Kuyruklu yalan siyaseti

ABD bölgemizde şu sıra savaşın yayılmasını istemiyorsa, İsrail’i dizginlemeye çalışıyorsa, büyük plânların içinde küçük hesaplar yapılmasını uygun görmediğindendir. Henüz vakti gelmediğini düşünüyordur. Yoksa, dünya yansa umuruna takmaz. Tek derdi kendi konumunu korumak, refahından taviz vermemek.

İSRAİL Cumhurbaşkanı Herzog, birkaç gün önce -İran saldırısından sonra- şöyle söyledi: “Biz her zaman barıştan yanayız.”

Kim duysa hayretle karşılar bu iddiayı. Ağzını kapatmakta birkaç dakika zorlanır. Fakat pek üstünde durulmadı. Çok uzun kuyruklu olan bu yalanı hiç kimse ciddiye almamış olabilir.

Herzog, aynı açıklamasında bir cümle daha sarf etti: “Son isteyeceğimiz şey savaşmak.”

Yok artık! Yalanın bu kadarı da görülmemiştir.

Dünya dönmesini durdursa, ters yönde dönmeye başlasa, bu iki cümle yine isabet kaydedemez. Doğruluktan en uzak nokta neresiyse, kendine ancak orada yer bulabilecek sözler bunlar.

Son 70 yılda en çok savaşan ülkeler sıralansa, ABD ve İsrail en başta yer alır. Kuruluşundan bu yana sürekli toprak işgal etmek ve insanları katletmekten sabıkalı bir ülkenin başındaki kişi, barıştan yana olduğunu nasıl iddia edebilir?

Hem arsız, hem hadsiz, hem de yalancı.

Misilleme yapması beklenen İran, İsrail’e dronlar, füzeler gönderirken, yaklaşan unsurları havada imha ederek İsrail’e destek olan ülkeler ABD, İngiltere ve Fransa idi.

Bunlar da son üç yüz yıl içinde dünyanın en çok savaşan ülkeleri.

Dünyanın sahipliği konusunda birbirleriyle yarışa girmişler de bir anlamda sıraya koymuşlar. Meydanı boş bulmanın şımarıklığı içindeler.

*

ABD, 11 Eylül 2001’de masaya iki kule sürdü.

Faturayı kendi besleyip büyüttüğü El-Kaide örgütüne kesti.

Kuleler yıkıldı gitti ama karşılığında iki ülke aldı.

Afganistan ve Irak’ı işgal etti.

Yıllarca El-Kaide lideri Bin Ladin’in peşinde dolaştı.

Her tarafı aradı, taradı. Dağları tepeleri, çölleri gölleri araştırdı. 

En son bir yerde yakaladı ve iddiasına göre öldürdü.

Yeryüzünde hiç kimse Bin Ladin’in cesedini görmedi çünkü ABD onu öldürdükten sonra denize attığını söyledi.

Denizi inek içti, bitti gitti. Dağ da yandı bitti kül oldu.

Herkes inanıp inanmamakta serbest.

Biliriz ki Komiser Kolombo’dan Şerlok Holms’e, Agatha Kristi’den Cingöz Recai’ye kadar kim varsa hepsinin ortak kanaati şudur: Ortada ceset yoksa, bir cinayetten söz edilemez.

Dünyaya hâkim olmak isteyen ABD, Afganistan ve Irak’a çullanmakla yetinmedi.

Çünkü doymadı. Bitmez bir iştaha sahip olduğu için doyamazdı da.

Ardından Suriye’ye çullandı.

Şimdi İran’ın başı dertte.

Bu ikisini de istediği kıvama getirirse, bir sonraki hedefe gözünü dikecek.

O ülke neresi?

Türkiye elbette.

Söz dinlemeyen, hizaya girmeyen, verilen emirlere kulak asmayan, kafasına göre hareket eden, planları bozan, silah verilmeyişini bile aşmayı başaran, günden güne büyüyen, bütün müdahalelere rağmen ayakta kalmayı becerebilen, ekonomik saldırıları bertaraf etmek için gayret gösteren, savunma sanayiinde akıl almaz hamleler yapan, siyâsî baskılara mukavemet gösterebilen, bütün zorluklara rağmen kendi yolunda hızla ilerleyen Türkiye…

*

ABD bölgemizde şu sıra savaşın yayılmasını istemiyorsa, İsrail’i dizginlemeye çalışıyorsa, büyük plânların içinde küçük hesaplar yapılmasını uygun görmediğindendir.

Henüz vakti gelmediğini düşünüyordur.

Yoksa, dünya yansa umuruna takmaz.

Tek derdi kendi konumunu korumak, refahından taviz vermemek.

İddia edildiği şekilde, topla tüfekle gittiği ülkelere “demokrasi götürmek” gibi bir derdi olabilir mi?

Asla.

ABD’nin “insan hakları ve demokrasi götürme” hikâyesine inanan varsa, aklına şaşarız.