LİBYA, sadece Libya’dan
ibaret değildir. Libya, artık yeni dünya dengesinin şekillendiği en önemli
coğrafyalardan biridir.
Yeni
dünya dengesini belirleyecek deniz, Doğu Akdeniz ve kara ise Kuzey Afrika’dır. Bu
itibarla Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da söz sahibi olacak bir güç, kuşkusuz
yeni dünya düzeninin yükselen gücü olacaktır.
Türkiye’nin
stratejik, tarihî ve coğrafî konumu tam da bu iki merkezin kesiştiği bir
noktada bulunuyor. Türkiye’nin güneyi, Akdeniz’in doğusunu büyük ölçüde kontrol
altında tutan bir coğrafî konum sergiliyor.
Türkiye
kıyılarının Libya kıyılarıyla MEB alanı olarak kesişmesi, bir yönüyle
coğrafyasının, diğer yönüyle de stratejik konumu ve tarihî mîrasının bir
lütfudur. Sanki iki ülkenin MEB alanı değil de tencere kapak durumu… Arada bir
santim boşluk kalmaksızın iki ülkenin MEB alanları, Doğu Akdeniz’i Batı
Akdeniz’den bıçak gibi kesen bir hat oluşturuyor. Bu hattın uluslararası deniz
hukuku açısından ihtiva ettiği hukukî sağlamlık ise hiçbir tevile yer
bırakmayacak kadar sağlam bir zemine dayanıyor.
AB
ve Rusya’nın plânı Akdeniz’e gömüldü
Libya
ile yaptığımız bu MEB Anlaşması, AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni AB’ye dâhil ederek
birlik sınırlarını, Kıbrıs’ın tamamı kendilerindeymiş gibi belirleme ve
Yunanistan’ın bizim MEB alanımızdaki adaları bir devlet toprağıymış gibi
değerlendirme hevesini târumâr etti.
AB’nin
Sevilla Haritası’yla Yunanistan üzerinden Doğu Akdeniz’i kontrol etmek ve
Türkiye’yi kendi kara sularına hapsetmek plânı, 15 Temmuz hain darbe
girişiminin bertaraf edilmesiyle beraber çöp olmuştur.
Türkiye’nin
“Mavi Vatan” adını verdiği, deniz yetki alanlarının sınırlarını korumak için
yeterli güç ve kararlılıkta olduğunu gören AB, bizim bu azmimizi kırmak için
Kıbrıs Rum Kesimi ile yaptığı petrol ve doğalgaz arama anlaşmalarını, bizim
parsellerimize de girmek sûretiyle tatbik etmek istedi. Ancak Türkiye, kendi
parsellerinde ve yanı sıra Kuzey Kıbrıs’ın parsellerinde hiçbir arama ve sondaj
faaliyetine izin vermeyeceğini hem deklare etti, hem de o sahalara tecavüz eden
her türlü araştırma ve sondaj gemisini zor kullanarak o alanlardan
uzaklaştırdı.
Türkiye’nin
bu hamlesi, AB’nin Doğu Akdeniz’e Yunanistan üzerinden el koyma dümenini bozdu.
Bu alanda ABD’nin nasıl bir hesap içerisinde olduğu tam belli olmamakla beraber,
ABD, AB’nin Doğu Akdeniz’e hâkim olma oyunlarını hem el altından, hem de
siyaseten destekledi.
ABD’nin
asıl amacı, Suriye ve Irak kuzeyinde tesis edeceği kukla terör devletiyle Doğu
Akdeniz’e Lazkiye-İskenderun Körfezi arasından inmekti. Ne var ki Türkiye,
ABD’nin sınırlarımızın hemen dibindeki bu oyununu üç askerî harekât ile bozunca
ABD’nin evdeki hesabı çarşıya uymadı.
ABD
her ne kadar bu plânda ısrar etse de Türk operasyonları sonucu Irak ve Suriye’nin
kuzeyinde oluşan fiilî durum ve Suriye rejiminin Rusya’yı bölgeye çağırmasıyla
ortaya çıkan yeni güç dengesi, ABD’yi Suriye ve Irak arasındaki bölgede izole
etti. ABD’nin Akdeniz’in doğusuna inmek için karadan yürüttüğü plân Türkiye
engeline takılınca ABD bu engeli aşmada zorlandı, bunaldı ve ikinci bir plânı
da olmadığı için ters ayak üstünde kaldı.
Ne
var ki, tabiat boşluk kabul etmez! ABD’nin Doğu Akdeniz’de açtığı güç boşluğunu,
asırlardır sıcak denize inmek rüyasıyla yanıp tutuşan Rusya doldurdu. Son durum
itibariyle Doğu Akdeniz’de Suriye MEB alanının sahibi açık şekilde Rusya’dır.
Rusya,
Suriye’ye sağlam hukukî zemin üzerinden yerleşince yeni dünya dengesinin kurulacağı
alan olan Kuzey Afrika’ya dair plânlar yapmakta da gecikmedi. Rusya’ya bu
alanla ilgili aradığı fırsatı, ona altın tepsi içinde BAE sundu.
BAE’nin
Libya’da ülkeyi tamamen kontrol etmek için desteklediği darbeci ve meczup bir
adam olan Hafter’in önündeki son engel olan Trablus’u da geçmek üzere kurmay
bir akla ve nitelikli bir silah gücüne ihtiyacı vardı. Bu nitelikli silahları
kullanmak için de Rus Wagnerleri biçilmiş kaftandı.
2019
yılı içerisinde Putin ile Muhammet Zaid’in yaptığı görüşmenin arkasından
Rusya’nın Suriye meselesinin yanına Libya’yı da dâhil etmesi, tamamen bu
görüşmenin sonucuydu.
Ancak
Doğu Akdeniz ve Libya’nın Türkiye açısından ifade ettiği durum bir hayat memat
meselesi olduğu için, Türkiye hem Suriye’de, hem de Libya’da dünyanın en büyük
askerî güçlerinden biri olan Rusya’nın karşısına her iki cephede birden
dikildi. Rusya’nın Suriye sahasında oynadığı oyunlar ve çevirdiği dümenler,
Türkiye’nin öncelikle bekâ meselesi olarak nitelendirdiği iradesine, ardından
da nitelikli savunma sanayii ürünlerine takıldı.
Türkiye,
Suriye sahasında tarihinin en çetin imtihanlarından birini verdi ve vermeye
devam ediyor. Şu anda yeryüzünde hiçbir güç ne ABD’nin, ne de Rusya’nın
oyunlarını bozmak için gözünü karartıp karşısına dikilebilir. Bunu sadece biz
yaptık ve bizden başka yapacak ikinci bir güç de yoktur!
Rusya’nın
Suriye’de elinin güçlü olmasına mukabil, biz bu sahada hedeflediklerimizi büyük
ölçüde gerçekleştirdik. Rusya’nın Suriye’deki bu konumuna karşılık Libya’daki
konumu, elindeki zayıf kâğıtlarla blöf yapan bir poker oyuncusuna
benzemektedir. Bu eli gördük ve “Rest!” dedik.
Rusya’nın
bu keskin irade karşısında Libya’daki petrol havzasının kilidi olan Sirte’yi
kırmızı çizgi olarak ilân etmesi, önemli olmakla birlikte aşılmaz bir durum
değildir. Rusya bu iddiasının arkasını
doldurmak için, kulağını kuyruğunu yolda değiştirerek Hafter’e bağışlamış gibi
gösterdiği 17 savaş uçağını Cufra’ya indirdi. Hattâ Rusya, bu uçaklarla
Sirte’yi kuşatan Libya ordusuna birkaç sorti yaparak gözdağı da verdi.
Ancak
Rusya’nın Libya’daki konumu altı kaval üstü şişhane bir konum olduğu için,
Türkiye bu tehdide hiç tınmadan büyük bir kararlılıkla hem Sirte’ye askerî yığınaklanmasını
yaptı, hem de Başkan Erdoğan’ın ağzından Sirte ve Cufra’nın muhakkak
alınacağını ilân etti.
Bu
bağlayıcı bir ilân olduğu için, Türkiye, Akdeniz’de Rusya’nın 17 uçağına
mukabil tanker ve kargo uçakları ile desteklenen 17 adet F-16 filosu ve 8 fırkateynlik bir donanmayla Akdeniz’de
sekiz saat süren muhteşem bir tatbikat yaptı. Bu tatbikat, “Sirte’ye gireceğim ve önüme kim çıkarsa çıksın vuracağım!” mesajı
idi. Rakiplerimiz, artık Türkiye’nin dediğini yapan bir oyuncu olduğunu tecrübe
ederek gördüler.
Yarın bu harekât başladığında ne kadar ciddî olduğumuzu, Rus uçaklarını kullanmaya cesaret edebilen pilotlar açıkça göreceklerdir. Ancak gözlerini eşek cennetinde açtıktan sonra...
Şundan eminiz ki, donanma gücümüzü kullanmaya başladığımızda, dost düşman herkes, Barbaros ve Turgut Reislerin Akdeniz’den güçlü bir şekilde baş çıkardığını bir kez daha görecektir.
Türkiye
artık kendi kabına sığmıyor!
Libya
ve Doğu Akdeniz’de bizi emellerimize ulaştıracak asıl gücümüz, donanmamızdır.
Türkiye şu âna kadar donanmasının yetenek ve gücünü henüz kullanmadı. Ancak
şundan eminiz ki, bu gücü kullanmaya başladığımızda, dost düşman herkes, Barbaros
ve Turgut Reislerin Akdeniz’den güçlü bir şekilde baş çıkardığını bir kez daha
görecektir.
Türkiye,
bir cihan devleti olmaya mecburdur! Onu cihan devleti yapacak kilit taşı ise
Libya’dır. Türkiye’nin Libya hamlesi, Amerika’nın sinsi plânını ilk yırttığımız
hamle olan Fırat Kalkanı Harekâtı’na benzemektedir. Fırat Kalkanı ile Kuzey Irak
ve Kuzey Suriye tezgâhını nasıl ortadan ikiye ayırdıysak, Libya hamlesiyle de
Kuzey Afrika’nın doğu ve batısını ikiye ayırdık.
Libya’nın
kontrol edilmesi; Tunus, Cezayir ve Fas’ın İsrail, ABD ve AB ile iş tutan BAE
ve Suud’un ihanet plânlarının ortadan parçalanmasıdır. Libya’nın elde edilmesi
ile Akdeniz’in hem doğusunu, hem de batısını domine edeceğimiz iki büyük üs
kurulacaktır.
Bu
üslerden hava üssü, Afrika’nın kuzey ve orta bölümünü kontrol edeceğimiz Vatiyye
Askerî Üssü olacaktır. Türkiye Vatiyye’de, yurtdışındaki en büyük ve en etkin
hava üssünü kuracaktır. Bu üsse İHA, SİHA, savaş uçakları ve hava savunma
sistemleri yerleşecektir.
İkinci
üs ise, damarlarında Osmanlı leventlerinin kanını taşıyan ve ekseriyeti Türk
olan Misrata’da kurulacak deniz üssüdür. Bu üste yer alacak olan donanmamızın
elit unsurları, Girit başta olmak üzere hem Ege adalarını ve Yunanistan’ı
kontrol edecek, hem de İtalya, Fransa ve İspanya’yı izleyecektir.
Bu
deniz üssü Tunus, Cezayir ve Fas ile yapacağımız anlaşmalarla Atlas Okyanusu’na
da göz kırpacaktır.
Evet,
Libya, Libya’dan ibaret değildir! Bugünden sonra Libya, Osmanlı’dan daha güçlü
bir şekilde tarih ve coğrafyaya dönecek olan Büyük Türkiye’nin, dağılmış ümmeti
altına toplayacağı Peygamberî sancağın dikileceği yer olacaktır. Libya, ümmet-i
Muhammed’in bir asırdır ayaklar altına alınan onur ve haysiyetinin kurtarıldığı
ulvî bir ülke olacaktır.
Ayasofya’dan
okunacak “Biz Sana
doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik” müjdesini
taşıyan Fetih
Sûresi, Trablus camilerinde aks-i sedâ bulacacaktır. Fetih kapısı bir kez açılmaya görsün, ne
Mısır kalacaktır küffarın elinde, ne de Hicaz… Ne Kudüs mahzun olacaktır, ne de
Keşmir… Ne Karabağ kara dinli kâfirin insafına bırakılacak, ne de Doğu
Türkistan, Çin zulmü altında inleyecektir!
Dünya şâhit olsun ki, zamane Zülkarneyn’i olan Türkiye, fitne
Yecüc’ünü ve küfür Mecüc’ünü hüsran çukuruna gömmek için yola çıkmıştır.
Varsa kudreti olan, mâni olsun da görelim. Biz attığımız zaman kendimiz
atmıyor, vurduğumuz zaman kendimiz vurmuyoruz.
Biz zamane Hızır’ıyız, bizim fitne ve küfrü yok etmemizde yüz bin
doğruluk vardır.
Vesselâm…