Kuşlar ve ruhlar

Ben bir kuşum tüm akşamüstlerinde kanat çırpan. Rüzgârla savrulmuyorum, yanıldınız. Zamanı tutuyorum kanatlarımla. Size günler, size anlar dağıtıyorum. Benimle başlayan zaman, ancak kalbinizde duruyor. Canlanıyor ansızın. Siz aşk zannediyorsunuz, şans addediyorsunuz. Bilakis, yalnızca olacak olan oluyor. Siz buna “özgürlük” diyorsunuz. Yanılıyorsunuz!

SİYAH balonun iplerini saldım. Bu sefer teğet geçti çatıları. O göğe yükseldikçe ben uçtum. O kanat, ben kuştum.

En kuvvetli fırtınalar bile kendine durup dinlenme hakkını tanıyorken, ben uçan kuşa mı öykünüyordum? “Kaç fersah öteye gidersem gideyim, en fazla kendi aklımın içi kadar yer kaplayacağımı bilip olduğum yere çöktüm” diyebilmeyi ne kadar isterdim… Şu an bu kalabalık meydanda dikkat etmem gereken ilk şey, fiyakamın bozulmaması ne yazık ki! 

Hayır, etrafınıza çirkin ve yapışkan yalanlar savurmayın efendim! Nereye bakarsanız bakın, esasında her daim kendinizi izliyorsunuz. Daha eski bir pantolonda kendi üstünüzdekinin parıltısıyla ne kadar içten tatmin olduğunuzu şu dakika kanıtlarım. 

“Efendim, benim için en önemlisi iç güzelliktir, akıldır, erdemdir” palavralarını hızla geçin saygıdeğer insanlar. Bakın, tam da üstünüzde süzülüyor siyah ve gösterişsiz balonum. Fakat gözleriniz parlak ve kırmızı olanlarda, biliyorum.

Bir deliye bakarsanız, kendi aklınızı görürsünüz. Evsizler sokağından geçerken duyduğunuz kokuyu burnunuzu tıkayarak bastıramazsınız. Bu sizin evinizin kokusudur. Tartarsınız pencerelerden aslında dünyada ne kadarsınız. Herkes biraz siz, fakat en az hiç kimse kadar yoksunuz. 

“Bir oda kadarsınız efendim” desem, inanmayın sakın! Elleriniz bir koltuğa bile denk gelmiyor. Evet, biliyorum, harika bir takım aslında; ham ketenden ve yumuşacık. Taht gibi, bağlandıkça kaybedin kendinizi içinde. Fakat ben bir avuntu değilim. Eskidiğini anlayamayacaksınız ellerinizin. Koltuğunuzu bile henüz göremediniz, farkında değilsiniz. 

Her gece kurulduğunuz o yerde rahat bir nefes dahi alamadınız. Tak diye tek hamlede kartınızı hiçbir yere değdirmeden aldınız tahtınızı. Bu geldi aklınıza ilkin. “Vay be, kral adamım doğrusu!” dediniz. Sonra o krediye sahip olabilmek için bankoda saatlerce dikilirkenki gururunuz geldi gözünüzün önüne. İlk kez tezgâhın ardındaki birine yüksekten baktınız. O muazzam işinizle övündünüz. “Yıllarım…” dediniz. “Onlarcası…” dediniz. Ama bir türlü “Eskidim” diyemediniz be efendim!

İlk iş tecrübeniz ziyaret etti kalbinizi. Kalbinizi seçti, çünkü istenmediğiniz kapıların ortak noktasıydı orası. Sokaklarda kol gezen isyan çığlıklarının birini de sizin sesiniz kavuşturmuştu özgürlüğüne. Ne çabuk unuttunuz efendim! Eskiyen seneleriniz bir koltuk takımına denk olmamalıydı banka sıralarında. 

Kaldırın kafanızı! Uçuyor siyah balonum. Bakın bana, aynıyım ben. Bir kuşum; yuvam şehrin en yüksek tepesinde. Ama size koltuğunuzdan sesleniyorum. Yüce dağlardan emanet aldığı nefesi dağıtıyor balonum size, bize, onlara. Gözleriniz hâlâ kırmızı olanlara takılı kalıyor, biliyorum. Renkler renginden utanıyor.

Böylesi ayan beyan olmasına rağmen aynı kuvvette üstü kapanan konular zihninizi bulandırıyor efendim. Ruhunuzdaki belirsizlik her akşam saat henüz geçmişken beşi, metrobüs camlarına yansıyor. Utanıyorsunuz belki de, ondan bu baş eğişleriniz. “Nasıl yaptım bunu kendime?” diyemiyorsunuz meselâ. “Bir berjerin kölesi, kulübeden bozma apartman dairesinin uşağı nasıl oldum?” diye soramıyorsunuz. “-Mış” gibi yapmakların ülkesinde savaşmadan yaşamak için kuvvetli bir inanç gerektiriyor “sabah sekiz akşam beş” mottosu. Nasıl anlatıldıysa öyle yaşamak, defteri günahsız kapatmak gibi geliyor, biliyorum. 

Bilgisayar ekranlarına, mavi kapaklı dosyalara bağımlı yaşantınıza bir ruh bahşediliyor. Siz görmüyorsunuz, inat ediyorsunuz, inatla gömüyorsunuz. Neden bu ısrarınız efendim? Yoksa yaşadığınıza “hayat” mı diyorsunuz?

Ben bir kuşum tüm akşamüstlerinde kanat çırpan. Rüzgârla savrulmuyorum, yanıldınız. Zamanı tutuyorum kanatlarımla. Size günler, size anlar dağıtıyorum. Benimle başlayan zaman, ancak kalbinizde duruyor. Canlanıyor ansızın. Siz aşk zannediyorsunuz, şans addediyorsunuz. Bilakis, yalnızca olacak olan oluyor. Siz buna “özgürlük” diyorsunuz. Yanılıyorsunuz!