Liderler ve seçimler

Bugünkü toz duman olmuş siyâsî arena ve ortamda kimileri liderlerini, kimileri ulularını aşırı yücelterek dokunulmazlık zırhına büründürüyor, kimileri de indirgemeci bir yaklaşımla rakiplerini ve sevmediklerini yerin dibine batırıyor. Tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi…

BİZİM kültür ve medeniyet dünyamızda halka ve toplumlara önderlik ve rehberlik yapan kimseler çeşitli adlarla (unvanlarla) anılırdı. “Han”, “Hakan”, “Kağan”, “Başbuğ”, “Bey”, “Sultan”, “Şah”, “Padişah”, “Halife”, “Reis” gibi… Batılılaşma süreciyle birlikte bu durum değişikliğe uğradı ve modern zamanlarda tüm bu unvanların yerine “lider” kavramı geldi.

Aslında “lider” (İng. leader) ve “liderlik” (İng. leadership) kavramları yabancı menşeliydi. Yönetim bilimi literatürüne bakıldığında “liderlik” kavramının epistemolojik olarak çok çeşitli tanımları olsa da liderlikle ilgili olarak kısaca şunlar söylenebilir: Liderlik, bir amaç ya da ideâl için veya daha yerli ve millî bir ifâde ile bir ülkü ya da mefkûre uğruna kitlelerin etkilenerek bir hedefe doğru kanalize edilmesidir. Bunu başaran kişiye de “lider” denilir.

Yine yönetim bilimi literatürüne bakıldığında farklı liderlik yaklaşımlarının olduğu görülür. Bunlardan bazıları; demokratik liderlik, karizmatik liderlik, otokratik (otoriter) liderlik, transformasyonel (dönüşümcü, dönüştürücü) liderlik yaklaşımlarıdır.

Ayrıca, liderde bulunması gereken özelliklerle de ilgili olarak çok çeşitli görüşler vardır. Bu özellikler arasında belki de en önemli olanları şunlardır: Liderin güvenilir, inanılır, dürüst, samimi, halkına yalan söylemeyen, tutarlı, zeki, cesur, ileri görüşlü (vizyoner), risk alabilen, etkili hitâbet gücü ve adâlet duygusu...

Şimdi, önümüzde bir seçim süreci var. 14 Mayıs 2023 târihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde hiçbir aday yeterli çoğunluğa ulaşamadığı için Cumhurbaşkanı seçilemedi ve Anayasa gereği en yüksek oyu alan iki aday ikinci tura kaldı. Bunlardan birisi Sayın Recep Tayyip Erdoğan, diğeri ise Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. İkinci tur seçimleri de 28 Mayıs 2023 târihinde yapılacak.

Yukarıda izah etmeye çalıştığım bilgiler ışığında, lider, liderlik ve liderlik özellikleri hususunda meseleyi ele alarak değerlendirecek olursak, acaba Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olmaya hangi aday daha çok lâyıktır ve hangi aday Devlet’i temsil etme kâbiliyetine sahiptir?

Benim İslâmî ve ilkesel boyutta “ideâl liderlik” anlayışıma hiçbiri uymasa da, realist bir yaklaşımla ve reel politik açıdan herkes elini vicdanının üzerine koyarak ve dahi particilikten, partizanlıktan, grupçuluktan, cemaatçilikten, tarikatçılıktan, mezhepçilikten, meşrepçilikten, kavmiyetçilikten, aşiretçilikten, ideolojik bağnazlıktan, kincilikten, nefretçilikten, menfaatçilikten uzak ve arınmış bir şekilde, objektif ve tarafsız olarak bir düşünsün bakalım -tabiî bütün bunlar başarılabilirse- iki lider mukayese edildiğinde milletin maslahatı, memleketin âlî menfaatleri, ülkenin ikbâli ve istikbâli ve dahi bekâsı için hangisi daha yetkin ve yeterlidir?

Bu konularda hangisi daha güvenilir ve güven vermektedir? Hangisi daha dürüst ve samimidir? Hangisi daha inanılır bir özelliğe sahiptir? Hangisi terör ile mücâdelede daha samimi ve güven vermektedir? Hangisi ekonomik sorunların üstesinden daha çok gelebilir? Hangisi dış politikada daha başarılı olabilir? Hangisi uluslararası ilişkilerde ülkenin menfaatlerini daha iyi koruyabilir? Hangisi Türk devletleri ile ilişkileri daha yükseğe çıkarabilir? Hangisi Batılılar tarafından sömürülen mazlum milletlere daha iyi önderlik ve liderlik yapabilir? Hangisi ABD ve sömürgeci Batılılara karşı daha dik durabilir? Hangisi millî savunma sanâyiini geliştirecek projelerin altına imza atabilir? Hangisinin sözüne daha çok güvenilir?

Yukarıdaki liderlik özelliklerine hangisi daha çok sahiptir? Kemal Kılıçdaroğlu mu, yoksa Recep Tayyip Erdoğan mı? Hatta adaylardan birinde liderlik özelliklerine dair kırıntıların “k”sı bile var mıdır? Bilmiyorum, düşünmeye değer doğrusu…

Bütün bunları siz değerli okurlarımın sağduyularına, vicdanlarına ve takdirlerine bırakıyorum. Evet, biliyorum, aklınızla düşüneceksiniz ama ne yazık ki duygularınızla hareket edeceksiniz. Çünkü yapılan araştırmalar ve ampirik gözlemler bunun böyle olduğunu göstermektedir. Yâni eylemsel boyutta insanlar maalesef duygularının esiri olmakta ve bu tür kişilerin fiillerine duyguları yön vermektedir. İşte bundan dolayı insanlar yanılmakta ve kavgadan, çatışmadan, kutuplaşmadan, kin, nefret ve öfkeden bir türlü kurtulamamaktadırlar. Dolayısıyla yanlış karar vermeleri hep bu yüzden olmaktadır. Batı ve Doğu toplumları arasındaki rasyonalite ve duygusallık boyutundaki temel fark da buradan kaynaklanmaktadır.

Her ne kadar Şark toplumlarının kültür ve medeniyet yapılarında hoşgörü varmış gibi görünse de, aslında Şark toplumları kinci ve intikamcıdır. Siyâsî târih ve feodâl yapıdaki iktidar, aşiret, kavmiyet, kabile, mezhep ve meşrep kavgaları ile kan dâvâları bunun açık göstergelerindendir. Sıffin, Cemel, Kerbelâ vak’aları hep bu minvâl üzeredir. Günümüzde İslâmcısı da böyledir, dincisi de böyledir, dinsizi de böyledir.

Soruyorum: “Kindar nesiller” söylemi ne kadar İslâmîdir? Kur’ân’da Allah, Veda Hutbesi’nde Rasûl böyle bir söylemin altına hiç imza atmış mıdır? Yoksa İslâm, ismiyle müsemmâ olduğu üzere bir sûlh, salâh, barış, huzur ve kardeşlik dînî değil midir?

İşte geçmişte olduğu gibi, nasıl ki Yahudiler uluları Üzeyir’i, Hıristiyanlar da Îsâ’yı yücelterek “ilâhlaştırdılar” ise, aynı hataya düşmemek ve haddi aşmamak için Rasûl Muhammed (tüm rasûllere salât ve selâm olsun) üzerinden tüm Müslümanlar da Allah tarafından ikâz edilmiş ve uyarılmıştır. Kulu Muhammed’in (as) de kendileri gibi bir insan olduğu, aralarındaki tek farkın ise O’nun bir Rasûl olduğu hatırlatılmıştır. Dolayısıyla yüceltmeci bir yaklaşım ve mantığın çok tehlikeli olduğuna dair burada önemli bir uyarı ve vurgu vardır. Onun için “uluları Rabb edinmek” itikâdî açıdan son derece tehlikeli bir durumdur.

Ancak, bugünkü toz duman olmuş siyâsî arena ve ortamda kimileri liderlerini, kimileri ulularını aşırı yücelterek dokunulmazlık zırhına büründürüyor, kimileri de indirgemeci bir yaklaşımla rakiplerini ve sevmediklerini yerin dibine batırıyor. Tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi… Maalesef Müslüman Şark toplumları da bir türlü mâkuliyet (aklî yaklaşım) içerisinde kalamıyor ve ipin ucunu kaçırarak savruldukça savruluyor.

Ama bütün bunlara rağmen günümüz siyâsî gelişmeleri ışığında mesele değerlendirilecek olursa, “Hele bir Recep Tayyip Erdoğan gitsin de sonra bunları düşünür, konuşuruz” mu denilecektir, bilemiyorum. Böyle bir düşünce ne kadar mantıklı, tutarlı ve realisttir, onu da bilemiyorum. Ülke elden gittikten sonra “ah vah” etmenin bir anlamı olacak mıdır? Üzerinde ciddiyetle durmak ve düşünmek gerekir doğrusu…

Tüm bu hususlar oy verme sürecinde tarafımdan herkesin basîret ve firâsetine saygıyla arz edilir. Vesselâm.