KUZU, sembolik anlamda
mahzunluğu, mazlumluğu, masumiyeti, sâfiyeti, sessizliği, esareti ve
teslimiyeti temsil eder.
Kurt
ise gücü, direnci, yırtıcılığı, cesareti, mücadeleyi, dayanaklılığı, azmi ve
özgürlüğü temsil eder.
Kuzular
melül melül, mahzun mahzun, boş boş bakarlar. Esaretleri gönüllüdür;
boyunlarına tasmayı, bıçak altına yatmayı itiraz etmeden kabûl ederler.
Kurtlar
ise, gözleri çakmak çakmak, avlarına ve hedeflerine kararlı bir şekilde kilitlenirler.
Amaçlarına ulaşmak için muazzam bir gayret içerisinde ve büyük bir mücadele örneği
göstererek ellerinden ne geliyorsa onu yaparlar. Kar kış demeden, tabiat
şartları ne kadar zorlu, ne kadar çetin olursa olsun asla yılmaz, asla pes
etmez ve mücadeleyi asla bırakmazlar.
Kurtlar
özgürlüklerine çok düşkündürler. Özgürlüklerinden asla taviz vermezler. Esaret
altına alınmayı asla kabûl etmezler. Sürüler hâlinde gezerler, aralarındaki yardımlaşma
ve dayanışma ruhu mükemmeldir. Tek başlarına kalsalar dahi esaret altına
alınmayı reddederler.
Lideri
takip ederler, liderlerine karşı saygıda kusur etmezler. Liderin verdiği ve
dağıttığı görevleri hiç yüksünmeden yerine getirirler. Muazzam bir vazife
anlayışı ve vazife şuuru içerisinde görevlerini bihakkın îfa ederler (yaparlar).
Kurtlar,
misyon ve vizyon sahibi varlıklardır. Mükemmel bir disipline sahiptirler.
Laçkalığı, gevşekliği, vurdumduymazlığı, neme lâzımcılığı, adam sendeciliği,
aymazlığı sevmezler. Kurtuluşu bir başkasından beklemezler. Vazifelerinin
gereği neyse onu yaparlar.
Uçsuz
bucaksız bozkırlarda, karlı kayın ormanlarında, kış gecelerinin dondurucu
ayazlarında, ıssız ve sessiz gecelerde, dolunayın muhteşem aydınlığında ve
yalçın kayaların zirvelerinde hiç yorulmadan uluyarak kendi lisanlarınca
kendilerini yaratan Allah’ı zikreder ve O’na şükrederler.
Bir
de sırtlanlar vardır. Sinsidirler, kalleştirler, sürüler hâlinde gezerler ve
leşten beslenirler. Gürültücüdürler, gıcık gıcık ses çıkarırlar. Ahlâksız ve
ayarsız oldukları için sesleri çok çıkar. İşi taşkalaya, gürültüye getirip
başkalarının binbir emek ve zahmetle kazandığı yiyecekleri, yemekleri (avları)
çalarlar. Hırsızlık şiarlarıdır.
Güçten
ödlekler gibi korkarlar ama bir de rakiplerini ellerine geçirmeyegörsünler, leş
kargaları gibi hep birlikte üşüşür, çirkin çirkin çok çıkan sesleriyle ortalığı
birbirine katar, velveleye verir, huzursuzluk ve rahatsızlık çıkararak
rakiplerinin hakkı olan avı hırsızlayarak zorla alıp/çalıp kaçarlar.
Üstüne
üstlük bir de haklı çıkmak için algı operasyonlarıyla başlarlar yaygaraya ve
tezvirata. Zaten sırtlanlar yalan dolan, dezenformasyon ve bilgi kirliliğinden
beslenirler. Kafa karıştırmakta usta ve uzmandırlar.
Temel
hak ve özgürlükler konusunda son derece hümanistik (pardon animalistik)
görünürler. Ancak bu görüntüler, Eflâtun’un (Platon) “ide”leri gibi sanal ve
gölgelerden ibarettir. Aristoteles’in realizmiyle uzaktan yakından alâkası
yoktur. Dolayısıyla sırtlanların hümanistik (pardon animalistik) yaklaşım ve görüntüleri
reel ve realist değildir.
Ancak
sırtlanlar çok örgütlü ve çok organizedirler. Az ve azınlıkta olmalarına rağmen
çoğunlukla başarılı olurlar, çünkü son derece tutkun ve örgütlüdürler. Güçlü
olmaları da buradan gelir. İşte sırtlanların aslanlara yaptığı budur ve
aslanlarla baş etmeleri ancak böyle mümkün olmaktadır.
Kuzulara
tekrar dönecek olursak; kuzularda sürü psikolojisi hâkimdir. Başlarındaki liderde
liderlik vasıfları yok veya sürünün lideri kalitesiz ise, sürüde de basiret ve
feraset yok ise, lider sürüyü mankurtlaştırarak istediği yana ve yöne sürükleyerek
götürebilir.
Kimi
zaman sürünün lideri yardan (uçurumdan) atlar, sürü de hiç düşünmeksizin lideri
taklit ederek yardan (uçurumdan) atlar.
Eğer
belgeselleri izliyorsanız, Afrika’da Serengeti Millî Parkı’ndaki hayvanların
davranışlarını görmüşsünüzdür. Öküz başlı antilop ve zebra sürüleri Masai Mara
nehrinden geçmeye niyet ettiklerinde liderlerini takip ederler. Liderleri suya
atlayınca kendileri de atlarlar. Yoksa atlamakta tereddüt ederler.
Bu
uzun ve yorucu yolculuğun sonundaki tarihî geçiş, bazılarına pahalıya mâl olur
ve bedelini timsahlara yem olarak canlarıyla öderler. Ama kutlu bir dâvâ için
yola çıkanlar, kutlu bir gelecek için “yol zâyiatına” gönüllü râzı olurlar.
Yeter
ki dâvâ gerçekten hakikî bir dâvâ olsun, yol gerçekten dosdoğru bir yol (Sırât-ı
Müstakîm) olsun, “Yoldaki İşaretler” gerçekten menzil-i maksûda götürecek sahih
işaretler olsun, gelecek de gerçekten mâzi-hâl-istikbâl düzleminde ve ezel-ebed
çizgisinde fıtrata uygun kutlu bir gelecek olsun!
İşte
o zaman zâyiat, zâyiat olmaktan çıkar, gerçek mânâda Hakk’ın rızasına uygun bir
anlam ve önem kazanır.
Kuzular
güçsüzler, çünkü örgütsüzdürler. Aslında sürü kalabalıktır, sayıca çoktur;
lâkin sürüde her kuzu kendi yalnızlığını ve kendi sessizliğini yaşar.
Tek
başlarına karar veremezler. Buna cesaretleri dahi yoktur. Sürekli olarak
başkaları (çobanlar) tarafından güdülürler ve yönetilirler.
Örgütlenme
ve organizasyon yetenekleri sıfırdır. Bir amaç uğruna bir araya gelip de bir
işi hakkınca yapamazlar. Onun için kurda, kuşa ve dahi sırtlanlara rahatlıkla
yem olurlar.
Haksızlığa,
adâletsizliğe, zulme direnme güçleri yoktur. Sessiz bir şekilde kaderlerinin
kederli sonuçlarını sabırla beklerler. Bir zulümle, bir haksızlıkla
karşılaşsalar dahi melül melül bakar, acı acı melerler.
Onun
için kuzuların hâl-i pürmelâli, derin sessizliği, gerçekten çok acı ve çok
ıstırap verir insana. Sayıca çok kalabalık ve çok üstün olmalarına rağmen azgın
azınlığa karşı koyamazlar.
Zîra
sayıca az fakat aktif olan kötülerin kötülüğü, sayıca çok fakat pasif ve dağınık
olan iyilerin pasifliğinden ve neme lâzımcılığından kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla
bir kez daha anlaşılıyor ki, mârifet kemiyette değil, keyfiyette imiş!
Kuzuların
mazlumiyet ve sâfiyeti, sırtlanların kuzuları yemesine yine de engel değilmiş…
Yemesine
yerler, üstüne üstlük diş kirasını da isterler. Canavara tebessüm etmemek
lâzımdır. Canavara tebessüm etmek, olsa olsa canavarın iştihasını kabartır;
yine seni yer, üstüne de dişlerinin yıpranma parasını senden mutlaka alır.
Bir
zamanlar bir ülkede bir baş kuzuyu sırtlanlar çengele asarak yemek istemişler.
Ama göstermelik de olsa, sırtlanların kurduğu sırtlan mahkemesinde baş kuzuyu önce
muhakeme etmişler. Zavallı baş kuzu, boynu bükük, melül ve mahzun kendini
savunmaya çalışmış...
Ama
nâfile!
Çünkü
karar zaten önceden verilmiştir…
Muhakeme,
göstermelik bir muhakemedir…
Sırtlanlar,
başkalarına ne kadar âdil, ne kadar hümanistik (pardon animalistik) bir
muhakeme yaptıklarını göstermek ve ispat etmek istiyorlardır. Ama içlerinden de
sinsi sinsi gülüyorlardır. Çünkü karar daha önceden verilmiş ve bellidir: “Baş kuzu
çengele asılarak yenilecek!”
Zavallı
baş kuzu boşuna boyun bükmüş, boşuna çırpınmış ve boşuna melül mahzun savunma
yapmıştır...
Çünkü
sonuç değişmeyecektir…
“Netekim”,
değişmedi de...
Zavallı
baş kuzu, sırtlanlar tarafından eziyet edilerek yenildi. Üstüne üstlük
dişlerinin kira parasını da aldılar. Astıkları çengelin maliyetini ve çengele
asanın harcadığı mesai ücretini de baş kuzunun mensubu olduğu kuzular
ailesinden zorla tahsil ettiler.
Manzara
feciydi! İnsan olanın içi parçalanıyordu! Kuzuların sessizliği ise ayrı bir
hicrandı...
Kuzular
boyun büktükçe, kuzular sessiz kaldıkça, kuzular sustukça, Allah korusun, daha
nice baş kuzulara sıra gelecek, boyunlarına çengel takılacak.
Onun
için susmayın ey kuzular!
Sustukça
sıra size de gelecek!
Melül
melül, mahzun mahzun, acı acı melemeyin!
“Kalkın
ve uyarın!”
Zîra
korkunun ecele faydası yoktur.
Başarmak
için de örgütlenin ve aynı hedefe kilitlenin!
Hedefiniz
kutlu bir hedef, yolunuz aydınlık bir yol olsun!
Ulaşacağınız
menzil, ötelerin ötesi olsun!
Allah
yâr ve yardımcınız olsun!
Özün
özü, ezcümle…
Siz
ey yazımın muhatapları! Tercihinizi lütfen yapınız. Kuzu gibi mi olmak
istersiniz, kurt gibi mi? Yoksa sırtlanlar gibi mi olmak istersiniz? Şüphesiz
özgür iradenizle takdir de sizin, tercih de sizin, tabiatıyla sonuçlarına
katlanmak da sizin.
Vesselâm...