Kuzey Suriye tamamdır, hedef Akdeniz!

Efes-2022 Tatbikatında her türlü engelleme girişimine rağmen Türkiye’nin yanında yer alan 37 ülke, anlayana çok net mesajlar verdi. Bu tatbikata zorunlu olarak katılan ülkeler bir yana, dost ve kardeş Türk ve İslâm ülkelerinin sayısı, Türkiye’nin nasıl bir küresel güç olmaya doğru evrildiğini herkese gösterdi. Hele bu tatbikatta Türk Ordusunun ulaştığı savaş kabiliyeti ve silah kapasitesi, karşısına “benim” diyenin kırk kez düşünerek çıkacağı bir tablo sergiledi.

TÜRKİYE şu an millî bekasını tehdit eden, biri denizde ve biri de karada olmak üzere iki tehlikeli hat ile karşı karşıyadır. Peki, nelerdir ve nerededir bu tehlikeli hatlar?

Şimdi bu tespitin açılımını yapalım…

Türkiye’nin güneydoğu sınırları boydan boya tehdit altındadır. Suriye ve Irak sınırlarının tamamı tehdit altında olduğu gibi, İran sınırı tam anlamıyla olmasa da ikinci derecede terör ve üçüncü derecede de göç tehdidi altındadır.

Deniz hattındaki tehdide gelince, Adalar Denizi’ndeki çıkış sahalarımızın tamamı ve Doğu Akdeniz’deki MEB alanımızın tümü tehdit altındadır. Başka hiçbir şey söylenmese yani sadece bu tablo dahi ne kadar vahim bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yeter de artar.

Şu anda dünya üzerinde Ukrayna haricinde hiçbir devletin kara ve deniz sahası bu kadar açık bir tehdit hâlinde değildir.

Gelelim, bu tehdidin kaynaklarına ve bu tehdit karşısında ne yaptığımıza ve neler yapmamız gerektiğine…

Türkiye’nin güneydoğu sınırları ile ilgili tehdidin kökeni, belirgin şekilde Kıbrıs Savaşı sonrasına dayanır. Türkiye’nin o büyük yokluk ve imkânsızlık dönemi içerisinde Kıbrıs’taki soydaşlarını korumak için gerçekleştirdiği muhteşem harekât, Batı’nın ortak bilinçaltında yatan Haçlı ruhunu harekete geçirdi. Türkiye’nin Kıbrıs’ta millî birlik ve beraberlik içerisinde yürüttüğü bu harekât, Batılıların Birinci Dünya Savaşı sonrası, el çekmedikleri ama çok da fazla kaşımadıkları, ülke içi fay hatları üzerinde bilinçli ve plânlı bir şekilde oynamalarına yol açtı.

Bu tarihten sonra özellikle ülkenin etnik ve mezhebî tabakaları üzerinde yarım asırdır icra ettikleri faaliyetler, terör örgütleri biçiminde meyve verdi. Türkiye’deki bütün marjinal Sol örgütler, PKK gibi bölücü örgütler, din ve tarikat kisvesi ile kısmen Türkçülük kisvesi altına gizlenmiş melun yapılar, 50 yıldır tek bir amaç için beslendi, büyütüldü ve desteklendi. O uğursuz amaçsa Türkiye’yi mezhebî ve etnik açıdan bileşenlerine ayırmak yani yarım bıraktıkları Sevr’i tam anlamıyla gerçekleştirmekti. 

Batı’nın genetik bir korkudan beslenen bu plânları, Selçuklu ve Osmanlı’dan beri uykularını kaçıran Türkiye’yi tarihin çöplüğüne atmadıkça asla dinmez. Ama ne oyunlar yaparlarsa yapsınlar, Allah’ın izniyle, bu korkuyu kıyamete kadar iliklerinde hissetmeye devam edeceklerdir.

ABD ve onunla beraber hareket eden Avrupa, 11 Eylül kurmacası ile İslâmiyet’i hedef tahtasına oturttu. Irak ve Afganistan işgal edildi. Buradaki deneyimlerinden hareketle BOP adıyla bütün İslâm dünyasını parçalarına ayırmak ve kukla yönetimlerle kendilerine bağlamak gibi bir habis plân geliştirdiler. Tunus’tan ateşledikleri bu kusursuz fitne Libya, Mısır ve Suriye’yi talan edip Kuzey Afrika’yı oyun dışına itti. Bu fitnenin son hedefi Türkiye idi. 

Siz bakmayın İran’ın da bu plânın kurbanlarından biri olduğu söylemlerine, bu tezin gerçekle hiçbir alâkası yoktur. Batı’nın asla İran’ı parçalayıp bölme plânı yoktur. Eğer öyle yapacak olsalardı, Saddam’a saldıracaklarına İran’a saldırır ve işini çoktan bitirirlerdi.

Batı’nın 11 Eylül plânının bir parçası da İran’dı; ancak İran, düşman halkasında değil, işbirliği halkasında yer alıyordu. Görünüşte birbiriyle dövüşüyorlar ama arka plânda Sünnî İslâm’ı tepelemek için gizli kapaklı işler çeviriyorlardı. 

Atlantik ittifakı, Türkiye’nin güneydoğu sınırları boyunca bir değil, iki koridor birden tesis etmek istiyordu. Bu koridorlardan birisi, sınırlarımıza bitişik bir hâlde Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanan kukla PKK koridoru; ikincisi de Basra Körfezi’nden Lübnan’a kadar uzanan İran patronajlı Şii koridoruydu. Bu koridorlara bağlı olarak Atlantik ittifakı, Türkiye’nin güneydoğusunun tamamını ve doğusunun da büyük bir kısmını koparıp almak istiyordu. Buna ilâveten Trakya bölgesi de ayrı bir statü içerisinde düşünülüyordu. Plânlarına göre her tarafından budanmış, küçültülmüş ve denizlerden mahrum bırakılmış bir Anadolu karasına hapsedilmiş Türklerin artık bir tehlike oluşturmaları mümkün olmayacaktı. Bu plânın altın vuruşu içinse 15 Temmuz ihanetini gerçekleştirdiler.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Tehlike karşısında Türk’ün iki bin yıllık “Devlet-i ebed müddet” refleksi harekete geçerek tıpkı İstiklâl Harbi sonunda ortaya koyduğu Kuva-yı Milliye ruhu gibi bir ruhla şahlanıp millî birlik ve bütünlüğüne uzanan içteki hain elleri budadı.

İçteki Müslüman görünümlü işbirlikçi hain kripto yapıları ve Atlantik ittifakı ile işbirliğine girerek güneydoğuda hendekler kazan PKK unsurlarını tarumar eden Türkiye, başını sınırlarının dışına çıkardığında kendi sınırları boyunca uzanan iki hain koridorun tesis edilmeye çalışıldığını gördü. Bu koridorları kırmaz ve bunlara karşı önlem almazsa içteki yapıları mağlûp etmek hiçbir işine yaramadığı gibi, hem millî birlik ve beraberliği, hem de toprak bütünlüğü berhava olacaktı.

İşte Türkiye, 2016 yazından beri, güneydoğu sınırları boyunca uzanan bu tehditlerle mücadele etmek zorunda kaldı. Önce Fırat Kalkanı Harekâtı ile ABD’nin DEAŞ tezgâhını Suriye topraklarına gömdü. Ardından Türkiye’yi Amanoslar üzerinden kuşatarak İskenderun Körfezi’nin kukla yapıya verilmesinin kilidi olan Afrin’i ele geçirdi. Barış Pınarı Harekâtı ile Tel Abyad ve Resulayn’ı özgürleştiren Türkiye, sonrasında Rusya, İran ve Rejim işbirliğiyle kaybettiği 36 evladı için Bahar Kalkanı Harekâtını icra ederek işbirlikçilere ağır bir bedel ödetti.

Türkiye bu operasyonları Suriye’nin kuzeyinde icra ederken, Afrin’i izleyen süreçte Pençe Harekâtlarıyla Kuzey Irak’a girdi ve kesintisiz olarak oradaki operasyonunu Suriye’den bağımsız olarak sürdürmeye başladı. Ki bu harekât, “Pençe-Kilit” adıyla elan büyük bir başarıyla devam etmektedir.

Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtında gösterdiği büyük başarı ve koyduğu hedefleri kısa zamanda gerçekleştirecek bir potansiyel taşıması, Atlantik ittifakı ve Rusya’yı son derece tedirgin etti. Tel Abyad ve Resulayn’ın ele geçirilmesinden sonraki konjonktürel durum Türkiye’nin daha fazla ilerlemesini mümkün kılmadığı için, istemeyerek de olsa önce ABD, ardından da Rusya ile peş peşe iki mutabakat yapıldı.

Bu mutabakatlara göre Tel Rıfat, Münbiç, Ayne’l-Arab, Kamışlı ve Malikiye harekâttan muaf tutulacak, ancak taraflardan Rusya, Fırat’ın batısında ve Amerika da Fırat’ın doğusunda onar kilometrelik tampon bölge oluşturarak teröristleri bizim sınırımızdan otuz kilometre içeriye taşıyacaktı. 

Ancak ne Amerika, ne de Rusya bizimle yaptıkları bu mutabakata uydular. Peki, onların bu mutabakatlara uymayacaklarını, anlaşmayı yaparken bilmiyor muyduk? Elbette biliyorduk! Lâkin ellerindeki kozları da almak gerekiyordu. Nitekim Türkiye de böyle yaptı ve sürecin kendi lehine gelişeceği zamanı bekledi.

Nitekim 2022 yılının 24 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi, Türkiye’nin aradığı fırsatı altın tepside sundu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlaması, Atlantik ittifakının Avrupa kanadında hem güvenlik kaygısı, hem de enerji kaynaklarına erişim sorununu doğurdu. Bu vesileyle Ukrayna’yı geç de olsa silah yönünden tahkim eden ittifak, Rusya’ya ağır kayıplar verdirdi. Böylece Rusya, Suriye’deki askerî varlığının önemli bir kısmını Ukrayna’ya aktarmak zorunda kaldı. 

Rusya ile enerji krizi yaşayan Avrupa ise yeni güvenli enerji kaynaklarına yönelmek istedi; ancak nereye yönelse Türkiye’ye mahkûm olduğunu gördü. Bu arada NATO’ ya almak istedikleri İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin onayına bağlı olması, ellerini daha da zayıflattı.

İşte tam bu ortamda Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde yarım bıraktığı harekâtı tamamlayacağını ve 30 kilometre genişlikteki güvenlik kuşağını gerçekleştireceğini açıkladı. Bundan ne Atlantik ittifakı, ne de Rusya hoşnut, ancak ters ayakta yakalandıkları için sadece oyalama taktiğine başvurdular. Türkiye’nin beyan ettiğini mutlaka yaptığını da bildikleri için yapacakları bir şey yok! 

Türkiye, önce Fırat’ın batısını, ardından da doğusunu özgürleştirerek muradına erecektir. Bu işin sonunda Kuzey Suriye ve Kuzey Irak harekâtları birleşerek Türkiye’nin beka hattının ilk karasal kısmı olan ateş hattı kısmen sönümlenecektir.

Şu var ki, Türkiye’nin karasal beka hattı, sınırlarının güneyinden Tebriz-Tovuz hattında birleşirse, Misak-ı Millî’nin güney kısmını da tamamen içine alır. Bu yapılmadığı sürece, bize bu coğrafyada rahat yüzü görme ihtimâli yoktur. 

İran denen ve kırk yamalı bohçayı andıran devletin bizim güney sınırımızdaki Nubulzehra’da ne işi varsa, bizim de Tebriz ve külliyen Güney Azerbaycan’da o tür işlerimiz olmalıdır. İran’dan kopacak bir Güney Azerbaycan, hem İran’ı bitirir, hem de kukla yapılar üzerinden bölgede hesaplar yapan emperyalist ülkelerin hesaplarını.

Türkiye an itibariyle Kuzey Suriye’de yakaladığı fırsatı ne pahasına olursa olsun değerlendirmeli ve orada kurgulanan kukla devlet oyununa acilen son vermelidir. Değilse, Ukrayna sorununu çözen bir Batı ile Rusya geriye döndüğünde işimiz çok zor olur ve o kukla yapı da kukla bir devletçiğe dönüşür.

Vuracağız ve dağıtacağız!

Bugün bir şehide mâl olan ortam, yarın bin şehide mâl olur zira.

Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz su hattına gelince… Türkiye’nin deniz beka hattının önünde bu kez kukla bir devlet var: Yunanistan… Batı bu kuklayı üstümüze salmakla sözde bizi tehdit edip Doğu Akdeniz’in zengin hidrokarbon yataklarına konmak istiyor. Ama bu imkânsız bir hayâl!

Efes-2022 Tatbikatında her türlü engelleme girişimine rağmen Türkiye’nin yanında yer alan 37 ülke, anlayana çok net mesajlar verdi. Bu tatbikata zorunlu olarak katılan ülkeler bir yana, dost ve kardeş Türk ve İslâm ülkelerinin sayısı, Türkiye’nin nasıl bir küresel güç olmaya doğru evrildiğini herkese gösterdi. Hele bu tatbikatta Türk Ordusunun ulaştığı savaş kabiliyeti ve silah kapasitesi, karşısına “benim” diyenin kırk kez düşünerek çıkacağı bir tablo sergiledi.

Haydi Türkiye, Kuzey Suriye’de karşına kim ne kılıkla çıkarsa çıksın ezip geçecek güçtesin! Önce Kuzey Suriye’yi bitir, sonra Doğu Akdeniz’e yönel! Nitekim ceddin Yavuz Sultan Selim de böyle yapmıştı. 

Herkes kendi çadırında hayâl kurmakta hürdür; lâkin hayâl kurduğu çadırı sayesi cihanı tutan velveleli bir otağ hâline getirmek sadece bu milletin işidir. Vesselâm...