“ABLA filanca pazarında
markaların birebir kopyaları var, onlardan alsana. Bu hafta gidelim mi?”
“Bir
lacivert çantaya ihtiyacım var” dediğimde, kardeşim ilk durağımızı böylece belirlemiş
oldu. İyi, gidip bakalım o zaman…
Sabah
erkenden yollara dökülüyoruz. Pazarın girişindeki araç kuyruğunu görünce
korkmaya başlıyorum. Ama çare yok, madem geldik, bekleyeceğiz, bakacağız ve
nihayet alacağız!
Tezgâhlar
çanta dolu. Marka marka çantalar… Fransızlar, Amerikalılar, İtalyanlar hafta
içi, sabahın erken saatinde tezgâha dizilmiş, kendilerine dokunacak, bir
tutkuyla kendilerine bağlanacak Türk kadınlarını bekliyorlar. “Şu ne kadar?”
300 TL… “Ya şu, sapı zincirli olan?” 350 TL… “Şu yukarıdaki, lacivert değil ama
şekli şemaili güzel, o ne kadar?” 600 TL…
Yüzümün
ekşidiğini görünce tezgâhtar çocuk açıklama ihtiyacı hissediyor: “Abla bunlar
birebir taklit, içi dışı deri…”
Yanımda
duran kadın, altın sarısı, ağır, şıkır şıkır, upuzun zinciri olan çantayı
koluna takarken, “Ben hep bunlardan alıyorum. Kimse anlamıyor taklit olduğunu”
diyor. Çok eski bir hatırayı canlandırıyor söylediği. Memur bir arkadaşı… “Ben
asla en pahalı çantaların taklidini almam, onları alamayacağımı herkes bilir. O
yüzden taksitle almış zannedileceğim çantaların taklidini alırım” diyen birini…
Taklidi dediği çanta da maaşının üçte biri fiyatında! Allah’ım, Sen aklıma
mukayyed ol!
Dolaşıyoruz,
dolaşıyoruz, dolaşıyoruz… Filanca markanın, falanca markaların taklitleri her tezgâhta
zafer ilân etmiş. Sadece çantalarda mı? Spor giyimde logolar bağırıyor “Şu şu
markalar olarak biz de buradayız!” diye.
Ayaklarım
ağrımaya başlıyor. Çantaların sapları boynuma dolanıyor. Her şey, bir çift
lacivert ayakkabı almamla başladı. Bugüne kadar hiç almamıştım. Çünkü klasik
kadın giyimi ayakkabı-çanta renk birliği üzerine karşı konulamaz kanunlarla
doludur. (Elbette giyim zevkinin çokça şahsîleştiği ve seçeneklerin bollaştığı
zaman diliminde artık buna riayet edilmese de olur. Ama bu riayetsizlik de,
kendi başına bir zevki ortaya koyacak kadar geniş ve bir o kadar zengin gardırobu
başlı başına mecbur kılmaktadır.)
Kendime
kızıyorum: “Almasaydın o lacivert ayakakbıları, ne lüzumu vardı?!” Siyah var
iki çift; biri düz, diğeri topuklu… Yaz için krem var iki çift; biri deri, biri
süet… Spor var; o bir çift işte! Aman, şükür! Yeşil var mı? Evet var. Bordo
bile var nadiren giydiğim, ama var işte! İki çift de bot… Bunların hepsini
siyah ve kahve çantalarla kullanıyorum ama lacivert ayakkabıyı nasıl kullanayım
ama olmaz ki… Hem şu fânî dünyada bir lacivert çantam olmasın mı?
Ayak
bileklerimi eğip büküyorum, pazarın sonuna geldik. Çanta da bulamadık. Kardeşim
sanırım bana biraz kızgın. Beni pazara kadar getirdi ama ben değil çanta, tek bir
çöp bile almadan pazardan çıktım.
“Abla
sen ne istiyorsun?” diyor. Çok basit sevgili kardeşim, deri, Türk malı, taklit
olmayan bir çanta!
“Taklitler
de Türk malı” diyor. Hayır, değil! Onlar hangi markayı taklit ediyorlarsa, o
markanın gücünü arttırıyorlar canım kardeşim. Almayacağım onlardan, nokta!
Gaza
biraz daha hızlı basıyor sanırım: “O zaman internete bak canım!” Acaba
bakmadığımı mı sandı? Oraya da baktım canım, saatlerce hem de… Meselâ filanca
marka, canları sağ olsun, Türk markası ama fiyatı da kallavi… Üstelik suni deri…
Pazardaki gerçek deri taklitlerden kat kat yüksek maşallah fiyatı. Niye
alacağım bunu? Hemen kapağa monte edilmiş o güzel, parlak, sarı logolarının hatırına.
Ve filanca marka çanta takmış olacağım, eş dost arkadaş o logoyu görünce “Ooo!”
diyecek, “Çantan da pek güzelmiş, güle güle kullan!”. Hayır efendim, güle güle
kullanmayacağım. Verdiğim parayı hatırlayıp acıyacağım. O yüzden geçiniz lütfen,
sıradaki gelsin!
Bakıyorum,
arıyorum, internetin sonsuz alışveriş seçenekleri arasında dolanıp duruyorum vakit
buldukça. Alışveriş uzmanı arkadaşlara danışıyorum. “Bak şu güzel, şunu al”
diyenler, “Bak bu birebir” diyenler, “Biraz büyük ama bu da fena durmuyor”
diyenler, “Günlük içinse bu, düğün dernek içinse şu! Sen şunu al, sonra da
abiye bir şey alırsın” diyenler… Allah’ım, ne çok sevenim var!
Kadınların
alışveriş için birbirlerini ne kadar kışkırttıklarını sadece ben mi fark
ediyorum acaba? Hayır efendim, bunlar değil, geçelim lütfen, hepsini geçelim!
Akşam
ocak başında markalar, modeller beynimde dolanırken oğlan geliyor, “Anne, filanca
marka eşofmanımın dizi gitti, yenisini alalım” diyor. “Peki çocuğum!”… Niye “siyah
eşofmanım” demiyor bu çocuk? Niye o filanca markanın adını telâffuz ediyor?
Çocuğun ne kabahati var, ben öyle söylüyorum çünkü! “Filan eşofmanını yıkadım”,
“Teyzenlere filanca marka eşofmanını götür”, “Filan eşofmanını sabah giyersin”...
Zaten çanta da alamamışım, hiç lüzumsuz dolaşmışım onca saat!
Amblemler
üstüme üstüme geliyor. “Beni al”, “Hayır, beni al”, “Beni almalısın”… “Yerin
dibine batsın kurduğunuz o finans, marka, ticaret tahakkümü!” diyorum içimden. Çünkü
biliyorum, ince ince iplerle birbirine sımsıkı bağlanmış bir ağın içindeyiz.
Sabah
okula giderken kaldığımız yerden devam ediyoruz. “A! Anne şuna bak, bizim
arabanın eski kasası”… “Evet, biz bu yeni modeli alalım” diye o kasa modelini
birileri satın aldı, sonra onlar modeli daha da geliştirdiler. Sonra biz bu
yeni gelişmiş modeli aldığımız için onlar daha daha iyi bir model ürettiler,
onu da muhtemelen sen ilk maaşınla bankadan kredi çekip alacaksın. Şahane bir
sistem(!)…
Gelişmiş
olanlar hep gelişmiş, gelişmekte olanlar hep gelişmekte olan, ötekiler ise
zaten yok hükmünde ülkeler ve insanlar… 21’inci yüzyılın muhteşem düzeni(!)... İnanan
kaldıysa şayet, demokrasi ve insan hakları bile pazarlanacak mal hükmünde. Arabadan
silaha, eşofmandan çantaya kadar dünyanın her yeri birilerinin pazarı… Marka logoları
yanıp sönüyor trafik lâmbalarının yerine. Mırıldanıyorum kendi kendime: “Râm
olma. Kendin ol. Üret. Yaygınlaştır. Ürettiğini satın al. Sürekli geliştir. Dik
dur. Devam et. İşini düzgün yap. Tasarıma odaklan…”
Bu
ayın konusu ne idi, neydi posta kutusuna gelen mesaj? “Tüketim, marka tutkusu,
kimlik sorunu, sosyal duruş, dünya ekonomisinin aile, toplum ve siyaset
üzerindeki yansımaları”… Evet, bununla ilgili bir yazı yazmalıyım. Biraz alâkasız
gibi duracak ama başlığı “Lacivert Çanta” olsun ve şu cümleyle başlasın: “Abla,
filanca pazarında markaların birebir kopyaları var, onlardan alsana. Bu hafta
gidelim mi?”