BİRİNCİ Dünya Savaşı’nın
kazanan tarafında yer alan İngiltere ile Fransa’nın hiçbir zaman çok iyi
anlaştıklarına inanmadım.
Haşr
Sûresi’nin 14’üncü âyet-i kerîmesi ile şöyle buyuruyor Zülcelâl-i Ve’l-İkrâm:
“Onlar müstahkem
şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın, müttefik orduları bile
kursalar, korkularından sizinle savaşamazlar. Yahudilerin ve münâfıkların kendi
aralarındaki savaşları ise şiddetlidir. Sen onların birlik hâlinde olduğunu
sanırsın. Hâlbuki kalplerinin atışları farklı, kafaları karışık, düşünceleri
darmadağınıktır. Bu, onların akıllarını faydalı kullanamayan, gelişmemiş, cahil
bir toplum olmalarından ileri gelmektedir.”
Bu
âyetteki her kelime, varlığı bakımından ayrı ayrı tahlil edilse değer! Benim
şimdilik derdim, inandığım İngiliz-Fransız düşmanlığının Sykes-Picot’tan yüz
yıl sonra Suriye, Libya ve Lübnan özelinde tamamen ayyuka çıkması…
Âyeti
müstahkem şehirlerin dışında ve siperler arkasında bulunmamaktan bahsediyor ki
Birinci Dünya Savaşı, hava kuvvetlerinin kullanıldığı ilk savaştı.
Ve
ne kadar enteresan bir tasvirdir ki, âyette Yahudiler ile münâfıkların kendi
aralarındaki savaşın daha şiddetli olduğu vurgulanır.
İngiltere
ve Fransa, Sykes-Picot gibi bir anlaşmayı, sadece karşılarına aldıkları
“Müslüman” Osmanlı’ya karşı mücadele edebilmek için yapmıştı.
Yüz
yıl sonra Fransa da, İngiltere de bu anlaşmayla paylaştıkları alanlarda
kargaşaya düştüler. O gün Yahudilerin desteğini alan İngiltere’yken, bugün
Yahudilerin desteğini alan Fransa…
Ve
Fransa, tarih boyunca Yahudilerin destek verdiği tüm ülkelerin dünya
liderliğine oynadığını ve bunu kazandığını okuyup öğrenmiş hâlde küresel Yahudi
desteğini yanına çekmeye kararlı!
Buna
karşın İngiltere ise tek bir müttefik istiyor yanında: Türkiye…
Yalnız
İngiltere, her fâsık gibi, müttefiğine karşı arka plân kozları da hazırlıyor.
Elbette Türkiye’nin eli armut toplamıyor. Fakat buraya kadar sözünü ettiğimiz düşmanlıktan faydalanmak da gerekiyor.
Dünya,
Asr-ı Saâdet’in Medîne’sini bugün küresel çapta yaşıyor.
“Yeni
dünya düzeni” diye bir şey yok! Sadece zaman var!
Zaman,
yalnız Allah’ın kudreti elinde tek ölçü birimi… Metre de zaman, kütle de zaman,
hacim de zaman, alan da zaman…
Ve
en önemlisi, ilmin ta kendisi zaman!
İlminiz
ne kadar kuvvetliyse, zamanı bükmeniz, daha doğru ifadeyle gelişimi yakalamanız
bu yüzden o nispette kuvvetli…
Türkiye,
hem millî iradesini konuşturmak, hem insan gücünü çalıştırmak, hem de ilmî
seviyesini yakalamak bakımından insanlığın yeni zaman ayracıdır.
Ve
bunlardan bir tanesinin dahi eksik kaldığı ülke, kaybedecektir.
Yunanistan
ne millî iradesini konuşturmak, ne yeterli insan gücüne sahip olmak, ne de bilime
yaklaşmak potasındadır. Buna Almanya da dâhildir, Fransa da…
Fakat
Fransa, küresel Yahudi fikrine ikna olmuş hâlde, makine ve bilişimle insan
gücüne galebe çalacağını düşünmekte… Bu yüzden yeryüzünden insanın silinmesine
sesine çıkarmaksızın Lübnan’a, patlamanın ertesi günü beyaz bir gömlekle
damlayabiliyor Macron, efendilerinin çizdiği tablonun hâlini görmek üzere…
Bizse
insan “eşref-i mahlûkat” gözüyle bakıyoruz. Bizim nasıl baktığımızı gören
Lübnanlı, Fransa’nın liderine, Macron’a kaşını çatarken, Türkiye’ninse
liderinin memuruna bayrak açarak “Hoş geldin!” diyor.
Türkiye’nin
bu devrede, düşmanların düşmanlık köklerini kullanmaya hız vermesi gerekiyor.
Sanırım üst üste ilân edilen navteks kararları bundan kaynaklanıyor. Zira bir
yere vuruyoruz, üç yerden ses gelirken bir yerden gık çıkmıyor.
Öyleyse
anlıyoruz…
Doğru
yoldayız!