Kuyruklu yıldız altında bir aşı

Yazılanlar, çizilenler, konuşulanlar asırlar sonra görülür mü, görülmez mi bilinmez; nasıl Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” romanı bizlere kadar gelmiş ve bu muhabbetlerde o zamanla bu zamanın farkı olmadığını görmüşsek, belki o zamanlardaki konuşmalar da farksız olacak.

RAHMETLİ Hüseyin Rahmi Gürpınar’la boy ölçüşmek hâddimize değil tabiî, ama onu taklit etmeyi de lütfen yadırgamayın. Zira onun dönemindeki kuyruklu yıldızın dünyaya çarpma ihtimâli karşısındaki tepkilerle bugün aşı hususundaki muhabbet aynı.

Anlaşılacağı gibi ilmî ve teknik meseleler dile düştü mü, ha 19’uncu yüzyıl, ha 21’inci yüzyıl, zaman duruveriyor. Aşılama meselesi de dile düşmüş durumda. Kadınlar, öğrenciler, erkekler arası muhabbetlerden ortalık yıkılıyor.

Parkta biri, elindeki tırnak makası kesmeyince diyor ki, “Al sana Çin malı! Bir de bunlardan aşı alıp vurunacakmışım”. Bankta oturan diğeri lâfa karışıyor: “Niye Alman malı almıyoruz, anlamıyorum.” Bir başkası, “Alman malı olsa kaç yazar Allah aşkına, sıfır araba aldım. Yaz gelir, klimalar hâlâ kış modunda. Kış gelir, hâlâ yaz modunda… Söyletmeyin beni. Yok Alman’mış, yok Fransız’mış. Ne Amerika, ne Rusya; bağımsız Türkiye! Bunu bilir, bunu söylerim” diyor…

Bir diğeri, “‘İyi de kardeşim, yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı’ diyorsun, hoş diyorsun da daha bizim aşı çıkmadı. Bul da hepimiz vurunalım. Kendi aşımızı kullanalım ki bunun KDV’si, gelir vergisi, çalışanın SGK’sı derken paramız bizde kalsın. Ne olmuş yani, azıcık beklesek ölür müyüz?” diyerek muhabbete katılıyor…

Çin malı tırnak makası bozulan kişi, “Sen her gün ölenlerin sayısını duymuyorsun galiba” diye çıkışıyor…

Apartman sahanlıklarında komşu kadınların gündeminde de aşılama meselesi: “Diyorlar ki, bu aşı kısır bırakıyormuş…”

Karşı komşu, “Erkeği mi, kadını mı?” diye merakla soruyor. Gülüşen kadınlardan biri, “Ne fark eder ki? İkisinden birinin olması yeterli, değil mi?” deyip gülmeye devam ediyor.

Kabartma tozu almak için üst komşuya gelen hanım: “Bu Çinliler kaç seneden beri kendilerini kısırlaştırmaya çalışıyordu. O aşıları bize Korona aşısı diye göndermiş olmasınlar!”

Karşı komşu: “Ay komşum, bir günde 300 bin kişiyi aşılamışlar. Yazık değil mi bu insanlara? Kaç kişiyi kısır bıraktılarsa artık…”

18 numaralı dairedeki hanım: “İyi de, 300 bin kişiyi nereden buldular da aşıladılar, Allah aşkına! Bana hiç inandırıcı gelmiyor.”

Kabartma tozu almaya gelen: “Zaten sağlık çalışanlarına yapılmış ilk aşılar. Onlar da ellerinin altında…”

Karşı komşu: “İçimdeki bir ses diyor ki, bu işlerde bir bit yeniği var. Görünmeyen bir hastalıktan görünmeyen ilâçlarla korunmaya çalışıyoruz. Bilmem o kadar vaka, şu kadar kişi hasta, bilmem bu kadar da vefat… Sanki bizden başka herkes hasta?”

18 numaradaki: “Öyle demeyin, bizim iş yerinde hastalanan hastalanana… Benim iş Allah’tan hom ofise uygun da işe gitmiyorum ve hastalanmadım. Patronun dayısı da Koronadan vefat etmiş…”

***

Sosyal medya ise başka bir âlem! Aşılama başladığından beri belirtileri ve yan etkileri falan konuşuluyor. “Aşılandıktan sonra boyum kısalmaya başladı” diyeni mi ararsınız, “Gözlerim Çinlilerinkine benziyor” diyeni mi? Yoksa “Nedense içimde Everest tepesine tırmanma isteği depreşti” diyene veya “Börtü böcek açlığı çekiyorum” diye dalga geçene mi?

Dalga, ironi, espri gırla gidiyor… 

Öte yandan ciddî bir siyâset mevzu yapanlar bile oluyor. 

İronilerden biri şöyle: “Tayyip Erdoğan aşılanmaya 3 milyon polisle gitmiş…” İnşallah gerçek sanan biri çıkmaz. Fakat ciddî şekilde, “Kraliçe Elizabeth, Alman Şansölyesi ve Fransa Cumhurbaşkanı sırasını bekliyormuş da niye Tayyip Erdoğan sırasını beklememiş ve kaynak yapıp sıranın önüne geçip aşı olmuş?” muhabbeti yapanlara bile rastladım. Veterinerlerin durumu ve talepleri de gündemde. Aşılamada kendilerine ilk grupta yer verilmemesiyle sağlık çalışanı olarak görülmediklerini söylüyor ve bunun düzeltilmesini talep ediyorlar.

Bu yazılanlar, çizilenler, konuşulanlar asırlar sonra görülür mü, görülmez mi bilinmez; nasıl Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” romanı bizlere kadar gelmiş ve bu muhabbetlerde o zamanla bu zamanın farkı olmadığını görmüşsek, belki o zamanlardaki konuşmalar da farksız olacak. İşin güzel tarafı ise şu: Ne veya nasıl konuşursak konuşalım, yine her şey plânlandığı gibi gidiyor. Gerçi bu konuşmalar bilgimizi, becerimizi, görgümüzü arttırmıyor ama yine de sosyalleşme falan oluyor…