Ledün (bâtın, iç, öz) ilmi

Samimiyetin olmadığı yerde lezzet olmadığı gibi, kişinin maddî ve materyalist bilimi de “ilmi” perdeler. Asıl maksat kaybolunca samimi olmayanlar da engellenmiş olunur. Bu nedenle samimi olmayanlar, İslâm’ı ve İslâm kültürünü tam olarak anlayamazlar.

DENEY, gözlem ve ifadeler düzenine (formül) dayalı olarak evrenin veya olayların bir bölümünü konu seçerek buradan sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgiler bütününe, sözlük anlamıyla “bilim” denir.

İlâhî ve beşerî bilgilerin tamamı için “ilim” terimi kullanılır. Buradaki ilim, bilimi de kapsayan bir kavramdır. İlim kelimesinin sözlükte “bilgi” ve “bilim” için kullanıldığını hatırlatmakta yarar vardır.

Bu nedenle “ilim” kelimesi, “bilim” kelimesine göre daha kapsayıcıdır. Çünkü ilim, insanın iç dünyasına ait dünyaların da birer yönü olduğunu ve bunların değerlendirilebileceğine işaret eder. “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” sözü, herhangi bir kaba sığacak ifade değildir. Bir sınırı, bir hâddi ve iç/öz bilmektir.

Ancak günümüz materyalist dünyası Yûnus Emre’nin bu ve benzeri ifadelerinin içini boşaltmaya uğraşıyor. Bunun iki nedeni var: Biri, Yûnus Emre’yi değersizleştirmek, diğeri ise anlayamamaları...

Yûnus Emre’yi bir gram değersizleştiremezler. Kaldı ki, “İlim kendin bilmektir” ifadesini özellikle Batı düşüncesinde olan insanlar anlayamıyorlar.

İnsan, kelimelerle düşünür. Meselâ “gönül” kelimesi Batı’da yoktur ki “gönül dağı”nı anlasınlar. Bu nedenle “ilim”  kelimesinin de tam karşılığı Batı’da olmadığından anlam veremiyorlar. Bunun için “İlim kendin bilmektir” ifadesinin özünde yatan kavramın nefse takılı olan benlik/ego/ene’nin ne büyük bir ölçü olduğuna dair tek kelime edemiyorlar. Tek marifetleri, “bireyin kendini gerçekleştirmesi” kavramıdır ki bize de Batı’dan sirayet etmiştir. Çünkü bizdeki bazısı, materyalist bir eğitim sistemi dayattı.

İnsanın bir “iç” dünyası olduğu artık genel kabuldür. Stres, moral bozukluğu ve ruh gibi kavramlar Batı’nın zorunlu olarak kabul ettiği terimlerdir. Ancak insanın iç dünyasına yolculukta ene/ego/elif ifadelerinde Batı ilerleyemiyor. Son çeyrek asırdır çok sayıda bilimsel çalışma yapsalar da iç dünyaya ait benliğin Batı’daki tam karşılığı, İslâm kültüründe olduğu derinlikte değildir.

Gizli hakikatleri konu alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırmak için çalışan, insanın iç (bâtın) dünyasına ait yolculuğa çıkaran ilim, “bâtın ilmi” veya “ledün ilmi” olarak kabul edilmektedir.

İslâm’da zâhir ve bâtın olmak üzere iki bilgi türünün bulunduğu yaygın bir görüştür. Ledün ilmini yanlış anlayan ya da olmadığını iddia eden çok sayıda görüşün mevcut olduğunu belirtmek gerekir. Ancak burada ledün ilminden maksadın tamamen farklı bir yol değil de daha çok bir kelime, cümle, ifade ve terimlerdeki asıl maksada dair lafzın açıklık düzeyini belirtmek olarak anlamak daha doğrudur.

Çünkü her şeyde Bir’e (O’na doğru) giden bir yol vardır. İnsanın bir kul olarak her şeydeki bu ince yolu/izi bulması kolay değildir. Buradaki usul ve esasları ortaya istenen düzeyde çıkarma işini ledün olarak görmek yanlış olmaz.

Müslümanlar bile Ahzâb Sûresi 72’de geçen “emanet” kelimesinde farklı görüşte olabiliyorlar. Eğer ledün ilmine hâkim olsalardı bu farklılıklar olmayacaktı. Çünkü bu sûrede geçen Arapça “emanet” kelimesi, sırasıyla “elif”  ve “lâm-elif” harfleriyle başlıyor. Buradan hareketle Kelime-i Tevhid’in “lâm-elif” ile başlaması, bu ifadenin de sadece Allah (cc) için “elif” harfiyle gösterilmesinde bir maksat olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Ahzâb Sûresi 72’de geçen Arapça “emanet” kelimesinden asıl maksadın keşfinin ancak ledün ilmiyle mümkün görünüyor.

Emanetin “en yüksek” olacağı vurgulanırken, “İnsan hayatında en yüce değer nedir?” diye düşünmek gerekir. Âhireti kazanmak (lûtuf anlamında) ve kaybetmek değil midir? Bu uğurdaki doğru çabayı Allah’ın (cc) istediği düzeyde anlamak ve uygulamak gerekmektedir.

Burada şunu açıkça belirtmek gerekir: Ledün ilmi için genelde metinlerde “mânevî ilim” kavramı geçer. Bu nedenle verilmiş ve gayret etmeye gerek yokmuş gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Tam da didinerek, gayret ederek hakikî mânâya erişmek, asıl amaçtır. Burada “mânevî ilim” ifadesinin kullanılması, tam anlamıyla doğruyu ararken “samimiyet” esasının referans alınması gerektiğini vurgulanmak içindir.

Samimiyetin olmadığı yerde lezzet olmadığı gibi, kişinin maddî ve materyalist bilimi de “ilmi” perdeler. Asıl maksat kaybolunca samimi olmayanlar da engellenmiş olunur. Bu nedenle samimi olmayanlar, İslâm’ı ve İslâm kültürünü tam olarak anlayamazlar.