
TÜRKİYE hangi
bölgede ve hangi ülkede ne yapıyor olursa olsun, gözünün, kulağının ve bütün
dikkatinin çevrileceği yer, güney sınırları boyunca uzanan ve birer
istikrarsızlık coğrafyası hâline getirilen Suriye ve Irak topraklarıdır.
Elbette
bu cümleden kastımız, Suriye ve Irak’ın doğrudan bize tehdit olması değil,
Suriye ve Irak coğrafyasının ABD, AB, Rusya, İsrail ve bazı Körfez ülkeleri
işbirliğiyle istikrarsız hâle getirilmesidir.
Türkiye
için asıl tehdit, işte bu istikrarsız yapı içerisinde oluşturulmak istenen ve
kendisinden çok, emperyalist ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek olan bir kukla
devletçiğin kurulması ihtimâlidir. Türkiye böyle bir projenin gerçekleştirilmesine
mani olmak için, 15 Temmuz ihanetinden sonra Fırat Kalkanı, Afrin (Zeytin Dalı)
Harekâtı, Barış Pınarı Harekâtı ve İdlip Savunması gibi oldukça riskli
harekâtlar icra etti. Bu harekâtların risk içermesi, ABD ve Rusya gibi dünyanın
iki süper gücünün çöktükleri bir bölgeye ve korudukları unsurlara karşı
yapılıyor olmasından dolayıydı.
Ancak
Türkiye’nin, beka hattı olan bu bölgeye, bedeli ne olursa olsun bir hareketler
serisi icra etmesi kaçınılmazdı ve bütün riskler göze alınarak bu harekâtlar
icra edilmişti.
Ataların
dediği gibi, su uyur, düşman uyumaz. Nitekim düşmanların uyumaya niyetleri de
yok. Türkiye, yaptığı harekâtlar ve imzaladığı antlaşmalar ile bölgeyi büyük ölçüde
kontrol etmeye başladı. Lâkin karşımızdaki yapıların en büyük hayâlleri, o
kukla devletçiği kurarak Körfez’in petrol ve doğalgazını bu yapı üzerinden
Akdeniz’e taşımak ve arkasından da Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan’a (!)
müdafaasız alanlar açmaktı.
Türkiye
ile Kuzey Irak yönetiminin Kuzey Irak petrollerinin Türkiye’ye akıtılması
antlaşmasını yapmasından sonra, ABD’nin, kendi öz laboratuvarında kurduğu DEAŞ
gibi Müslüman kisveli bir örgütü Suriye ve Irak sahasında piyasaya salarak
bölgeyi nasıl karıştırdığı malûmdur. Bu işin hemen arkasından da bu kukla örgüt
eliyle asıl gözdesi olan PKK’ya devlet kurmak yolunda nasıl bir siyâsî şehvetle
işler kotardığını iyi biliyoruz. Türkiye, Suriye’ye yaptığı harekâtlarla ABD’nin
bu plân ve projelerini büyük ölçüde engelledi. Peki, ABD’nin bu plânları bitti
mi? Hayır!
ABD,
Biden iktidarından sonra Kuzey Irak ve Kuzey Suriye bölgesinde 40 yıldır
gerçekleştirmek için uğraştığı kukla devlet projesine yeniden el attı; hatta
kaldığı yerden aynı iştahla devam etti.
Bu
fitnenin alevlenmesi için İran ile el altından bir anlaşma yaparak bölgeyi
Sünnî İslâm yerine Şia’nın kontrolüne vermek için yeni bir tertip ve oyuna
girişti. Zira bölgede etkin olacak bir Sünnî İslâm, emperyalist Batı için çanların çalması
anlamına geliyordu. Zaten Trump döneminde mevzilerini büyük ölçüde kaybetmiş
olan İran da böyle bir anlaşmaya can atıyordu.
Bu
el altından yapılan anlaşmanın en önemli göstereni, şu günlerde Sincar
bölgesinde Haşdi Şabi ile PKK kuklalarının Türkiye’ye karşı beraber çemkirmeye
başlamalarıdır.
ABD,
Türkiye’nin Ukrayna-Rusya çekişmesi ile meşgul olduğu bir anda, birdenbire
Kuzey Suriye’de DEAŞ’ın uyuyan hücrelerini uyandırarak PKK’nın Haseke’de elinde
tuttuğu DEAŞ esirlerini kurtarmak için bir operasyon yaptırdı. Aslında ABD, bir
kuklasını öbür kuklasına ile dövüştürerek asıl gözdesi olan PKK’ya yeni bir
meşruiyet ve harekât alanı açmak istiyordu. Zira Türkiye’nin baskısı örgütü
iyice çökertip sindirmişti.
Örgütü
bu çöküntüden çıkarmak için, içinde İngiltere’nin de olduğu birtakım oyunlarla
PKK’yı DEAŞ mağduru gibi gösterme manevralarına girişti. Güya “Amerikan ve
İngiliz destekli PKK unsurları, hapisten kaçan DEAŞ’lıları bastırmakta
zorlanmış ve PKK büyük kayıplar vermiş” algısı oluşturmaya giriştiler. Bu
girişimin ardından da Türkiye’ye baskı yaparak PKK’yı Suriye bölgesinde
parlatmak, arkasından da Irak’ın içlerine taşıdıkları PKK unsurlarını Mahmur ve
Sincar bölgeleri üzerinden Derik hattını kullanıp Suriye’ye entegre etmek
peşinde idiler. Bu amaç için de özellikle Karaçak dağında, Mahmur civarında ve
Sincar bölgesinde muazzam lojistik ve ikmâl noktaları oluşturdular. Geriye bu
lojistik gücü harekete geçirmek ve Sincar üzerinden PKK’yı PYD koluyla birleştirerek
ortaya yine malûm koridoru çıkarmak arzusunda idiler. Hatta bu amacı
gerçekleşecek örgüt liderlerini bir araya getirdiler ve büyük eylem gününü
plânlamaya başladılar.
Ancak
gerek ABD ve İngiltere’nin, gerekse onunla iş tutan kukla PKK örgütünün
unuttuğu bir şey vardı: Bölgede esen yelden ve uçan kuştan haberi olan büyük,
kararlı ve güçlü Türkiye!
Örgüt
liderlerinin mevcut plânı uygulamak için bir araya geldikleri esnada Türkiye
düğmeye basarak ABD, Rusya, İsrail ve bölgede hesabı olan diğer bütün
devletleri şaşırtan muazzam bir operasyona başladı.
1
Şubat’ı 2 Şubat’a bağlayan gece yapılan ve iki ülke ile on bölgedeki seksen
hedefin kılı kırk yaran bir hassasiyetle vurulması, ABD’nin Biden döneminden
beri kurduğu bütün tezgâhları tarumar etti. İki ülkedeki lojistik merkezleri
vuruldu, Irak ve Suriye hattı yarıldı ve düşünülen harekâtı icra edecek lider
kadrosu da muhtemelen yok edildi.
Türkiye
aslında o gece, 2022 yılında her iki ülkede icra edeceği büyük harekâtların bir
provasını yaptı ve yeni silah sistemlerini denedi. Türkiye’nin bu mesajını çok
iyi okuyan ABD, güya DEAŞ’la mücadeleden başka bölgede hiçbir amacı yokmuş
gibi, tuhaf bir algıyla derhâl eline yüzüne bulaştırdığı bir Kureyşi operasyonu
düzenledi. Ama bu operasyon, plânsız, programsız ve apar topar yapılmış bir
hareket olduğu için ABD’nin eline yüzüne bulaştı.
ABD,
operasyona katılan beş helikopterden birini kaybettiği gibi, on civarında
sivili de öldürerek eline kan bulayıp tekrar üssüne döndü. Türkiye ise yaptığı
muazzam operasyonun arkasından bölgeye 2022 yılı içerisinde gerçekleştireceği
yeni derin ve ince harekâtları yapmak için kurmaylarına emir ve direktif verdi.
Evet, 2022 yılında Irak ve Suriye için geliyor gelmekte olan. ABD de izleyecek, Rusya da izleyecek, bizimle hesabı olan diğer ülkeler de izleyecekler. Artık ok yaydan çıktı, kılıç kınından çekildi. Meydan bizimdir. Vesselâm...