DÜNYA ve ülkemiz virüs
salgınıyla uğraşırken hayat durmuyor. İşler ve olaylar kendi rotasında
ilerlemeye devam ediyor.
Daha
önceki yazılarımızda virüs salgınının bizi içe kapatmaması ve de Suriye ile
Libya’da işlerimizi aynı kararlılık ve cesaretle yürütmemiz gerektiğine işaret
etmiştim. Zaten Devletimiz dünyanın en akıllı, en öngörülü ve en zinde
devletlerinden biri olarak bütün dinamizmi ile sahada savaşıyor. İçte sağlık
ordusuyla virüse karşı bir cephe açtı ve bu cephede sağlık ordusu can siperâne
savaşıyor; virüsün fevc fevc gelen dalgalarına sinesini siper ediyor, şehit
oluyor, hastalanıp gazi oluyor ve eli ayağı tutar tutmaz tekrar cepheye
koşuyor.
Sağlık
ordusunun bu mücadele biçimi bütün dünyanın dilinde. Herkes kendi savaşını
bıraktı, bizim savaşımızı izliyor. Bu gayet normal. Çünkü biz, ordu milletiz.
Ve bizdeki her meslek grubu ayrı birer ordudur. Hangisinin tuttuğu alana bir
saldırı gelse, o kesim cepheye atılıyor ve ölümüne savaşıyor.
Devletimizin
müşterek aklı içteki bu mücadeleyi kazanırken, çok büyük ekonomik mâliyetleri
olan bu savaşın mâlî cephesinde de ekonomi ordumuz mücadele ediyor.
Piyasanın
üç ay boyunca geçireceği ekonomik krizi çok iyi hesap eden Devlet; işsiz
kalana, faaliyetini durdurana, yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanana can
suyu olup yetişti ve piyasayı nakit sıkıntısına düşmekten kurtardı. Bunu
yaparken ne Dünya Bankası’na gitmeyi düşündü, ne IMF’ye yüz verdi. Kendi
yağıyla kavrularak bu süreçten -inşallah- dimdik ve alnının akıyla çıkan bir mâliye
ordumuz var.
Felâketle
imtihan edilmek, zinde ile kofu birbirinden ayırır. Virüs sürecinde görüldü ki,
kendisini dünyanın efendisi zannedenler, saman çuvalı gibi devriliverdiler.
Dünyanın yeni efendisi olacaklar ise, bir granit gibi felâketin rüzgârını
vakarla göğüslediler. Yeni zinde güçler içerisinde bir yıldız gibi parlayan
nadir ülkelerden biri de Türkiye oldu, çok şükür.
İnsanımızın
özgüven eksikliğini telâfi eden Devletimiz, algıya oynayan kukla muhalefetin de
ipliğini pazara çıkardı.
***
Aziz
okuyucu, sözü Libya’ya getirecektim, girizgâh aldı bizi buralara getirdi. Madem
getirdi, biz de söyledik!
Gelelim
Libya’ya…
Virüs
sürecinde darbeci Hafter’i destekleyen devletlerde bir geri çekilme hâli
yaşandı. Libya konusunda flû bir görüntü veren ABD, âdeta buharlaştı. Hafter’in
en gözü pek destekçisi Fransa’yı virüs târumâr ederek kıpırdayamaz hâle
getirdi. Hem Covid-19, hem de petrol şoku yaşayan Rusya ve Birleşik Arap
Emirlikleri, destek konusundaki iştahlarını sürdürseler de mâliyet konusundaki
şevklerini kaybettiler. Mısır, su kabarcığı gibi söndü. İsrail, bir türlü hükûmet
kuramadığı için milletvekili avlamakla meşgul.
Hafter
ile yatıp kalkan Yunan ise Adaları kurtarma derdine düştü. Libya’daki meşrû
hükûmeti destekleme hususunda Katar ile hareket eden Türkiye, süreç içerisinde
İtalya ve İngiltere’yi de yanına aldı. Bunlardan daha mühimi, Tunus’un Serrac
hükûmetine verdiği destekti. Başkan Erdoğan’ın Tunus ziyaretinde sözü alınan
desteğin teyiti, süreç içerisinde açıklandı. Tunus’un, Libya meselesinin netîceye
ulaşmasında anahtar ülke olduğunu düşünüyorum.
Bu
itibarla Tunus’un BAE, Suud ve Mısır presine rağmen Türkiye ve Katar’ın yanında
yer alması, Hafter’in ipinin daha erken çekileceği anlamına gelmektedir.
UMH
ile yaptığımız anlaşmadan sonra teknik ve askerî destek anlamında Libya’ya
yerleşen Türk varlığı, kısa zamanda UMH’nin milis güçlerini kurmay aklıyla hareket
eden düzenli birlikler hâline getirdi. 16 Nisan günü Türkiye destekli UMH
birliklerinin içinde Sabrata’nın bulunduğu batı sahilini tümüyle ele geçirmesi,
UMH güçlerini savunmadan saldırıya, Hafter’i ise saldırıdan savunmaya itti. Çünkü
Hafter’in bir gündeki toprak kaybı, Kıbrıs adasından daha büyük bir yüzölçümüne
denk gelmektedir. Batı sahilinin tamamen alınması ve buradaki stratejik Sabrata
kentinin ele geçirilmesi, Libya ile Tunus’un bağlantısını sağlayan kara yolunun
UMH’nin denetimine geçmesi anlamına geliyordu. Bu durumda gayr-i resmî olarak
Tunus sınırından da yardım ve destekler UMH güçleriyle buluşacak demektir.
***
Türkiye
destekli UMH birlikleri, Hafter’in batı sahillerindeki yenilgi şokunu
atlatmasına fırsat vermeden Trablusgarp’ın güney doğusunda yedi cephe birden
açarak Hafter’in ikmâl merkezi olan Terhune’ye doğru harekete geçtiler.
Terhune’nin düşüşünü sanırım fazla beklemeyeceğiz. Ancak Terhune saldırısı, bir
sahte saldırı da olabilir. Stratejik açıdan düşünüldüğünde, Trablusgarp’ın
güneybatısındaki Vatiyye Hava Üssü ve İkmâl Merkezi’nin ele geçirilmesi daha
makul olur.
Vatiyye
ele geçerse, Trablusgarp’ın batısından Tunus sınırına kadar olan bölge düşmüş
olur ve Hafter’in garp cephesi çöker. Ancak UMH birliklerinin ardındaki Türk
kurmay zekâsı Terhune’yi elde edince, Vatiyye’nin de büyük ölçüde düşeceğini
hesap etmiş olabilir.
Bana
öyle geliyor ki, Terhune ve Vatiyye’nin düşmesi, Hafter’in toplama ordusunu
stratejik ve psikolojik olarak dağıtacaktır. Bu durumu hesap eden kukla BAE,
kesedeki son akçelerle Rusya’nın modern hava savunma sistemi olan Pantsirlere
yatırım yapmakta ve Libya çölünü, sayıları yirmiyi bulan Pantsirlerle
donatmaktadır.
Lâkin
çok geç!
İdlib’de
Pantsirleri keklik gibi avlayan Anka-Es SİHA’ları, yakında Libya semâlarında
arz-ı endâm etmek üzere yola çıktı bile...
***
Bana
öyle geliyor ki, karşı taraf hangi silah ve gücü yığarsa yığsın, Türkiye’nin
ulaştığı askerî imkân ve kabiliyet karşısında tutunamayacaktır.
Yine
bana öyle geliyor ki, Hafter ve destekçilerini buharlaştırırken sahada yepyeni
teknolojiler kullanacağız.
Hafter
için geliyor gelmekte olan!
Libya’da bayram yakındır, müjdesini şimdiden verelim, vesselâm…