Kuşaklar arası etkileşim

Genetik kodlarımızda var olan din, vatan ve insan sevgisini ortaya çıkaracak doğru kapıları bulmalı ve çalmalı evvelâ. Anahtarı güzel söz olmalı sonra. Kapıyı da açınca, artık gönülleri ve nesilleri buluşturmalı!

Çatışma

TOPLUMDA sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerin yaşanması, kentsel göçün yaygınlaşması, aile yapılarının farklılaşması ve hane içerisinde yaşayan bireylerin azalması ile kuşaklararası etkileşim çatışmaya yol açabilmektedir.

Bir sosyo-psikolojik kavram olan “çatışma”, insanlar arasında teşekkül eden çeşitli anlaşmazlıklardan doğar. Ki karşılıklı etkileşimin var olduğu toplumlarda ve aile meclisinde bu çatışmalar kaçınılmaz ve tabiîdir. Sadece kişisel değil, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Bireylerin kişisel hayatları kadar toplumsal işleyişi de olumsuz etkilemektedir. Genç ve yaşlı, iki grubun birbirinden öğrenebileceği çok şey varken bu denli uzaklaşmak ve birbirine yabancılaşmak toplumun kültürel ve tarihsel serüvenini sekteye uğratmaktadır.

Çocuklar günlük yaşamlarında okul ve benzeri ortamlarda kendi akranlarıyla birlikteyken, ileri yaştaki bireyler de yine kendi yaşıt çevreleriyle vakit geçirdiklerinde, her iki kuşak birbirini tanıma fırsatı ve ortamı yakalayamamaktadır.

Kuşak çatışmaları tarih boyunca pek çok farklı kültür ve coğrafyada önemli bir sorun olmuştur. Milât öncesi 800’e uzanan, Hesiod’a ait bir tespit bu gerçeği ortaya koymaktadır: “Günümüzün gençleri öyle umursamazlar ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündüğümde umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kuralları boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”

Hangi çağda olursak olalım, çok eski zamanlardan bu yana varlığını sürdüren bu mevzunun hangi kolunu kanadını tutsak da bir yararı dokunsa yazdıklarımızın? Değişmeyen bir insan sabiti karşısında, değişen zamana akıl ve iradeyi giydirebilmek çok da kolay olmasa gerek. Zira anlamak ve anlamlandırmak üzere kurulan iletişim dünyamızı kendimizden başkasına kapatmayı dayatan zorba bir ego savaşına maruz bırakıyoruz çoğu zaman.

Toplumumuzun en önemli değerlerinden biri olan nene-dede, çocuklar ve torunlar olmak üzere üç neslin bir arada yaşadığı geniş aile modelleri yok denecek kadar azaldı. Bir çekirdeğin içine sığdı yuvalarımız. Ya da sığmadı, biz öyle zannettik. Dış dünya da bize yetmedi. Kuşaklararası dayanışmayı çatışmaya bıraktık. Felsefî ve siyâsî kabuller, dinî akideler, yaşama biçimi, yeme-içme ve giyinme adâbı gibi konularda uyuşmazlıkların olması iletişim engellerine bir bent daha koydu. Birlikte aynı sofrayı, aynı mekânı paylaştığımız ailemizle ayrı düştük.

Aile, bireyin toplumsallaşmasında aktif rol modeldir. Toplumun temel yapıtaşını oluşturan değerlerin gelecek nesillere aktarılması ancak aile içerisinde bir yardımlaşma ve dayanışma olduğunda başarı sağlar. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kuran aile büyüklerimizin dil, tarih ve kültür taşıyıcısı olarak tecrübelerinden yararlanmak bize aslımızı unutturmayacağı gibi neslimizi de daha parlak bir geleceğe taşıyacaktır. Bu minvalde, yaşlı bireylerin ve gençlerin birbirini tanıması, anlaması ve iletişimde doğru bir dil kullanması, birbirine duygudaş olması büyük önem taşımaktadır.

Dayanışma

Nesiller arası çatışmayı bireylerin birbirlerini anlama çabasıyla dayanışmaya çevirmek mümkündür. Sağlıklı bir iletişim kurmak için önce dinlemeli. Göz hizasında, sabırla… Daha söz bitmeden yerinden kalkmamalı. “Sen giderken o yollardan ben dönüyordum” yahut “Ben senin yaşındayken ev geçindiriyordum” gibi karşılaştırmalı öğütlerden kaçınılmalı, bugünün şartları göz önünde bulundurulmalı. Meseleleri şahsileştirmek yerine yanlış olan davranış ele alınmalı. O yanlış davranışa meyil vermesine sebep nedir, buna bakılmalı.

Örneğin saygısız olmak kişinin kendisi ile ilgili değil, davranışı ile ilgilidir. Davranış üzerinden norm üretmek kişiye kendini kötü hissettirmeden düzelmesine eğilim verir. Güven duygusu sağlanmalı. Beden dilini doğru kullanmalı. Sözün çıktığı kaynakla bedenin yaydığı frekans aynı ölçüde olmalı. Empati kurulmalı. Ortaya çıkan sorunu tanımalı ve sorunun tanımlanmasına fırsat verilmeli. Tespit edilen sorunlar çözüme olanak sağlar. Sorunlar karşısında çözüm stratejileri geliştirilmeli ve alternatif seçenekler üretilmeli. Coğrafî koşullar, eğitim düzeyi ve ekonomi durumları her zaman aynı olmayabilir. Her yol ve yöntem her duruma uymayabilir. Çözüm önerilerinde bu farklılıkların da dikkate alınması gerekir. Yoksa otoriteden bağımsız yaşamak isteyen gençlerin, boşanmaların, mutsuz ergenlerin ve iyi yetiştirilemeyen çocukların önüne kuru bilgi ile geçmek mümkün değildir.

Ailede çocuktan yaşlıya her bireyin bir kişiliği, bir mizacı olduğu unutulmamalı. Saygın ve değerli olma hissini karşımızdaki bireye vermek, iletişim kazalarını en aza indirecektir. Kullandığımız üslûp ve dilimizin inceliği, içeriğinden çok daha etkili olacaktır. Ses tonumuz mesajın yerine ulaşmasını daha kolay sağlayacaktır. Dilimizi harekete geçirmeden evvel beynimizi konuşturmalı, düşünerek ve tartarak seçmeli kullanacağımız kelimeleri. Ve şikâyet etmemeli.

Anlaşılmadığından, sevilmediğinden, dinlenilmediğinden yakınan insan önce kendi içine dönmeli ve kendisini dinleyerek, kendisini sevip, sayıp, anlayarak dışa dönmeli. Kendisiyle iletişimi iyi olmayanın başkasıyla iletişiminin iyi olması beklenemez.

Anne ve babalar hızla gelişen çağın gerisinde kalmamalı, kitle iletişim araçlarını tanımalı, teknolojik sosyalleşmeyi anlamalı ve çocukların kullandığı dili öğrenmeye çalışmalı. Böylelikle çocuklarımızı koruyacağımız tehlikeli alanları tanır ve olası bir zarara karşı daha hazırlıklı olabiliriz.

Bir bireyin sağlıklı gelişimi için duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmış olması gerekir. Anne sevgisi, baba ilgisi, nene-dede muhabbeti beraberinde dengeli bir kişiliğin oluşmasını getirir. Dengeli bir kişilik adalet ve hoşgörü sağlar. Gencinden yaşlısına her birey, yaşının gereğine göre saygıyı hak eder. Gençlerin gözünde yaşlılar, yaşlıların gözünde gençlerin nasıl algılandığı konusunda orta kuşak dediğimiz anne babaya büyük iş düşüyor. Anne-baba genci nasıl tanımlıyor, nasıl görüyor ise yaşlı da bunu öyle öğreniyor öyle görüyor. Ve yine aynı şekilde anne-babanın yaşlılara yaklaşımı nasıl ise gencin yaklaşımı da öyle oluyor. Kuşaklar arası iletişimin gözlemle yakından ilgisi vardır.

Nesiller arası kültür aktarımını sağlayabilmek için yaşlı bireyleri sahada daha çok görmeye ihtiyacımız var. Onların deneyimlerinden yararlanmak adına tecrübe paylaşım platformları kurulabilir. Huzur evi kampüsleri içerisinde kreşler oluşturulabilir. Bir araya gelme yöntemiyle duygu ve düşünce aktarımı sağlanabilir. Kişisel gelişim, spor, sanat ve bağımlılıkla mücadele gibi konularda yapılan eğitim seminerlerinde öncelikle yaşlılara söz verilebilir. Sosyal yaşama katılmalarını destekleyen projeler yapılabilir.

Medyada yaşlıların acınacak ya da gülünç bulunacak kişiler olarak değil, saygın bireyler olduklarına yer verilmelidir. Yaşlıları komik yahut muhtaç, hasta, engelli olarak tasavvur etmeye son verilmelidir. Aynı şekilde, gençlerin de hoyrat ve vurdumduymaz hâllerine değil, başarı öykülerine, sorumluluk projelerine ve iyilik ödüllerine yer verilmelidir.

Paylaşma

Din görevlisi olarak sahip olduğum meslek yahut din gönüllüsü olarak sahip olmaya çalıştığım ilkeler gereği dört yaşından başlayarak iyiye matuf çabasında ve niyetinde bir insanın her kuşağı içerisinde yer aldım. Gerek Kur’ân kurslarındaki yetişkin sınıflarında ve 4-6 yaş sınıflarında, gerekse gençlik merkezlerinde eğitim verdim. Özel gereksinimli bireylerle çalıştım. Şunu gördüm ki, her bireyin tutum ve davranışında belirgin farklılıklar var. Fıtrî bir özellik olarak sevgileri ve ilgileri aynı değil. Bazısı sessiz ve düzenli, bazısı coşkulu ve hareketli, bazısı yardımsever… Böylesi zengin bir çeşitliliğe sahip mizaç karşısında tekdüze bir eğitimin ne denli faydalı olacağı tartışılır. Kişiye özel bir eğitim de veremeyeceğimize göre, kişiye özel bir davranış modeli geliştirebiliriz. İhtiyacın tespiti ve sorunların adlandırılması bizi kavram karmaşasından kurtarır ve çözüme ulaşmamızı kolaylaştırır. Değerli hissetmek, takdir edilmek, sevilmek, anlaşılmak gibi eksik olan ne varsa onu tamamlamak bizim insanî vasıflarımız arasında yer almalı.

“Beni ilk defa bir öğretmen anladı” diyen genç bir kızımıza sadece başörtüsünü nereden aldığını sormuştum. Sonrası çay, sohbet… İşaret diliyle Kur’ân öğrettiğim bir engelli kardeşimle Ulu Cami’de bir sabah namazında gönlümüzün sesini astık semaya. İşittikleri hâlde duymayanlara inat avaz avaz duyduk, hâlimiz ayan. Beşiktaş’ın bir maçta yenilmiş olması üzerine mutsuzluğunu ifade eden küçük bir çocuğa, akıllı tahtadan Karakartal Marşı açmıştım bir gün, sonra o çocuk benimle birlikte camiye koşa koşa gelmişti. Hiperaktif bir çocuğa aşırı hareket etme isteğinin hangi duygudan kaynaklandığını bana anlatmasını istediğimde “Heyecanlıyım çünkü” demişti. Adını koymuştuk duygu durumunun. Yaşadığı her aksi durumda “Heyecanını anlıyorum” demiş olmam onu sakinleştirmeye yetmişti.

Genetik kodlarımızda var olan din, vatan ve insan sevgisini ortaya çıkaracak doğru kapıları bulmalı ve çalmalı evvelâ. Anahtarı güzel söz olmalı sonra. Kapıyı da açınca, artık gönülleri ve nesilleri buluşturmalı!

“Yaşlı dediğimde aklınıza ilk ne geliyor?” diye sorduğum 6 yaş grubu sınıfımdan aldığım ilk cevap, “Eli öpülen insan” oldu. Her eli öpülen yaşlı değildir ancak eli öpülesi olgunluğu taşıyan kültür abidesi insanımızın saygınlığına bir ifadedir bu. Aldığım cevap karşısında umudum tazelendi. Pandemi içerisinde bile el öpmekten hâlen bahsedebilen çocuk, örf ve âdetlerimizin güzide yanlarını da öğrenmeye açık algısıyla büyüyecektir.

İlk görev yerimde, hanım teyzelerin daha torunu yaşında iken onlarla hatimler ettim, şehirler gezdim. Bilgi yarışmalarına koştuk, köy çocuklarına tiyatro kulübü kurduk. Ben gençtim. Heyecanlı ve dinamik… Bu heyecanı onlara da taşıdım. Lâkin taşırken onların dilini kullandım. Önceleri bilemedim. Kendi bilgimle onların ipini eğiremedim. Yaşlı gibi davranmayı da kendi üzerime giydiremedim. İncir zamanı incire, zeytin zamanı zeytine, yağmurlu günlerde ise Kur’ân kursuna koşan teyzelere gönül koymadım hiç. Sobamı yaktım ve bekledim. Ekmek bekleyen ellere gül bahçesi sunmanın yorgunluğu içerisinde ben de onlara öğrenci olmaya niyet ettim. Ben onlara Kur’ân öğrettim, onlar da bana çiçek yetiştirmeyi. Ben onlara ezber yaptırdım, onlar da hamur açtırdı. Ben öğrendikçe onların hayatını, onlar da öğrendi öğrenci olmayı. Değerli hissetmek ve hissedilmek, şefkat ve rikkatle kapattı tüm mesafeleri…