Laf kalabalığı gayretullaha dokunur

Arada çıkan çatlak seslere rağmen kocaman bir yüreğimiz var. Enkaz başında bir can kurtulduğunda “Allah-u Ekber” diye sevinen de bir, alkışlayan da. İspanyol arama kurtarma ekiplerinden “Ay Senor!” (Ya Rab) diye naralar atan da bir, dua edip ağlayan da. Bağış yapan da gönlünden kopa kopa yapıyor, deprem bölgesine koşan da.

“NASILSIN?” diye sormak, daha ağzımızda hecelenirken yakıyor içimizi. “Nasılsın?” diye soranlara da ne diyeceğimizi bilmediğimiz bir yerdeyiz. Bakışlarımız anlatıyor ahvalimizi. Çaresizlik hissi süzülüyor gözlerden. Beraberinde de öfke, acı, kırgınlık… Ama en mühimi vicdan.

Kalbimizin bir yanı göçük altında. Ayaklarımızı uzatmaya dahi utandığımız, yudumladığımız her suya şükür dualarımızı kattığımız, sessizliğimizi çoğalttığımız bugünlerde birbirini tetikleyen duygulara kapılmak çok olağan.

Bir yanımız bu acıyı hep taze, hep gündemde tutmak istiyor, diğer yanımız çocukların süreçten daha az etkilenmiş olmaları için günlük hayatın düzenini yeniden sağlamaya çalışıyor. Bazı insanların sosyal medya platformlarında birbirlerine laf atarak rahatlamaya çalıştığını görüyoruz. “Rahatlamaya çalışmak” diyorum, çünkü bu onların anladığı dil ve sağaltım. Ne diyebiliriz ki? “Ve kefâ billâhi vekîlâ” (Allah’a güven! Allah, vekil olarak yeter). (Ahzâb, 3)

Tarihte görülmemiş büyük bir seferberlik içerisinde herkes kendi meşrebi, kendi mezhebi, inancı ve ameli gereğince katkıda bulunmaya çalışıyor. Gördüklerimize şahitlik ediyor, duyduklarımıza hüsnüzanda bulunuyoruz. Camiler birer sığınak, okullar birer yuva oldu. Hakeza cem evleri ve kiliseler de insanlarımız için kapılarını açtı. Dergâhlar, medreseler her gece hatmeler, virdler yapıyorlar. Hafızlar hatimler indiriyorlar. Enerjistler, yogacılar kendi ekollerinde aktarım yapıyorlar. Yardım için giden Ülkücü gençler, Devrimci gençlerin elinden çorba içiyorlar. Diyeceğim o ki, herkes insanlık onuru gereğince, en iyi bildiği yöntemlerle yardım faaliyetlerine katkı sağlamak için yanıp tutuşuyor, gayret ediyor.

Yardımları kolileme ve tıra yükleme alanlarında ideolojik ayrışma yok. Depremin ilk gününden beri büyük zorluklara rağmen sahada azimle çalışan, ayakkabıları yarılmış, çorapları botlarına yapışmış, geceleri dışarıda yatan, asla şikâyet etmeyen yüzlerce insanda tek düşünce var: Vatana ve millete yardım!

Arada çıkan çatlak seslere rağmen kocaman bir yüreğimiz var. Enkaz başında bir can kurtulduğunda “Allah-u Ekber” diye sevinen de bir, alkışlayan da. İspanyol arama kurtarma ekiplerinden “Ay Senor!” (Ya Rab) diye naralar atan da bir, dua edip ağlayan da. Bağış yapan da gönlünden kopa kopa yapıyor, deprem bölgesine koşan da.

Hainlik edenler, çemkirenler, klavye kahramanlığı yapanlar hariç, biz güzel bir milletiz. Ortak acılarımız fikir çatışmalarını kardeşlik dayanışmasına dönüştürebiliyor. Çözümün bir parçası olmayan zavallıların teşkil ettiği sorun, bir sinek kadar etmiyor.

Az çok demeden yardım etmek, hayra ve iyiliğe davet etmek dün olduğu gibi bugün yine boynumuzun borcu. Bu topraklara değer katmak istiyorsak, başkalarına öykünmeyi bırakmalıyız. Milletimize sahip çıkmalıyız!

10 il ve 15 milyon insanı kapsayan bir bölge için hem koordinasyon yapmak, hem yardım malzemelerini ulaştırmak, hem yardımların dağılımını organize etmek iklim şartlarını ve depremden hasar gören yolları da hesaba kattığımızda kolay değil. Rabbim bu imtihandan yüz akıyla çıkmayı nasip eylesin!

Derdimiz var lâkin derdimizden büyük Rabbimiz var. Bu kadar laf kalabalığı gayretullaha dokunur.

“Allah’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.”[i]

Vesselâm…

 



[i] Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23