Kuvvetler ayrılığı aldatmacası

Netîce olarak maksat; yöneticilerin/siyasilerin milletten aldığı gücü yine milletin canına, malına, değerlerine karşı kullanmasına mânî olmak ise, bunun yolu bu tür matematiksel teoriler değildir. Fıtrata uygun bir hukuk düzeni kurmak, bunu uygulayacak erdemli hukukçular yetiştirmek ve hakkı ihmâl edilince gerekirse kılıcıyla yanlışı düzeltecek bir toplum meydana getirmektir.

MODERNİSTLER tasnifi pek severler. “Kuvvetler ayrılığı/kuvvetler birliği” diye bir tasnif yapmışlar. Bu tasnife göre ülkeler bu şekilde ikiye ayrılıyormuş.

En kaba hâliyle özetlersek, kuvvetler birliği olan ülkelerde yasama-yürütme-yargı birbirini denetlemiyor, aksine biri diğerlerini kontrol edebiliyor. Kuvvetler ayrılığında ise bunlar birbirine karışamıyor ama birbirirlerini denetleyebiliyorlarmış

Diyorum ya, “-mış”... Zira bu fikirlerin ortaya çıkmasından sonra ne kuvvetler ayrılığının olduğunu, ne de kuvvetler birliğinin olduğunu gördük.

Lâfa bakarsanız kitaplar dolusu... Tabiî ki birilerinin anlattıklarını muhakeme etmeden, akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden, “Efendim, Batı’da böyle, o yüzden biz de yapmalıyız” diyecek değiliz. O dönemler biteli çok oldu.

Yakında bir eleştiri yazacağım, “İslâm Hukuku’nun Değeri” adlı makalesinde Prof. Kemal Gözler bu meseleyi çıkış noktasından başlayarak özetlemiş.

Prof. Gözler’e göre, üç büyük teoriden ilki ve en önemlisi şüphesiz, Montesquieu’nün 1748 yılında yayınlanan Kanunların Ruhu (De l’esprit des lois) isimli ünlü eserinde ortaya attığı Kuvvetler Ayrılığı Teorisi...

Montesquieu bu nedenle devlet iktidarını yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayırır ve her bir iktidarı ayrı ellere verir. Bu şekilde her bir iktidar, birbirini sınırlandırmış olur.

Bu teorinin çok sağlam bir mantığı var: "Bir nokta, aralarında eşit açılar bulunan üç eşit kuvvet tarafından değişik yönlere çekilirse, o nokta hareket edemez, sabit kalır. Bu nokta devlettir."

***

Modernistler gerçeğin bir kısmını bulunca büyük bir heyecanla “Buldum!” diyerek yarım yamalak bilgiyi mutlak doğru kabul ederek dünyaya hükmetmeye kalkarlar. Böyle olunca sözde başka, özde başka hâller yaşanır. Kuvvetler ayrılığı da öyle bir şey...

Şimdi şöyle düşünelim: Bir genç hukuk fakültesini bitirdi, KPSS’ye girip yüksek puan aldı, mülâkatta da komisyondakiler beğendi diye Sen her şeyi kafana göre yap, vicdanına hesap ver” mi denir acaba? “Başka ne denecekti?” diyenlere, “Yok ya!” diye bir cevap verilirse şaşmamak lâzım.

Çünkü şimdiye kadar hiç öyle olmadı, olamadı.

Tabiî burada benim pozisyonum hakkında da şunu söyleyeyim: “Kuvvetler ayrılığı/birliği” taraftarı ve karşıtı bir konumda değilim. Konumum sadece böyle bir şeyin gerçekçi ve uygulanabilir olmaması pozisyonudur.

Niçin uygulanamaz?

Siyaset muvacehesinde düşünürsek, dünyada insanlar binlerce yıldan beri niçin uğraşırlar? İktidara gelmek, insanlara, topraklara, zenginliklere hâkim olmak, onları yönetmek için

Ülkelerin savaşları, işgaller, hileler ve sahtekârlıklar sırf yönetim gücünü ele geçirmek için...

“Sömürgecilik” dediğimiz şey, birilerinin her türlü kaynaklarını, zenginliklerini sömürmek değil midir? O sömürgeciler KPSS’yi ve mülâkat komisyonunu geçmiş hâkimlerin verdiği mahkeme kararları netîcesinde mi o ülkelere girmişlerdir veya öyle hâkimler tarafından mı yargılanıp suçsuz bulunmuşlardır?

***

Kuvvetler ayrılığını çıkaran ülkelerin öyle hâkim veya mahkeme falan taktığı yoktur, olmamıştır. Batı, özellikle her türlü hukuksuzluğun ana vatanı... O yüzden kendi ülkemize bakalım.

Bu meselelerin en çok konuşulduğu Cumhuriyet dönemimize bir göz atalım…

İstiklâl Mahkemeleri’nin gerçekten yargılama yaptığına inanıyor musunuz? Meselâ ben asla inanmam!

Daha doğrusu, “Yapmamıştır” diyecek bir fikirdeyim.

27 Mayıs sonrası Menderes ve arkadaşlarını yargılayan mahkeme de öyle tarafsız ve bağımsız falan değildi. Bir başka ifadeyle, kimse öyle hâkime, “Vicdanına hesap ver, kafana göre de karar ver” falan demedi. Darbe lideri Kenan Evren, “Bir sağdan astık, bir soldan astık” derken, biz de hâkimlerin vicdanlarına göre karar verdiklerini mi düşünelim acaba?

28 Şubat sürecindeki yargıçlara verilen brifingi hatırlarsınız eminim… Sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve askerler darbe yaptığında mı mahkemeler müdahale gördü? Tabiî ki hayır!

Önceki Adalet Bakanlarından Mehmet Moğultay’ın MHP’lileri yargıya sokmadığını itiraf eden cümleler, sivil idare döneminde olmuştu. Sayın Moğultay bu kadrolaşmayı, “Bizim çocuklara iş vermiş olalım” diye mi yaptı sanıyoruz acaba? Tabiî ki yargıdan istediği gibi karar çıkartabilmek, daha açık ifadeyle “yargı eliyle ülkeyi yönetmek için” kadrolaştılar.

Tıpkı yakın zamanda FETÖ’nün yargıya çöreklenmesinde de olduğu gibi...

FETÖ’nün de oraya, “Vatanımıza, milletimize hizmet edelim” diye çöreklenmediğini acı bir tecrübeyle öğrenmiş olduk!

***

Bir ülkeyi yönetecek bir gücü ne içeridekiler, ne de dışarıdakiler başıboş bırakır.

Adam seçimlere, hükûmete müdahale ediyor, yargıya mı müdahale etmeyecek?

Kalkacak üç hâkim zengin adamın oğlunu yargılayıp idama mahkûm edecek ve babası da sinema seyreder gibi seyredecek… Böyle mi olur sanıyoruz acaba? Adam çocuğunun mahkemeyi kazanması için bütün servetini harcar. Hâkimin kalbine, vicdanına falan kimse sonuç bırakmaz.

“Aman efendim, yargı bağımsızdır, herhangi bir şey söylemeyelim, vicdanına göre karar versin” diyen bir iktidar, en yakın zamanda o başıboş bıraktığı hâkimlerin önünde buluverir kendini. Biz bunları da yaşadık.

Netîce olarak maksat; yöneticilerin/siyasilerin milletten aldığı gücü yine milletin canına, malına, değerlerine karşı kullanmasına mânî olmak ise, bunun yolu bu tür matematiksel teoriler değildir. Fıtrata uygun bir hukuk düzeni kurmak, bunu uygulayacak erdemli hukukçular yetiştirmek ve hakkı ihmâl edilince gerekirse kılıcıyla yanlışı düzeltecek bir toplum meydana getirmektir.

Aksi hâlde bugün olduğu gibi öyle bir gücü kimse başıboş bırakmayacağı için sürekli bu sorunlarla uğraşır dururuz; maksat yine de hâsıl olmaz.

Bunu anlamak için, böyle felsefelerin olmadığı Osmanlı ile bu teorilerin güya uygulandığı günümüz devletlerine bakmak yeterlidir. Tekrar tekrar denemek ise bu aldatmaca yönetimini bile bile uygulamak olur. Ona da bir şey diyemez, güler geçeriz.