YÜCE Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey Âdemoğlu!
Sabırlı ve mütevazi ol ki seni yücelteyim. Bana şükret ki sana nimetimi artırayım. Benden affını iste ki seni bağışlayayım. Bana dua et ki sana karşılık vereyim; tövbe et ki affedeyim. Benden iste vereyim; sadaka ver, malını bereketlendireyim. Akrabanla ilişkini devam ettir, ömrünü uzatayım.
Benden sıhhatle birlikte afiyet iste. Yine Benden yalnızlıkta selâmet, bir şeye yöneldiğinde ihlâs, tövbende Allah’a karşı vera’ ve kanaatte zenginlik iste.
Ey Âdemoğlu! Karnın tam dolu iken ibadette manevî hazza ulaşmayı nasıl arzularsın? Mal sevgisi ile beraber Allah sevgisini nasıl umarsın? Fakirlikte korkar hâldeyken aynı anda Allah korkusuna nasıl sahip olursun? Dünyaya hırsla yapışmış hâldeyken vera’yı nasıl beklersin? Miskinlerin rızasını almada Allah’ın rızasın nasıl elde edersin? Cimrilikle rızaya nasıl ulaşırsın? Dünya sevgisi ve övülmek arzusu ile cennete girmeyi nasıl arzularsın? Az ilimle ahiret saadetini nasıl umarsın?” (İmam Gazalî, Kutsî Hadisler)
TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Kutsî Hadis” maddesi şöyle açıklanmaktadır: “Hazreti Peygamber’in Kur’ân dışında Allah’a dayandırarak söylediği hadisler…”
Âlimlerin de ortak tanımlaması ve yaygın kanaati, “Kutsî hadislerin mânâsı Allah’a, ifadesi Hazreti Peygamber’e aittir” şeklindedir. Kur’ânî ifadelerden ve Nebevî sözlerden ayrı bir hitap ve anlamlar silsilesi içerdiğine dair yine İslâm âlimlerinin çalışmaları ve bazı ortak, bazı farklı görüşleri bulunmaktadır. Sahih Kutsî hadislerin içeriğine baktığımızda, dünya ve ahiret saadetini tesis edecek bir bilgi ve idrak daveti olduğu gerçeği yadsınamaz.
Makalenin başında İmam Gazalî’den alıntıladığım kutsî hadis de böyle bir anlama haiz. Ayrıca cennet ve cehennem, ölüm ve hayat kavramlarına ve bunların algılanmasındaki en mühim noktalara işaret eden kutsî hadisler de var.
Sözün kısası, lafız ve mânâsıyla Rabbin kelâmı olan Kur’ân ayetleri, Sevgili Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sav) söz, fiil ve tasdiklerini ifade eden hadis-i şerifler ve mânâsı Allah’a, lafzı Hazreti Muhammed’e ait olan kutsî hadisler, insan olma ve insan kalma gayretinde yegâne yörüngemiz. Bu hak istikamette “nasıl, neden, nereden nereye, ne şekilde ve ne amaçla” gibi insanî sorgulamaların, aklın ötesine atıfla, kalbi hizaya çeken ve ruhu da madde âlemi dâhil ve hatta bu âlemde lider kılan cevaplar, ancak İslâm dininin evvelâ kulağa (ses yoluyla), akla (İlâhî sistemle) ve kalp ile ruha (söz yoluyla) hitabında sırlıdır. Bu hitapları anlamak, anladığımızla amel etmek ve bu amelle aciz varlığımıza ve bu varlığa emanet edilen her bir canlı-cansız varlığa fayda verecek nefes alışverişlerle ömür sürmek gerekliliği bulunuyor.
Zikredilen kutsî hadiste işaret edilen derin ahlâk ve insanlık hududu, insana, her şeyi yeniden tanımlayacak bir şuur ve feraset gayreti aşılıyor. Rabbin sorduğu sorular hem bir keşfin müsebbibi, hem de akletmemiz gereken inceliklere delâlet. Öyle bir incelik ki, öylesine yaşayıp giderken iki cihan saadetinin bina edilişi mümkün olmayacak, eğreti duran taşlar da yıkılmaya mahkûm bir sallantıda sadece ânı kurtaracak. Bize, bizi dosdoğru yolda kaim kılacak bir şuur gerek.
Bu şuura insanın kendi akıl ve hissedişleri yoluyla varışı nâmümkün. Çünkü aklı da, ruhu da doğru bir yörüngeye sabitlemek için evvelâ Hakk Teâlâ’nın buyrukları üzerine düşünmek ve fiiliyatta bu fikredişe dair hakikî serpintiler var etmek gerek.
Bir başka kutsî hadiste de, dünyanın ne nispette bir boşluk barındırdığı ve asıl yurdumuza gidişin yol haritası Rahmân’ın eşsiz ve kalbi titreten hitabıyla bildirilmekte. Sonunda ise müjdeler müjdesi bir anlam, adeta kalbi, tahayyülleri aşan bir güzelliğe karşı susamış bir hasrete ve susuzluktan kurumuş dudakların özlemine ram etmekte.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar!
Dünya, yurdu olmayanların yurdu, malı olmayanların malıdır. Dünya malını aklı olmayanlar biriktirir, onunla anlayışı kıt olanlar sevinir. Tevekkülü olmayanlar dünya için hırs gösterir ve marifete ulaşamayanlar dünya zevklerinin peşine düşerler.
Her kim yok olacak bir nimeti ve sonu olan bir hayatı isterse, şüphesiz o, nefsine zulmetmiş, Rabbine isyan etmiş, ahireti unutmuş, dünyası kendisini aldatmış, açığıyla gizlisiyle günahı arzu etmiştir. ‘Çünkü günah işleyenler yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.’ (En’am, 120)
Ey Âdemoğlu! Bana kulak ver ve Benimle ticaret yap, Bana çalış ve kârını yanımda saklayıp ahirete al.
Benim yanımda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelip hayâl etmediği nice nimetler vardır. Benim hazinelerim ne biter, ne de eksilir. Ben hesapsız ihsan edenim ve sonsuz ikram sahibiyim.” (Kutsî Hadisler, İmam Gazalî)