
BU yazımızda
İkinci TBMM’nin 22 Ağustos 1923 Salı günü Lozan Antlaşması’nı ivedilikle görüşüp
kabul etmesi konusunu ele alacağız…
Lozan öncesi TBMM’deki atmosfer
TBMM’de yapılan bazı uygulamalara
itiraz eden İkinci Grup, ülkenin dış siyaset konularında da hassas davranmıştır.
Lozan görüşmelerinin bütünüyle Meclis’in denetimi altında yapılması, son sözü Meclis’in
söylemesi gerektiği konusunda son derece ısrarlı olmuşlardır. Mîsak-ı Millî’ye ait
sorunlar gündeme geldiğinde de bu duyarlılıkları artmıştır (Demirel, 1994:11).
Lozan’da yapılan görüşmeleri
çok dikkatli bir şekilde takip eden Trabzon Mebusu ve İkinci Grup Üyesi Ali Şükrü
Bey, Musul’un ve 12 Ada’nın başka devletlere verilmesine karşı çıkanlardan biriydi.
Bir kumandan ve bir askerî mütehassıs olan İsmet Paşa’nın Boğazlar ve askerî tahdidat
meselesini hâllettiğini, fakat bir diplomat olmadığı için diğer meselelerde muvaffak
olamadığını ileri süren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan
muazzam zaferin Lozan’da heba edildiğini söylemişti. Ali Şükrü Bey, “Anadolu’da
kazanılan zaferin Lozan’da, Lord Curzon’un (İngiliz) oyun ve hilelerine kurban edildiğini
söyleyerek, “Bu murahhas heyetinin barış üzerine bir sözü olamaz” (Kabaklı, 1989:42)
diyordu.
Dönemin Meclis Başkanı Ali
Fuat Cebesoy, Ali Şükrü Bey’den şöyle bahseder: “Ali Şükrü Bey, Lord Curzon’un oyunlarına
ve desiselerine kurban gittiğimizi iddia etmiş ve ‘Bu murahhas heyetinin sulh meseleleri
üzerinde sözleri olamaz efendiler! Artık bunların vazîfeleri bitmiştir’ demişti.
Ali Şükrü Bey, Lozan’a gidecek yeni bir heyetin neler yapması lâzım geldiğine dair
kendi şahsî mütalâalarını uzun uzun anlatmıştı. Sonra 12 Ada, Yunanistan’ın elinde
bulunan adalar ve Musul meselesi üzerinde durmuştur.” (Cebesoy, 2007:432)
20 Kasım 1922 tarihinde başlayan
Lozan görüşmelerinde ortaya çıkan fikir ayrılığı, Birinci Meclis’in sonunu hızlandırdı.
Meclis’teki muhaliflerden oluşan İkinci Grup, 1923’ün Mart ayında, “Savaş bitti,
seçim yapalım, Lozan Antlaşması’nı yeni Meclis onaylasın” teklifiyle Meclis’e geldi.
Birinci Grup reddetti. Ancak Hükûmet, Lozan’a katılmak üzere yetkilendirilince işin
zorluğu ortaya çıktı. Mehmet Doğan bu gelişmeleri şöyle izah eder: “Mustafa Kemal,
Lozan müzakerelerini eleştiren Meclis’i feshetmiş, yeni Meclis’i yine ancak anlaşma
imzalandıktan sonra toplamıştır.” (Doğan M., 2005:73)
Ertunç, Birinci Meclis’in feshedilmesini doğrudan Lozan’la
irtibatlandırır: “Mustafa Kemal için durum kritikti... Lausanne’a götürmüş olduğu
politikası, tümüyle karaya oturmuştu. Parlamentodaki söylev savaşı dokuz gün ve
birkaç gece sürdü… Muhalefet öylesine güçlenmişti ki, Mustafa Kemal’in plânladığı
büyük işlerin gerçekleştirilmesi, bu Millet Meclisi’yle düşünülemezdi. 2 Nisan 1923’te
Devrim Meclisi, 1920’den beri sürekli toplantı hâlindeki Meclis, yeni Türkiye’nin
Birinci Millet Meclisi sona erdi.” (Ertunç, 2010:58-59)
Müteakiben Meclis seçimleri
yenilenir. Yeni Meclis Atatürk tarafından tek tek tespit edilmiş üyelerle doldurulur.
İlk gündemi Lozan Antlaşması’nın tasdik edilmesi konusu olmak üzere toplanır.
İkinci TBMM, 2 Ağustos 1923’te toplanmış, ilk iş olarak 22 Ağustos 1923 Salı günü,
Lozan Antlaşması’nın ivedilikle görüşülmesini kabul etmiştir.
Mustafa Kemal, Türk heyetinin Başkakan İsmet İnönü’den
antlaşmayı imzalamasını ister ve Türk heyeti 24 Temmuz’da imza atar. İkinci Meclis
ilk toplantısını 11 Ağustos’ta yapar ve Meclis’in ilk ele aldığı mesele, Lozan Barış
Antlaşması’nın onaylanması (22 Ağustos 1923) olur. Ve Meclis, 213 kabul, 14 ret
oyu ile Lozan’ı tasdik eder.
Antlaşmaya 14 mebus “Hayır” oyu verdi. Bunlardan
5’i bir daha milletvekili yapılmadı (Doğan M., 2019:170).
Lozan’da neler oldu?
Böylece Mîsak-ı Millî sınırları
içinde bulunan bazı topraklardan Lozan’da feragat edilmiştir. Hâlbuki Birinci Cihan
Harbi’nin bitiminde Musul, Halep ve Batum dâhil, Türklerin ağırlıkta yaşadığı bütün
bölgeler elimizde idi.
3 Mart 1918 tarihinde Osmanlı Devleti ile Sovyet
Rusya arasında Brest-Litovsk Anlaşması imzalanmıştı. Kars, Ardahan ve Batum’un Türkiye’ye
verilmesi kabul edildi. Uygulamada Gürcüler ve Ermeniler bu vilâyetleri bırakmak
istemediler. Bunun üzerine Üçüncü Ordu Kumandanı Vehib Paşa harekât başlatmıştı.
14 Nisan 1918 günü ise Vehib Paşa’nın idaresindeki Osmanlı birlikleri, Batum’u işgalden
kurtarmıştı (Doğan M., 2019:26).
Lozan’daki Türk murahhas heyeti
konusunda bilgi veren kaynaklardan biri de ABD’nin ilk Türkiye Büyükelçisi John
Grew’dir. Grew, Lozan’da ABD’li petrol şirketlerinin menfaat takipçiliğini yapmakta
olduğunu söylerken, bunun için de Türk tarafının önemli katkılarını beklemektedir.
Kendi deyimiyle, “‘Tavuk kümesine dadanan
bir tilki gibi’ tam yedi kez İsmet Paşa’yı ziyaret eden ve kendi taleplerini İsmet
Paşa’ya dikte eden Grew, mücadelesinde zafer kazanır” (Grew, 200:13-29-63).
Şimdi, “Lozan da neler oldu?”
sorusunun cevabına daha genel hatlarıyla göz atalım…
Yeni misyonun kabulü
Lozan görüşmelerine gönderilen
heyetin en önemli vasfı, Mîsak-ı Millî’den vazgeçmiş kişiler olmalarıydı. Mîsak-ı
Millî Belgesi ile Batı dünyasının da onayladığı bir haritaya harâretle sahip çıkan
Türkiye, Lozan’da Mîsak-ı Millî hudutları dışındaki Türk topluluklarını da nüfûz
alanı içinde görmediğini belirtmiş oluyordu. Mehmet Doğan, bu yeni süreci şöyle
anlatır: “İsmet Paşa, Lozan Antlaşması’nın
imzalanmasından bir süre sonra -anlaşmayı uygulama garantisi olarak- Başbakanlığa
getirilmiş ve bu görevi uzun süre devam ettirmiş, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı
olarak Birinci Dünya Harbi’nden sonra Türkiye’ye biçilen statükoyu korumaya devam
etmiştir.” (Doğan M., 2005:79)
Kadir Mısıroğlu da Lozan’a
Rauf Bey yerine İsmet Paşa’nın gönderilmesinin sebebini şöyle açıklar: “Curzon’un plânını ilk başta anlamayan İnönü’nün,
daha sonra karşı tarafın amacının Türkiye’yi mâzisinden tamamen koparmak olduğunu
sezdiği hâlde, söz konusu amacın gerçekleşmesi hususunda teminat verdiği belirtilmektedir.”
(Mısıroğlu, 1971:309)
Borçların kabulü
Lozan’da Türkiye’nin aleyhine
kabul edilen şartlardan biri de Osmanlı Devleti’nin borçlarının kabul edilmesiydi.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın her şeyini reddetmişti de nedense borçlarına
sahip çıkmıştı. Bu borçlar, 25 Mayıs 1954 tarihine kadar yaklaşık 30 yıl boyunca
düzenli şekilde ödenerek bitirilmişti.
Osmanlı’nın malları
Lozan’da, Osmanlı Ailesine
mensup şahısların üzerinde görünen malların durumu da yabancı devletler için önemli
bir konuydu. Prof. Dr. Hakan Özoğlu, Amerikalı ticaret temsilcisi görünen bir kişinin
bu konuları yakından takip ettiğini şöyle anlatır: “O zamanlarda İkinci Abdülhamid’in mîrasçıları Sultan’ın özel arazileri
olduğunu iddia edip bunları geri almak için Ankara’dan talepte bulunuyordu. ABD
ticaret görevlisi, Rauf Orbay’dan hükûmetin bu konu hakkındaki tutumunu öğrenmeye
çalışıyordu. ABD’li Gillespie, Rauf Bey’e Abdülhamid’in mîrası konusunu da soruyor.
‘Hükûmetimiz, Türkiye toprakları hâricindeki mîras taleplerini tanır ama dâhilindekileri
tanımıyor’ cevabını alıyor. Yani, ‘Türkiye dâhilindeki mal, mülk, arazi taleplerini
tanımıyoruz ama Türkiye toprakları hâricinde kalan taleplerin bizim için bir mahzuru
yok’ demeye getiriyordu.” (Özoğlu, 2012)
Lozan’daki heyet müşavirlerinden Hasan Bey ise, elimizden çıkmış ülkelerdeki Türk gayr-ı menkullerini el atılmaktan korumak için bir hayli çaba göstermişti. Bu sorun Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında da gündeme geldi: “15 Ocak 1923 tarihli oturumda Türk temsilci Hasan Bey, Hazîne-i Hassa mallarının, Osmanlı Devleti’nden ayrılan topraklar üzerinde kurulan devletlere herhangi bir bedel ödenmeksizin geçirilecek malların dışında tutulmasını istedi. Hasan Bey, bu malların devlete ait olmadığını, aksine özel mülk statüsünde olduğunu belirtti.” (Koçak, 1990:16)
Kıbrıs, Batı Trakya ve Musul’un
verilmesi
Yukarıda da belirttiğimiz
gibi, bu süreçte, Mîsak- ı Millî sınırları içinde bulunan bazı topraklardan da Lozan’da
feragat edilmişti. Hâlbuki Birinci Cihan Harbi bitiminde Musul, Halep ve Batum dâhil,
Türklerin ağırlıkta yaşadığı bütün bölgeler elimizde idi.
Kadir Mısıroğlu, Kıbrıs ile
ilgili bu tarihî yanlışa nasıl imza atıldığını şöyle anlatır:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki temel belge olan
Lozan Antlaşması ile Kıbrıs, İngiltere’ye verilmişti. Osmanlı İmparatorluğu, 1571’de
fethedilen Kıbrıs’ı 1878’e kadar elinde tuttu. Lozan’da ise antlaşmanın 20’nci maddesine,
‘Türkiye, Britanya Hükûmeti tarafından Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te ilan olunan ilhakını
tanıdığını beyan eder’ diye yazıldı. Türk iç ve dış siyasetinde Kıbrıs diye bir
sorun var olmadı. Daha da ötesi, bu döneme kadar Kıbrıslı Türkler büyük sayılarla
Türkiye’ye göç etti. Bu göçler teşvik edilirken, Ada’daki nüfus dengesinin Türkler
aleyhine bozulduğu da hiç önemsenmedi.”
(Mısıroğlu, 1971:245)
Musul, Mîsak-ı Millî sınırları
içerisinde olduğu için ilk başlarda yeni Cumhuriyet’in bütün ileri gelenleri tarafından
savunuluyor, bizim topraklarımızda kalacağı söyleniyordu. Mustafa Kemal Paşa bunların
başında geliyordu. Kendisine Berlin’den mektup yazan Talât Paşa’ya, “Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün vilâyetlerimiz
bizim olacaktır” demiştir. Bu tarife, ilk kurtarılacak yerler arasına, Musul-Kerkük,
Batı Trakya, 12 Ada, hattâ (o tarihte, Türklerin yüzde 70 çoğunlukta olduğu) Yunan
Makedonyası da giriyordu (Kabaklı, 1989:33).
Meclis Başkanı Ali Fuat Cebesoy
da benzeri kanaatler açıklamıştı: “Musul vilâyeti,
bize göre Mîsak-ı Millî hudutları içindeydi. Binaenaleyh hiçbir sûretle diğer bir
devlete terk edilemezdi.” (Cebesoy, 2007:240)
Dönemin Başbakanı Rauf Bey
de Musul konusunda aynı kanaati taşıyordu ve bunun için Lozan’da bulunan İsmet Paşa’ya
bir telgraf dahi çekmişti. Hüseyin Rauf Bey’in imzasıyla ve “Zâta mahsus” kaydı
ile İsmet Paşa’ya aşağıdaki telgraf çekilmişti: “Yirminci madde-Musul meselesi. (Birinci derecede haiz-i ehemmiyettedir.)”
(Cebesoy, 2007:260)
Lozan’da esas başarının, İngiltere başta olmak üzere müttefiklere ait olduğu ortadadır. İngiltere, ne istediyse onu elde etmiştir. Boğazlardan geçiş serbestisi, Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması, Yunanlılardan savaş tazminatı alınmaması, Antakya ve İskenderun’un sınırlar dışında kalması, Musul meselesinin hâllinin sonraya bırakılması ve netîce olarak İngilizlere terki, Türkiye tarafının verdiği hiç de küçük olmayan tavizlerdir.
Lozan’da Türkiye’nin aleyhine kabul edilen şartlardan biri de Osmanlı Devleti’nin borçlarının kabul edilmesiydi. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın her şeyini reddetmişti de nedense borçlarına sahip çıkmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar
ve yönetenler, Lozan’ı büyük bir Türk zaferi olarak takdim ederken, 3 Ekim 1923’te
açılan İngiliz İmparatorluk Kongresi’nde İngiliz Başvekili Stanley Baldwin, şunları
söylemekteydi: “Bu muahede, İngilizlerin esaslı
menfaatlerini korumakla kalmayıp, aynı zamanda Yakın Şark’ta ekseriyetle bozulan
müteaddit (çok sayıda) ırk ve din menfaatlerinin telifine medar (kaynak) olacak,
devamlı bir sükûnet teminine ve iktisadî vaziyetin ıslahına yardım edecektir. İngiliz
itibarını korumak için takip edilecek yegâne yol budur.”
Türkiye’ye Lozan Antlaşması’nı
bir an evvel tasdik etmesi için baskı yapan İngiltere, Lozan’ı en son kabul eden
ülkedir! İlgili kanun tasarısı Avam Kamarası’nın gündemine Nisan 1924’te (Türkiye’de
Hilâfet’in kaldırılmasından sonra) sokulmuş ve 24 Temmuz 1924’te kabul edilmiştir.
Cemiyet-i Akvam’ın Lozan’ı tasdiki ise, Musul meselesinin İngiltere tarafından bu
kuruluşa havâle edildiği güne rastlamıştır (6 Ağustos 1924)! (Doğan M., 2014:221.)
Baş Murahhas İsmet Paşa’nın
şu sözlerinden, tek elle tutulur başarının, kapitülasyonların kaldırılması olduğu
ortaya çıkıyor: “Eğer dünyada tek kimse çıkıp
da bana, ‘Daha yapılacak fedakârlıklar vardı, şu kararı almalıydınız’ diyebilirse,
onları yapmaya râzı olurum. Ben fedakârlığı son hâddine vardırdım. Toprak meselelerinde
kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık. Azınlıklar meselesini müttefiklerin
dilediği gibi hâllettik. Boğazların serbestliğini kabul ettik. Düyun-u Umûmîye yönetiminin
faaliyetinin devamına râzı olduk. Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim,
fakat memleketin iktisadî esaretini reddettim.” (Doğan M., 2014:220-221)
Mübadele
Lozan’da toplumsal hâfızada
derin iz bırakan maddelerden biri de Nüfus Mübadelesi Anlaşması’dır. Mübadele Sözleşmesi,
30 Ocak 1923’te imzalanmış, bilâhare Lozan Antlaşması’nın bir ek protokolü olarak
onaylanmıştır. Buna göre, İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri hâriç, Türkiyeli
Ortodokslar ile Yunanistanlı Müslümanlar karşılıklı olarak zorunlu yer değiştirmeye
tâbi tutulmuşlardı.
Tarih kitaplarında işte bu
kuru bilgiler yazar. Oysa dünya tarihinin en büyük nüfus takası olan bu anlaşmanın
insanî, tarihî ve sosyoekonomik pek çok sonucu vardı.
Atina Anlaşması (14 Kasım 1913) için yapılan görüşmelerde
dillendirilse bile, mübadele fikri ciddî olarak Venizelos ve Atina Konsolosu Galip
Kemali Bey (Söylemezoğlu) arasında, 20 Mayıs 1914 tarihli görüşmede gündeme getirilir.
Harry J. Barniodis’e göre de mübadele önerisi, Balkan Savaşı sırasında Anadolu’nun
korunması için İttihatçılar tarafından önerilmişti (Dündar, 2008:217).
Böylece Mîsak-ı Millî sınırları
içinde bulunan bazı topraklardan Lozan’da feragat edilmiştir.
Kaynaklar
Cebesoy
Ali Fuat, (2007), Siyasi Hatıralar, İstanbul: Temel Yayınları
Demirel
Ahmet, (1994), Birinci Mecliste Muhalefet, İstanbul: İletişim Yay.
Doğan
D. Mehmet, (2005), Darbeler, Müdahaleler ve Siyasi Sistem, İstanbul: İz Yayıncılık
Doğan
D. Mehmet, (2014), Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Ankara: Yazar Yayınları
Doğan D. Mehmet, (2019), Millî Mücadele’nin
Zaman Akışı, Ankara: Yazar Yayınları
Dündar Fuat, (2008), Modern Türkiye’nin
Şifresi, İstanbul: İletişim Yay.
Ertunç Ahmet Cemil, (2010), Cumhuriyetin
Tarihi, İstanbul: Pınar Yay.
Grew
John, (2000), Türkiye Hatıraları, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.
Kabaklı
Ahmet, (1989), Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.
Koçak
Cemil, (1990), Abdülhamid’in Mirası, İstanbul: Arba Basın Yayım
Mısıroğlu
Kadir, (1971), Lozan Zafer mi, Hezimet mi?,
İstanbul: Sebil Yayınları
Özoğlu
Hakan, (2012), 11.07.2012