmeti bu tarihten sonra Osmanlı Devleti
yerine Türkiye’de kendisinin egemenliğinin tanınmasına çalışmıştır. İtilaf
Devletleri özellikle bu tanınma karşılığında Türkiye’den istediği her şeyi
Lozan’da almıştır.
İngiltere, Ankara Hükûmeti ile Kemal Paşa ile hiçbir
zaman sorun yaşamamıştır. Bunun ilk işaretini Mart 1921’de Londra Konferansı’na
Ankara Hükûmeti’ni davet ederek göstermiştir. Ankara Hükûmeti’nin SSCB ile
kuracağı yakın ilişki ya da ittifak, İngiltere’nin de istemediği bir sonuçtur.
İngiltere, Türkiye’yi SSCB ile ittifaka mecbur edecek bir zorlamanın içinde
olmamıştır.
Türkiye görüşmelerin İzmir’de yapılmasını, müzakere
tutanaklarında kullanılan dillerden birinin de Türkçe olmasını istedi.
Türkiye’nin istekleri reddedildi. Lozan’da yapılan görüşmelerin adı bile
İngiltere’nin isteği ile “Yakın Doğu Meseleleri” diye kabul edildi. Boğazlar
üzerinde İtilaf Devletlerinin (dolayısı ile İngiltere’nin) işgali devam etti.
Lozan’da Türk heyeti “Mîsak-ı Millî” isteğinden
vazgeçti. Çünkü Mîsak-ı Millî’de, Mondros Mütarekesi gününde (31 Ekim 1918)
Osmanlı ordularının denetiminde olan yerler kesin şekilde “Türk vatanı” kabul
edilmiş, buna karşılık mütareke gününe kadar Osmanlı ordularının denetiminden
çıkmış olan yerlerde ve Batı Trakya’da ise referandum yapılmasını öngörmüştür.
Oysa Lozan’da Türkiye, Kıbrıs ve Mısır’dan başlayarak bütün Arabistan
yarımadasını ve Musul’u İngiltere’ye, Halep ile Hatay çevresini Fransa’ya
bırakmıştır. Anadolu’nun Adalar Denizi’nde devamı durumunda olan adaların
tamamını Yunanistan’a bıraktığı gibi, Yunanistan’dan savaş tazminatı da alamamıştır.
Dönemin şartlarında Polatlı’dan İzmir’e kadar her
tarafı yakıp yıkarak çekilen Yunanistan, Batı Anadolu’yu enkaza çevirmiştir.
Yunanistan’ın yakıp yıktıkları için Türkiye’ye ödeyeceği savaş tazminatı,
Türkiye’nin yerle bir olan ekonomisini ayağa kaldırabilirdi. Yunanistan’ın
böyle bir tazminatı ödeyecek ekonomisi yoktu. Ancak o Yunanistan, savaş
tazminatı yerine Adalar Denizi’ndeki adaların bir kısmını ve Batı Trakya’yı Türkiye’ye
bırakabilirdi. Hiçbiri olmadı. Batı Anadolu yandığı gibi enkazı ile kalırken,
Yunanların barbarlığına maruz kalanlarsa katliamlara kurban oldular.
***
Lozan görüşmelerine Türkiye, İngiltere, Fransa,
İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya
katılmıştır. Bu ülkelerin son beş tanesi ile o tarihte Türkiye’nin hiçbir
sorunu yoktur. İngiltere, bunların tamamını katarak “Yakın Doğu” adı altında
hepsini Türkiye’ye karşı taraf yapmıştır. Türkiye buna bile “Hayır”
diyememiştir. Türkiye, askerlerini terhis ederek İngiltere’nin bütün
isteklerine “Evet” demeye hazır olduğunu ilân etmiştir. Lozan müzakerelerinde
de bunu göstermiştir.
Lozan konusunda Türk tarafının en çok övündüğü
işlerden biri de kapitülasyonların kaldırılmasıdır. Kapitülasyonlar, hukuk ve
ekonomi gibi iki temel kısımdan oluşmuştur. Lozan’da Türk tarafı, yapacağı
hukuk reformları için İtilaf Devletleri temsilcilerinin Adalet Bakanlığında
müfettiş olarak görevlendirilmesini kabul etmiştir. Böylece “reform” adı
altında yapılan değişiklikler, o müfettişlerin tavsiye ve denetimi ile yapılmıştır.
Bu uygulamanın sonunda İtilaf Devletlerinin itiraz etmesine yol açan hiçbir
yasa ve uygulama kalmamıştır.
Ekonomik alanda ise İtilaf Devletlerine ait şirketlere,
faaliyet alanlarına göre beşer ve onar yıllık geçiş dönemi tanınmıştır. Bu
sürenin sonunda yabancı şirketlerin mal ve hizmetlerinin alınması garantisi
verilmiştir. Lozan görüşmeleri daha sonuçlanmadan, 17 Şubat 1923’te toplanan
İzmir İktisat Kongresi ile Türkiye, kapitalizmi seçtiğini ve yabancı sermayenin
faaliyetleri için uygun düzenlemeleri yapacağını açıklamıştır. Nitekim
Lozan’dan sonra Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin çalışmaları
hiçbir şekilde engellenmemiştir.
Barış görüşmeleri için Türk heyeti, Lozan’a kalpakları
ile Türk milletini temsil etmek için gitmiştir. Ancak aynı heyet, Lozan’dan
şapka ile dönerken, Türk idarî yapısı, hukuk, ekonomi, eğitim, siyaset ve
kültür alanında tümüyle Batı ölçülerine uygun hâle getirme garantisi verdiği
için İtilaf Devletleri ile anlaşarak dönmüştür.
Türk tarafı bu durumu, “Türkiye’nin yüzünü Batı’ya
döndürmesi ve Türkiye’nin Batı tarafından tanınması, Türkiye’nin tapusunun
alınması” diye açıklamıştır. Bu açıklama, aslında Türkiye’nin üzerinde bir Batı
vesayetinin kurulduğunun itirafıdır.