Küstürdüğümüz kıssalar ve alamadığımız hisseler

Yerli ve millî bir film sektörünün kurulması, olmazsa olmazımız olmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda daha aktif rol alması gerekir. Çocuklarımızı kendi kültürümüzde var olan gerçek kahramanlarla buluşturmalıyız. Bu kahramanlarımıza çağın diline uygun yeni görevler, kendi öz kültürümüz ve medeniyet anlayışımıza uygun misyonlar yüklemeliyiz. Böylece kendi kıssalarımızdan çocuklarımızın da hisselerini almalarını sağlamış oluruz.

KADİM bir kültürün ve parlak bir medeniyetin çocukları olan bizler, çağ değiştikçe çağın getirdiği teknolojik yenilikler karşısında kendi öz benliğimizi muhafaza etmekte sıkıntılar yaşamaktayız.

Kültürel kodlar ve onun bir üst şemsiyesi olan medeniyet anlayışımız, kimliğimizi oluşturan en büyük değerlerimizdendir. Yüzyılların baskısı ve saldırıları ile günden güne zayıflayan İslâm Medeniyeti, yerini Batı Medeniyeti’nin insanı bir meta olarak gören, iman ve vicdan gibi değerleri reddeden yıkıcı anlayışına terk etmiştir. Çağın, daha doğrusu Batı Medeniyeti’nin getirdiği sömürü ve yok etme anlayışı, saldırgan tavrında yeni bir form geliştirerek doğrudan savaş yerine daha gizli ve daha tehlikeli “dolaylı savaşı” kendisine metot edinmiştir.

Toplumları sömürmenin en kolay yolu, onları kimliksizleştirmektir. Bu doğrultuda onların kültürel kodları dezenformasyona tâbi tutularak iğdiş edilmekte, başta dilleri ve dinî inançları olmak üzere tüm değer yargıları değiştirilmekte, kavramların içi boşaltılmaktadır. Bir virüs gibi toplumların belleklerine yer etmenin yolları da yine çağın geliştirdiği kitle iletişim araçları ile sağlanmaktadır. Televizyon, bilgisayar, cep telefonları ve bunların paralelinde hareket eden görsel ve işitsel tüm medya araçları, bu virüsün taşıyıcı ana damarlarıdır.

Her şeyi oyunlaştıran, haz mekanizmasını sadece eğlenceye bağlayan, oyun ve eğlence kisvesiyle direkt belleğe, akla ve kalbe saldıran bu sinsi virüsler sayesinde toplumlar tek tipleştirilmektedir. Yetişen bireylerden ise, kendi toplumundan ziyâde bu virüsleri üreten toplumların şekline şemâiline bürünen farklı bir nesil meydana gelmektedir.

Bu bağlamda genetik kodların DNA’lar ile nesilden nesle aktarıldığı gibi kültürel kodların da nesilden nesle aktarıldığı araçlar hiç şüphesiz geçmişte de vardı. Edebiyatımız, özellikle de sözlü edebiyatımız bu taşıma işlevini hakkıyla günümüze kadar yapagelmişti.

Sözlü halk edebiyatı mahsulleri, insanoğlunun tarih sahnesine ilk çıktığı dönemlerden günümüze kadar varlığını sürdürmüş en önemli kültür hazîneleri arasında yer almaktadır. Yüzyıllarca insanların duygu ve düşüncelerini yansıtmış olan bu ürünler, ağızdan ağza, nesilden nesle aktarılmış, bu yayılım sürecinde ilk sahibi unutularak halkın ortak malı olmuştur. Halkın ortak beğeni süzgecinden geçerek oluşmuş bu sözlü edebiyat mahsullerinin başında masallar, efsaneler, türküler, ağıtlar, ninniler, bilmeceler ve maniler gibi pek çok tür gelmektedir. Bunlar arasında dilinin akıcılığı, anlatımının çekiciliği, olaylarının olağanüstülüğü, kahramanlarının kendine has özellikleri ve yine kendine has dünyasıyla, buna bağlı olarak halkın hayâl boyutunu yansıtmasıyla, ayrıca birtakım değer yargılarının kazandırılmasına yönelik verdiği mesajlar ve bu mesajların eğitici işlevleriyle masalların diğer türlere nazaran hususî bir yeri vardır.[i]

Ancak teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığımız için, bu değerlerimiz eski albenisini ve kullanışlılığını kaybetmiş gibi görünmektedir. Oysa Süpermanlar, Batmanlar, Harry Potterler ile istilâya uğrayan kültür dünyamızı yeniden Nasreddin Hocalar, Keloğlanlar, Battal Gaziler ve dahası kıssalarımız, masallarımız, efsanelerimiz ve destanlarımızla kurtarmak mümkündür.

Kıssa ve masal

“Kıssa” kelimesi Arapça kökenli olup “k-s-s” kökünden türetilmiştir. Kelime genel olarak “anlatmak, bir haber ya da sözü açıklayıp bildirmek, bir kimsenin izini sürmek, ardınca gitmek, izlemek, rivayet etmek, sözü nakletmek, hikâye etmek” gibi mânâlara gelir. Bizim kültürümüzde kıssalar “masal” olarak da isimlendirilmiştir.

“Masal” kelimesi de dilimize Arapça “mesel” kelimesinden geçmiştir. 19’uncu yüzyılın başlarından itibaren yazılı ve sözlü kaynaklarda rastladığımız, “örnek verme” ve “benzer” gibi anlamlara gelen “mesel” kelimesi, zamanla “masal” diye ifade edilmiştir. Masal kelimesinin eski Türk dili anlatımlarında ve eski metinlerde “masal” , “metel”, “mesele”, “misâl”, “hikâye”, “destan” ve “kıssa” karşılığında kullanıldığı görülmektedir.[ii]

Pertev Naili Boratav’a göre masal, nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlarından ve törelerden bağımsız, tamamıyla hayâl ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatıdır.[iii] Ancak masallarda nazım ve nesrin karışık olduğu da bir gerçektir. 

Bir başka tanıma göre masal, olağanüstü kahramanların başlarından geçen olağanüstü olayların yer ve zaman belirtilmeden anlatıldığı edebiyat türüdür. [v] Edebiyatımızda masalın gerçek anlamda ilk defa Namık Kemal’in Mukaddeme-i Celâl’inde kullanıldığı görülmektedir. Yazar, masalı tamamen hayâlî olaylardan meydana gelen bir anlatım türü olarak görmektedir. Namık Kemal ayrıca, masalların ahlâkî, eğitici ve terbiye edici özellikleri olduğunu belirtmektedir.[vi] Bizim için Namık Kemal’in altını çizdiği bu husus çok önemlidir. Gerek masal, gerek destan veya kıssa, bu özellikleri taşıdığı için geçmişten günümüze kadar varlığını sürdürmüş ve çok sevilmiştir. “Kıssadan hisse almak” deyimi de bu misyonun tarihî bir belgesi niteliğindedir.

Halk arasında uzun yıllar hoşça vakit geçirmek ya da boş zamanları değerlendirmek amacıyla anlatılan masallar, sadece çocukların değil, yetişkinlerin de yoğun olarak ilgisini çekmiştir. Çocukları eğlendirirken eğiten, onların sosyal gelişiminde önemli faydalar sağlayan bu ürünler, okuma yazması olmayan ya da düşük olan halkın da romanı ve hikâyesi olmuştur. Masallar, “adalet, doğruluk-dürüstlük, iyilik-güzellik, sabırlılık” gibi değer yargılarını ön plâna çıkartır, bu yönüyle insanları psikolojik ve sosyal bakımlardan etkileyerek onlara örf ve âdetlerin öğretilip ahlâkî değer yargılarının benimsettirilmesinde, sorumluluklarını hatırlatmada, kişilikli birer vatandaş olmada ve bunların yanında günlük hayatın sıkıntılarından bir an da olsa uzaklaştırmada büyük rol üstlenmiştir.[vii]

İnsanlar, kendi yaşam gerçeğini, karşılaştığı sorunlarla ilgili çözüm önerilerini, beklentilerini ve hayâllerini masal olaylarına ve masal kahramanlarına yükleyerek göstermek istemiş, bu yolla yüzyıllarca gelecek kuşakları uyarmaya, eğitmeye, yaşamın zorlukları karşısında tecrübeli kılmaya çalışmıştır. Bunun nedeni, masal kahramanlarının sorunlarıyla yaşamın gerçekleri arasında bir paralellik kurulabilmesi ve masallar yoluyla bunların ait oldukları toplumun yaşam gerçeğinin tespit edilebilmesiyle ilgilidir.[viii]

Kıssa ve masalların kültürümüzdeki yeri

Sözlü edebiyatın bir ürünü olarak günümüze kadar gelen ve artık kayıt altına alınan bu ürünleri “kıssa” kavramı ile toplu olarak değerlendirirsek, bunların kültürümüzdeki yeri ve önemi çok büyüktür. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, kültürel kodlarımızın nesilden nesle aktarılmasındaki görevleri her şeyin üstündedir. Bu görev, kıssalara eğiticilik rolü de vermektedir. Özellikle çocuklarımızın eğitiminde kıssaların önemi tartışılamaz.

Masalın, yüzyıllarca halk üzerindeki etkisini koruyarak yaygın bir şekilde sözlü gelenekte varlığını sürdürmüş olmasının temelinde, insanı hayata hazırlaması, duyguları beslemesinin yanında, söz konusu bu özelliğinin yani geçmişte hayâlleri süsleyen kimi beklentilerin zamanla gerçekleşebileceğini göstermesi, bir başka deyişle realist mesajları olağanüstülüklerle süsleyerek renklendiren bir tür olmasının da büyük rolü bulunmaktadır.[ix]

Gelişen teknolojiye aşırı duyarlılık, genç dimağlarda bağımlılık yapmakta, bu bağımlılığın ardından da teknolojinin sahiplerine yönelik bir hayranlığı beraberinde getirmektedir. Bu hayranlık, sonunda bireyi, kendi milletini ve kendi değerlerini aşağılamaya, hor görmeye sevk eder. Sonuçta kişi, kendini içinde yaşadığı toplumdan soyutlayarak bir yabancılaşmaya ve bir yalnızlaşmaya mahkûm edecektir. Teknolojinin kendisine sunduğu kolaycılık, şiddet, sanallık ve inançsızlık, onu tamamen kimliksizleştirecektir.

Kur’ân’da neden kıssalar yer alır?

Yüce Kitabımız Kur’ân dahi kıssalara yer vermiş, insanların bu kıssalardan ibret almalarını, eğitilmelerini istemiştir. Ayrıca Hazreti Âdem’den bu yana Tevhîd mücadelesinin gönderilen diğer peygamberler üzerinden safahatı anlatılır. Geçmiş ümmetlerin başlarına gelenler ile bugün arasında bir mukayese yapılmasını, benzer olayların bizim de başımıza gelebileceği uyarısıyla bir aktarım gerçekleşir. Zorluklara sabır ve mücadele yolları ile yöntemleri anlatılır.

“Kıssa” kelimesi özelde, bir kimse yahut bir şeye ait hâdiselerin adım adım, nokta nokta takip edilerek anlatılması, hikâye edilmesi ve bu niteliği taşıyan hikâyeyi ifade eder. Kelimenin bu etimolojik anlamı, kıssa türü hikâyede olayın adım adım izlenecek nitelikte önemli ve ilginç olmasıyla doğru ve gerçekçi olması niteliklerini ön plâna çıkarır. Kıssanın hikâyeden farkı da bu nitelikleri dolayısıyladır. Çünkü asıl anlamı “nakil” olan hikâye, gerçekçi-hayâlî, önemli-önemsiz başkalarına aktarılıp anlatılabilecek her tür olayı kapsar. Kur’ân’da yer alan kıssalar için “hikâye” kelimesinin kullanılmaması da bu ayrıma dayanır. Zira Kur’ân, kıssaları ibret alınacak olan, tarihî doğruluk ve gerçeklik niteliği taşıyan olaylardır.[x]

Bazı insanlar, meselelere ancak kıssaların ortaya koyduğu mesajlarla yaklaşabilirler. Muhatabın meseleleri iyi anlaması ve anlatılandan ne kastedildiğini bilebilmesi, bunun da ötesinde verilmek istenen mesajın ne olduğunu öğrenebilmesi için kıssalar büyük önem arz ederler. Kur’ân’da getirilen bu kıssalar, Kur’ân’ın muhatapları olan bizler için, “Dikkat edin, eğer siz de böyle yaparsanız, sizin de sonunuz böyle olacaktır” anlamında bir meydan okuma havası taşır. Aynı zamanda, “Onların başlarına gelenler sizin başınıza gelmeden başarıya ulaşacağınızı mı zannediyorsunuz?” diyerek, işin vahametini ortaya koymaya çalışır.[xi]

Mâhiyetleri itibariyle Kur’ân kıssaları üçe ayrılır: Diğer peygamberlerle ilgili kıssalar; Kur’ân’ın nüzulü sırasında meydana gelen olaylarla ilgili kıssalar; Hazreti Âdem’in yaratılışı ve kıyamet sahneleri gibi ibret alınması anlatılan gaybî kıssalar.[xii]

 

Çocuk eğitiminde kıssa ve masalın yeri

Kıssaların çocuklara aktarılması, çocukların hoşlandığı ve sevdiği şeylerdendir. Kur’ân’da zikredilen kıssalar teşvik edici ve dikkat çekici unsurları ihtivâ ettiği için, insan nefsini, özellikle de çocukları etkilemektedir. Zira Kur’ân kıssalarında ikna gücü ve duyguları eğitme fonksiyonu bulunmaktadır. O kıssalar sayesinde çocuk, sabretmeyi, doğru inandığı iş üzerine sebat etmeyi, yaptığı işlerde ihlâslı ve samîmi olmayı öğrenir.[xiii]

Kur’ân’daki kıssaların, çocukları tarihe bağlamanın yanında onların inançlarını güçlendireceği de bir gerçektir. Çocuklar, Allah’ın inanç üzerinde olanları desteklediğini ve inançsız olanları da nasıl perişan ettiğini yaşanmış bu olaylar sayesinde öğrenmiş olacaklardır. Geçmişe iman bağıyla bağlanmış olduklarından, çocuklar, tarihlerinin ilk inanan insan Âdem ile başladığını öğrenecekler ve çok zengin bir geçmişlerinin varlığından haberdar olacaklardır. Dolayısıyla bazı şartlardan dolayı zayıf veya yenik pozisyona düşmüş olsalar bile, bunun sonuna kadar devam etmeyeceğini de bu kıssalar sayesinde bileceklerdir.[xiv]

Saim Sakaoğlu’nun da dediği gibi, bu masal veya kıssalar aracığıyla çocuğun iç dünyasında üstün bir fikir ve idealin hiç değilse hayâl âleminde gerçekleşmesi sağlanacak, güçsüzlüğümüz sebebiyle doğru olduğunu bildiğimiz hâlde gerçekleştiremediğimiz bazı ideal fikirlerin tahakkukuna yardım edilecektir.[xv]

Kıssaların yerine geçen ucûbeler ve subliminal mesajlar

Günümüzün modern şartlarına ayak uydurabilmek için yoğun çalışan ailelerin çocukları, başkalarının elinde büyümektedir. Akşam eve yorgun gelip evdeki diğer işlerini yetiştirme telâşındaki anneler, çocuklarını elektronik bakıcılarına yani televizyona teslim etmektedirler. Sadece çalışanlar değil, çocuğunun evde sessiz durmasını isteyen, yaramazlıkları ile uğraşmak istemeyen anneler de çocuğu âdeta televizyona mahkûm ederler.[xvi]

Çocuk kiminle uzun bir zaman dilimi geçirirse, onun alışkanlıkları ve bakış açısı ile biçimlenir. Televizyon çocuğa bir ilişki biçimi sunar ve çocuk da bunları sorgusuz bir biçimde kabullenir. Televizyon-bilgisayar, birlikte zaman geçirme süresi, gönderdiği iletileri, renkli ve hareketli uyaranları ile diğer kaynaklardan (kimi zaman anne-babadan) daha belirleyici bir rol üstlenebilir. Bebeklikten başlayarak oluşması çok kolay, kaybolması çok zor olan ilişki motifleri kurar ve yaşam boyu bunları kullanırız. İmgeler, belleğin yok edilemez birer parçası hâline gelir ve deneyim, belleğe işlenerek kişiliğe dönüşür.[xvii]

Teknoloji kültürü şüphesiz bilgiye kolaylıkla ulaşmada, yenilikleri ya da gelişmeleri ânında takip etmede, kişilerin eğitim ve öğretiminde topluluklara büyük hizmetler sunmaktadır. Ancak bunların doğru zamanda, doğru yerde ve doğru amaçlarla kullanıldıklarında daha yararlı olacakları unutulmamalıdır. Aksi hâlde bu kültürün insanlığa faydasından çok zararı dokunacak, millî kültürün ve geleneksel değerlerin yerini tarihî köklerden yoksun bir teknoloji kültürünün alması tehlikesiyle karşı karşıya kalınacaktır.[xviii] Bu nevzuhur teknoloji kültürü ise bize ait olmayacağı gibi bizi biz yapan değerler ile de hiçbir zaman yan yana gelmeyecektir.

Bugün ne yazık ki televizyon kanallarının birçoğunda, kıssalar şeklinde çocuklar için hazırlanan çizgi filmler (animasyonlar), içerik açısından çocukları hiç ilgilendirmemekte ve çocukların ihtiyaçlarına hiçbir şekilde cevap vermemektedir. Superman, Tarzan ve Miki gibi çizgi filmler şiddet, tehlike ve macera içeren konular üzerinde cereyan etmektedir.[xix] Aslında bu çizgi filmler; sözüm ona eğlendirirken eğitmek, öğretmek, doğruyu göstermek amacıyla yapılmaktadır. Bugün özellikle bir endüstri hâline gelen çizgi film sektörü, Amerika’da önemli bir sektördür. Sektörün kurucusu ve en önemli aktörü de Walt Disney’dir.

Çizgi film karakterleri çoğunlukla beyaz perdeye aktarılmakta ve “çocuk sineması” adıyla yeniden karşımıza çıkmaktadır. Çocuk karakterlerinden Tarzan, Edgar Rice Burroughs’un 1912’de yazdığı, hayvanlar arasında yaşayan ve aklı hiç kullanmadan bütün problemlerini beden gücüyle çözen bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabiî ki bu durum çocuğun akıl yönünü ikinci plâna atmasına sebep olacağından, çocuk olumsuz yönden etkilenmiş olacaktır. Onun için yapılması gereken, çocuklara aktarılan bu ve benzeri kıssaların konularında akıl nimetini ön plâna çıkarmak ve meydana gelecek problemlerin akıl yoluyla çözülmesinin daha doğru olacağını öğretmektir.[xx]

Tarzan’ın, İbni Tüfeyl’in 12’nci yüzyılda yazdığı “Hay bin Yakzan”dan esinlenerek yazıldığı iddia edilmektedir. Bahsedilen bu karakter ile ilgili olarak bizim medeniyetimizin bir ürünü olan Hay bin Yakzan, daha farklı bir rol üstlendiği gibi, verdiği mesajla da hem daha insanî, hem daha akılcı ve İslâmîdir. Yine Hay bin Yakzan’dan tam altı asır sonra Daniel Defoe, bu romanın bir benzeri olan Robinson Crusoe’yi kaleme almıştı.  

Aynı zamanda bu filmlerin Türk dilini de ne kadar tahrip ettiği ortadadır. Nitekim onları devamlı seyreden körpe zihinler, anadillerini sağlam esaslar üzerine oturtmaktan uzak yetişmektedirler. Dilimize zarar vermenin yanında bu kıssaların konu edildiği çizgi filmlere edebî ve ahlâkî değerler yüklenmediği için çocukların psikolojik yapısı bozulmakta ve filmlerin tesirinde kalarak onlar da hayâlî düşüncelere girmeye çalışmaktadırlar.[xxi]

Kur’ân’daki kıssaların, çocukları tarihe bağlamanın yanında onların inançlarını güçlendireceği de bir gerçektir. Çocuklar, Allah’ın inanç üzerinde olanları desteklediğini ve inançsız olanları da nasıl perişan ettiğini yaşanmış bu olaylar sayesinde öğrenmiş olacaklardır.

Bu filmlerde verilen bilinçaltı (supliminal) mesajlar da çok tehlikeli boyutlardadır. Hemen hemen birçoğu Hıristiyanlık propagandası yapmakta ve bu filmleri yapan ülkelerin (Amerikan, Fransız, Alman vs.) kültürünü körpe dimağlara enjekte etmektedir.

Bilinçaltına seslendiği için etkisi diğer mesajlardan daha hızlı ve geniş olan subliminal mesajların var olduğu savı, -hâlâ tartışılsa da- geniş kitlelerce kabul edilmektedir. Çizgi filmlere ölüm, cinsellik, şiddet, gerçek üstü unsurlar ve millî duyguları yıpratan olumsuz mesajlar, bilinçaltı ikna yöntemleri ile gizlenmektedir.[xxii]

Örneğin bir dönem çocukları kendisine bağlayan Tele-Tubbies üzerine yapılan çalışmada çıkan sonuçlar ürkütücüdür. Bu çalışmadan örnekler verecek olursak, Tele-Tubbies tombul, farklı ten renklerine sahip, aynı beden özellikleri gösteren, göbeklerinde ekran bulunan insansı varlıklardır. Bu dış görünümle bireylerde cinsiyet ayrımının gereksiz olduğu gösterilmektedir. Bir de alacalı sihirbaz şapkaları vardır. Rengi siyah değildir. Bu şapka ile çocuklara, “Baş edemediğin ya da anlamlandıramadığın metafizik konuları büyü ile açıklamalısın” mesajı verilir. Bu çizgi filimdeki subliminal mesajlar da şu şekilde tespit edilmiştir:

-Kişi kendine uygun, kendine benzeyen küçük bir grupla gayet neşeli bir ömür sürebilir. Grup bunun için toplumdan kendini soyutlamalı, toplumun kurallarının geçerli olmadığı yeni bir dünya oluşturulmalıdır.

-İhtiyaç hâlinde, topluma ulaşılabilecek teknoloji yanlarında bulundurulmalıdır.

-Grubu oluşturan elemanların kadın ya da erkek olması önemli değildir. Toplu hareket edilir. Her şeyde beraber olunur, her zevk birlikte tadılır. Çizgi film boyunca hemen her yerde “Sarılalım sıkı sıkı” ifadesi kullanılır. Bu cümlede masum bir kardeşlik var gibi görünse de ne yazık ki arka plânda sapkın bir cinsellik duygusunu barındırdığı düşünülmektedir.

-Çizgi filmdeki büyü unsuru, Yaratan’ı yok sayma, eş koşma anlamına gelir. Başa çıkılamayan bir mesele kendinden güçlü ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir varlığa sığınmakla değil, büyü ile çözülmek istenmektedir.[xxiii]

 

Çocukların karakter seçiminde cinsiyetin büyük bir etkisi vardır. Kız çocukları kadın, erkek çocukları ise erkek karakterlerle özdeşleşmektedir. Bunun farkında olan bazı yapımcılar, çizgi filmlerde unisex (her iki cins için geçerli) karakterlere ağırlık vermektedirler. Bu mantıkla oluşturulmuş bir çizgi filmi izleyen çocuk, kendi cinsiyetinin farkına varmakta zorlanacak, hangi toplumsal rolü benimseyeceğini bilememekten kaynaklanan huzursuzluğu yaşayacaktır.[xxiv]

Benzer mesajlar Şirinler filminde de bulunmaktadır. Ayrıca bu çizgi filmde şiddet eğilimi de yer alır. Kaldı ki, daha aşırı dozda şiddet içeren çizgi filmler de televizyonlarda gösterilmektedir. Bu filmler hem çocukları şiddete yönlendirmekte, hem de çocuğu her an şiddete maruz kalacağı endişesi ile korkak ve silik bir kişilik olmasına sebep olmaktadır.

“Medyadaki şiddetten etkilenen küçük yaşlardaki çocuklar, kendilerinin de şiddet kurbanı olabileceğini düşünmekte, korku ve kaygı geliştirmektedirler. Bu çocuklarda sık sık ağlama, kucak isteme, saldırganlık eğilimi, uyku bozuklukları, kekeleme, tuvalet alışkanlıklarında bozulma, güven sorunları, sosyal etkileşimden kopma, psikosomatik bozukluklar, benlik değerinde düşme, dikkat toplama sorunları ve depresyon eğilimi artmaktadır.”[xxv]

Sonuç

Gelişen teknolojiye aşırı duyarlılık, genç dimağlarda bağımlılık yapmakta, bu bağımlılığın ardından da teknolojinin sahiplerine yönelik bir hayranlığı beraberinde getirmektedir. Bu hayranlık sonunda, bireyi, kendi milletini ve kendi değerlerini aşağılamaya, hor görmeye sevk eder. Sonuçta kişi, kendini içinde yaşadığı toplumdan soyutlayarak bir yabancılaşmaya ve bir yalnızlaşmaya mahkûm edecektir. Teknolojinin kendisine sunduğu kolaycılık, şiddet, sanallık ve inançsızlık, onu tamamen kimliksizleştirecektir.

Özellikle günümüz çocuklarının vazgeçilmez eğlence aracı olan çizgi filmler, animasyonlar, bilgisayar oyunlarında öne çıkan kavramlar dostluk, dürüstlük, kendine ve başkalarına güven, cesaret, güzellik, yardımseverlik, dayanışma, aile ve vatan sevgisi gibi değerlerdir. Ama her yapım, kendi üretildiği kültürün değerlerini ve kendi yapımcısının ideolojisini taşır. Kim tarafından hangi ideolojiye hizmet maksadıyla yapıldığı bilinmeyen ürünler, hiçbir inceleme ya da bilimsel değerlendirmeye tâbi tutulmadan alınıp geleceğin emanetçisi olan çocukların körpe zihinlerine enjekte edilmemelidir.

21’inci yüzyılın ileri teknolojisi ile donatılmış hayatımızda maalesef çocuklar çok katlı apartman dairelerinde yeşili ve toprağı görmeden yetişmekte, geleneksel çocuk oyunlarını oynayabilecekleri bir alana sahip olamamaktadırlar. Ev ortamına sığdırılmaya çalışılan enerji ise genelde televizyon, bilgisayar, tablet, hattâ cep telefonu gibi çeşitli elektronik araçlara kaymaktadır.[xxvi]

Bize düşen görev, teknolojiyi reddetmek değil, ondan olumlu anlamda yararlanmak ve insanımızı bu yönde bilinçlendirmek, geleneksel kültürümüze bağlı ancak yeniliklere de açık bireyler yetiştirmektir.[xxvii] Öncelikle kendimizi kapatarak veya yasaklayarak bir yere varamayacağımızı bilmemiz gerekir.

O zaman ilk yapılması gereken, bireyleri teknoloji bağımlılığından kurtarmak olmalıdır. Teknoloji bize hükmetmeden, bizim ona nasıl hükmedeceğimizi öğrenmemiz ve gençlere öğretmemiz şarttır. İkinci yapılması gereken de, mutlaka kendi öz değerlerimize dönmek, bu değerlerle işlenmiş masal, kıssa ve hikâyeleri yeniden gündeme getirip onları çağın imkânları ile buluşturmaktır.

Yerli ve millî bir film sektörünün kurulması, olmazsa olmazımız olmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda daha aktif rol alması gerekir.

Çocuklarımızı kendi kültürümüzde var olan gerçek kahramanlarla buluşturmalıyız. Bu kahramanlarımıza çağın diline uygun yeni görevler, kendi öz kültürümüz ve medeniyet anlayışımıza uygun misyonlar yüklemeliyiz. Böylece kendi kıssalarımızdan çocuklarımızın da hisselerini almalarını sağlamış oluruz.



[i] Yrd. Doç. Dr. Nilgün Çıblak,  Teknoloji Çağında Kültürel Miras Olan Masalların Korunması, TÜBAR-XXIII-2008-Bahar, Sh:39-50

[ii] https://www.sorubak.com/blog/masallarin-turk-edebiyatindaki-yeri.html

[iii] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, sh: 80, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1969

[iv] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, sh: 80, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1969

[v] https://www.sorubak.com

[vi] https://www.sorubak.com

[vii] Çıblak, agm.

[viii] Muhsine Yavuz Helimoğlu, Masallar ve Eğitimsel İşlevleri, sh:15, Ürün Yayınları, Ankara. 1997

[ix] Helimoğlu, agm.

[x] İdris Şengül, TDV İslâm Ansiklopedisi Kıssa Maddesi, Cilt: 25, sh: 498-501, Ankara, 2002

[xi] Doç. Dr. Muhammed Aydın, Çocuk Eğitiminde Kur’ân Kıssalarının Önemi, SAÜ Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 14, sh: 69-76, 2007

[xii] Aydın, agm.

[xiii] Aydın, agm.

[xiv] Aydın, agm.

[xv] Saim Sakaoğlu, Masal Araştırmaları, sh: 159-160, Akçağ Yayınları, Ankara,1999

[xvi] Fahri Temizyürek, Ümran Acar, Çizgi Filmlerdeki Subliminal Mesajların Çocuklar Üzerindeki Etkisi, Cumhuriyet International Journal of Education-CIJE, Vol 3 (3), sh: 25 – 39, 2014

[xvii] Nilüfer Pembecioğlu, Gelecek Kurguları ve Medya Algıları. I. Türkiye Çocuk ve Medya Kongresi Bildiriler Kitabı-1.cilt, sh: 402, Haz. H. Yavuzer ve M. R. Şirin, İstanbul: Çocuk Vakfı Yayınları. 2013

[xviii] Helimoğlu, agm.

[xix] Aydın, agm.

[xx] Aydın, agm.

[xxi] Aydın, agm.

[xxii] Fahri Temizyürek, Ümran Acar, Çizgi Filmlerdeki Subliminal Mesajların Çocuklar Üzerindeki Etkisi, Cumhuriyet International Journal of Education-CIJE, Vol 3 (3), sh: 25 – 39, 2014

[xxiii] Temizyürek ve Acar, agm.

[xxiv] Temizyürek ve Acar, agm.

[xxv] RTÜK, (2005). Televizyon Programlarındaki Şiddet İçeriğinin, Müstehcenliğin ve Mahremiyet İhlallerinin İzleyicilerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri Araştırması

[xxvi] Temizyürek ve Acar, agm.

[xxvii] Helimoğlu, agm.