Lâfın şeyinden anlamak

Doğrudan sapmayacaksın! Eğer biri çıkıp senin “doğru” zannettiğinin yanlış olduğuna seni ikna ediyorsa, o doğruyu hemen sahipleneceksin. Muhatabın senin lâfını alâkasız yerinden anlıyorsa, onun üstüne basa basa tamamını anlatacaksın. İmkânın varsa yollarını kesiştirmemeye bakacaksın. Zira hepimizin bize dostluğunu, sohbetini, muhabbetini lûtfeden kıymetli şahsiyetlerle daha çok vakit geçirmeye ihtiyacımız var.

“LÂFIN şeyinden anlamak”… Bu başlığı, dikkat çekip altındaki satırların okunması için böyle atmış gibi görünebiliriz. Esasen “şey” kelimesi nahoş bir ifadeyi perdelemek için de kullanılmadı. Niyetimiz, sizin söylediğiniz cümlenin hangi kelimesinin muhatabınız tarafından alınacağını bilemeyeceğiniz durumunu vurgulamak için sadece…

Söylediğiniz bir cümlenin bir kelimesini alıyor ve size “Tövbe tövbe!” dedirten cümleler kuruyor ve güya size cevap veriyor, tezinizi çürütüyor... Lâfın tamamını da söyleseniz, anlaşılan, karşınızdaki kafanın kulağına büyük geliyor ve girmiyor içeri sanki…

Kızgın değilim, şaşkınım. Çok şaşkınım. Mesele iki uçlu değnek olsa da iki ucu da pis deyip bıraksanız… Mesele 50 köşeli, ellisi de pis elligen sanki… “Neresinden tutarsanız…” demenize lüzum kalmadan zihninize, aklınıza, zekânıza, dimağınıza pislik bulaşıyor. Öyle ki, bunlardan, dağ başından veya akıllı uslu insanların yanından başka bir yer sizi kurtaramaz. Eğer hem o tiplerle bir arada yaşar, hem de pisliğe bulaşmazsanız, kesin evliyasınız. Eyyub (as) gibi hastalığa, Yûsuf (as) gibi kuyu diplerine veya zindanlara, İbrahim (as) gibi ateşe ihtiyacınız yok.

Tam olarak neyi kastettiğimi arz edeyim…

Herhangi bir maksat olmadan bir araya gelmiş insanlarsınız ve çevrimiçi bir toplantı olabileceği gibi bir televizyon veya radyo programında açık oturumda da konuşuyor olabilirsiniz. Sosyal medya gruplarında veya diğer mecralardasınız. Söz size geldi veya bir mesaj attınız. Dediniz ki, meselâ, “2 kere 2, 4”… Aman Allah’ım! Meğer siz neler demişsiniz neler! Niçin “2 kere 2” demişim de “2 artı 2” dememişim? Hâlbuki ikisi de aynı sonucu verirmiş: “İşte bunların işi gücü, gece gündüz çarpmak çırpmak! Bunların içindekilerin dışavurum hâli... Mevlâna bile âdeta bu günleri görürcesine demiş ki, ‘Deryada ne varsa sahile o vurur’…”

Bir başkası sazı ele alıyor ve başlıyor: “Niçin sonucu 4 olan bir örnek veriyorsun? Bununla bize ne mesaj veriyorsun? Bizi anlamadı sanma! 4 büyük meleği kastedip meşruiyet kazanarak 4 kadınla evlenmeye bizim kulaklarımızı alıştırmaya çalışıyorsun. Ünlü bir filozof der ki, ‘İnsan kelimelerle düşünür’, sen de bize ‘dört’ kelimesini vererek bu konularda alışalım diye zihnimizde yerler oluşturuyorsun…”

Şeytan’ın bile aklına gelmez!

İnsan böyle durumlarda dayanamıyor ve “Yahu mübarek, sen lâfın neresinden anlıyorsun?” demek istiyor.

Bu yaşadıklarımı enine boyuna düşünüp kökenine inmeye çalıştım. İşletmeci de olmam hasebiyle satış teknikleri üzerinden ilerlemeye karar verdim. Satışta, istenirse pek çok sayabileceğiniz ama temelde 3 kaide vardır:

1. Senin ve firmanın ne olduğunu, artı ve eksilerini, konumunu, hâsılı ne varsa tam olarak hepsini bileceksin...

2. Sattığın ürünü tam olarak bileceksin. Nasıl bir soru gelirse gelsin tatminkâr cevapların olacak...

3. Ürünü satacağın müşteriyi tastamam bileceksin. Satın alma görevlisi gibi görünür ama gerçekte karar verici başka birisidir. Muhatabın nasıl bir zihin yapısına sahip? Ürünü doğru anlaması için nasıl bir üslûpta ve ne tür bilgileri kullanarak anlatmalısın?

Eğer yukarıdaki bilgileri tam olarak uygularsanız, başarı kaçınılmazdır. Fikrimi, projemi bir ürün olarak düşünüp özel hayatımda da bu yöntemi kullanıyorum. Bu yöntemin gücünün yetmediği bazı kişiler yok değil. O sarf etmeyi plânladığınız cümlelerin müşterisi, aslında o değilmiş. Her zaman muhatabınızın niyetini ve kapasitesini doğru kestiremeyebiliyorsunuz. Genel etiketlere bakıp biraz da hüsnüzan katıp kapasitesinin o cümleleri anlamaya yeteceğini sanabiliyorsunuz. Tabiî acı gerçeği betona çarpar gibi cümlelerinizin çoğunun anlamsız yerlere sektiğini görünce anlıyorsunuz. Bu acı gerçeği görmenize rağmen daha önceki kapasiteye göre ayarladığınız nezaketi hemencecik değiştiremiyorsunuz. Sonra da gelsin debelenmeleriniz, çırpınmalarınız falan...

Bazısı anlıyor anlamasına da, o cümleye anladığı yani olduğu şekilde mukabelede bulunsa, bu sefer kendi haksızlığı ve yanlışlığı ortaya çıkacak. Sizin cümleden bir iki kelimeyi çekip ardına önüne kendi yorumlarını ekledi mi, mesele bitti. Özellikle televizyonlarda seyirciyi kandırma süreci başlıyor. Kananlar, sayıları az bile olsa yine varlar. Böyle konuşmacılara genelde kendi taraftarları kanarlar. Böyle bir durumda da insan şunu düşünmeden edemiyor: “Be kardeşim, insan kendisine değer veren, her söylediğini neredeyse sorgusuz sualsiz onaylayan insanları nasıl kandırır, nasıl böyle kandırmak gibi bir ahlâksızlığı yapar? Hâlbuki düşündüğünün veya yaptığının yanlış olduğunu fark ettiysen git doğrusunu yap, doğrusunu düşün ve doğrusunu söyle. Sahip çıktığın yanlış, önünde sonunda seni felâkete götürecek. Biraz kafanı çalıştırsana! ‘Yalancının mumu yassıya kadar yanar’ diye boşu boşuna mı söylediler? Bırak sonucunun ne olacağını, senin iç dünyanda bunu biliyorsun. Benim bilip bilmemem çok da önemli değil…”

İletişimlerde, ilişkilerde, işlerde ve işlemlerde yapılması en akıllıca olanı, “doğru”dur. Doğrudan sapmayacaksın! Eğer biri çıkıp senin “doğru” zannettiğinin yanlış olduğuna seni ikna ediyorsa, o doğruyu hemen sahipleneceksin. Muhatabın senin lâfını alâkasız yerinden anlıyorsa, onun üstüne basa basa tamamını anlatacaksın. İmkânın varsa yollarını kesiştirmemeye bakacaksın. Zira hepimizin bize dostluğunu, sohbetini, muhabbetini lûtfeden kıymetli şahsiyetlerle daha çok vakit geçirmeye ihtiyacımız var.