
Çatışma
TOPLUMDA sosyal, ekonomik
ve kültürel değişimlerin yaşanması, kentsel göçün yaygınlaşması, aile
yapılarının farklılaşması ve hane içerisinde yaşayan bireylerin azalması ile
kuşaklararası etkileşim çatışmaya yol açabilmektedir.
Bir
sosyo-psikolojik kavram olan “çatışma”, insanlar arasında teşekkül eden çeşitli
anlaşmazlıklardan doğar. Ki karşılıklı etkileşimin var olduğu toplumlarda ve
aile meclisinde bu çatışmalar kaçınılmaz ve tabiîdir. Sadece kişisel değil, aynı
zamanda sosyal bir sorundur. Bireylerin kişisel hayatları kadar toplumsal
işleyişi de olumsuz etkilemektedir. Genç ve yaşlı, iki grubun birbirinden
öğrenebileceği çok şey varken bu denli uzaklaşmak ve birbirine yabancılaşmak
toplumun kültürel ve tarihsel serüvenini sekteye uğratmaktadır.
Çocuklar
günlük yaşamlarında okul ve benzeri ortamlarda kendi akranlarıyla birlikteyken,
ileri yaştaki bireyler de yine kendi yaşıt çevreleriyle vakit geçirdiklerinde,
her iki kuşak birbirini tanıma fırsatı ve ortamı yakalayamamaktadır.
Kuşak
çatışmaları tarih boyunca pek çok farklı kültür ve coğrafyada önemli bir sorun
olmuştur. Milât öncesi 800’e uzanan, Hesiod’a ait bir tespit bu gerçeği ortaya
koymaktadır: “Günümüzün gençleri öyle
umursamazlar ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündüğümde
umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı
davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kuralları boş veriyorlar. Çok
duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”
Hangi
çağda olursak olalım, çok eski zamanlardan bu yana varlığını sürdüren bu
mevzunun hangi kolunu kanadını tutsak da bir yararı dokunsa yazdıklarımızın?
Değişmeyen bir insan sabiti karşısında, değişen zamana akıl ve iradeyi
giydirebilmek çok da kolay olmasa gerek. Zira anlamak ve anlamlandırmak üzere
kurulan iletişim dünyamızı kendimizden başkasına kapatmayı dayatan zorba bir
ego savaşına maruz bırakıyoruz çoğu zaman.
Toplumumuzun
en önemli değerlerinden biri olan nene-dede, çocuklar ve torunlar olmak üzere
üç neslin bir arada yaşadığı geniş aile modelleri yok denecek kadar azaldı. Bir
çekirdeğin içine sığdı yuvalarımız. Ya da sığmadı, biz öyle zannettik. Dış
dünya da bize yetmedi. Kuşaklararası dayanışmayı çatışmaya bıraktık. Felsefî ve
siyâsî kabuller, dinî akideler, yaşama biçimi, yeme-içme ve giyinme adâbı gibi
konularda uyuşmazlıkların olması iletişim engellerine bir bent daha koydu.
Birlikte aynı sofrayı, aynı mekânı paylaştığımız ailemizle ayrı düştük.
Aile,
bireyin toplumsallaşmasında aktif rol modeldir. Toplumun temel yapıtaşını
oluşturan değerlerin gelecek nesillere aktarılması ancak aile içerisinde bir yardımlaşma
ve dayanışma olduğunda başarı sağlar. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprü
kuran aile büyüklerimizin dil, tarih ve kültür taşıyıcısı olarak tecrübelerinden
yararlanmak bize aslımızı unutturmayacağı gibi neslimizi de daha parlak bir
geleceğe taşıyacaktır. Bu minvalde, yaşlı bireylerin ve gençlerin birbirini
tanıması, anlaması ve iletişimde doğru bir dil kullanması, birbirine duygudaş
olması büyük önem taşımaktadır.
Dayanışma
Nesiller
arası çatışmayı bireylerin birbirlerini anlama çabasıyla dayanışmaya çevirmek
mümkündür. Sağlıklı bir iletişim kurmak için önce dinlemeli. Göz hizasında,
sabırla… Daha söz bitmeden yerinden kalkmamalı. “Sen giderken o yollardan ben
dönüyordum” yahut “Ben senin yaşındayken ev geçindiriyordum” gibi
karşılaştırmalı öğütlerden kaçınılmalı, bugünün şartları göz önünde
bulundurulmalı. Meseleleri şahsileştirmek yerine yanlış olan davranış ele
alınmalı. O yanlış davranışa meyil vermesine sebep nedir, buna bakılmalı.
Örneğin
saygısız olmak kişinin kendisi ile ilgili değil, davranışı ile ilgilidir. Davranış
üzerinden norm üretmek kişiye kendini kötü hissettirmeden düzelmesine eğilim
verir. Güven duygusu sağlanmalı. Beden dilini doğru kullanmalı. Sözün çıktığı
kaynakla bedenin yaydığı frekans aynı ölçüde olmalı. Empati kurulmalı. Ortaya
çıkan sorunu tanımalı ve sorunun tanımlanmasına fırsat verilmeli. Tespit edilen
sorunlar çözüme olanak sağlar. Sorunlar karşısında çözüm stratejileri
geliştirilmeli ve alternatif seçenekler üretilmeli. Coğrafî koşullar, eğitim
düzeyi ve ekonomi durumları her zaman aynı olmayabilir. Her yol ve yöntem her
duruma uymayabilir. Çözüm önerilerinde bu farklılıkların da dikkate alınması
gerekir. Yoksa otoriteden bağımsız yaşamak isteyen gençlerin, boşanmaların,
mutsuz ergenlerin ve iyi yetiştirilemeyen çocukların önüne kuru bilgi ile
geçmek mümkün değildir.
Ailede
çocuktan yaşlıya her bireyin bir kişiliği, bir mizacı olduğu unutulmamalı.
Saygın ve değerli olma hissini karşımızdaki bireye vermek, iletişim kazalarını
en aza indirecektir. Kullandığımız üslûp ve dilimizin inceliği, içeriğinden çok
daha etkili olacaktır. Ses tonumuz mesajın yerine ulaşmasını daha kolay
sağlayacaktır. Dilimizi harekete geçirmeden evvel beynimizi konuşturmalı,
düşünerek ve tartarak seçmeli kullanacağımız kelimeleri. Ve şikâyet etmemeli.
Anlaşılmadığından,
sevilmediğinden, dinlenilmediğinden yakınan insan önce kendi içine dönmeli ve
kendisini dinleyerek, kendisini sevip, sayıp, anlayarak dışa dönmeli.
Kendisiyle iletişimi iyi olmayanın başkasıyla iletişiminin iyi olması
beklenemez.
Anne
ve babalar hızla gelişen çağın gerisinde kalmamalı, kitle iletişim araçlarını
tanımalı, teknolojik sosyalleşmeyi anlamalı ve çocukların kullandığı dili
öğrenmeye çalışmalı. Böylelikle çocuklarımızı koruyacağımız tehlikeli alanları
tanır ve olası bir zarara karşı daha hazırlıklı olabiliriz.
Bir
bireyin sağlıklı gelişimi için duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmış
olması gerekir. Anne sevgisi, baba ilgisi, nene-dede muhabbeti beraberinde
dengeli bir kişiliğin oluşmasını getirir. Dengeli bir kişilik adalet ve hoşgörü
sağlar. Gencinden yaşlısına her birey, yaşının gereğine göre saygıyı hak eder.
Gençlerin gözünde yaşlılar, yaşlıların gözünde gençlerin nasıl algılandığı
konusunda orta kuşak dediğimiz anne babaya büyük iş düşüyor. Anne-baba genci
nasıl tanımlıyor, nasıl görüyor ise yaşlı da bunu öyle öğreniyor öyle görüyor.
Ve yine aynı şekilde anne-babanın yaşlılara yaklaşımı nasıl ise gencin yaklaşımı
da öyle oluyor. Kuşaklar arası iletişimin gözlemle yakından ilgisi vardır.
Nesiller
arası kültür aktarımını sağlayabilmek için yaşlı bireyleri sahada daha çok
görmeye ihtiyacımız var. Onların deneyimlerinden yararlanmak adına tecrübe
paylaşım platformları kurulabilir. Huzur evi kampüsleri içerisinde kreşler
oluşturulabilir. Bir araya gelme yöntemiyle duygu ve düşünce aktarımı sağlanabilir.
Kişisel gelişim, spor, sanat ve bağımlılıkla mücadele gibi konularda yapılan
eğitim seminerlerinde öncelikle yaşlılara söz verilebilir. Sosyal yaşama
katılmalarını destekleyen projeler yapılabilir.
Medyada
yaşlıların acınacak ya da gülünç bulunacak kişiler olarak değil, saygın
bireyler olduklarına yer verilmelidir. Yaşlıları komik yahut muhtaç, hasta,
engelli olarak tasavvur etmeye son verilmelidir. Aynı şekilde, gençlerin de
hoyrat ve vurdumduymaz hâllerine değil, başarı öykülerine, sorumluluk
projelerine ve iyilik ödüllerine yer verilmelidir.
Paylaşma
Din
görevlisi olarak sahip olduğum meslek yahut din gönüllüsü olarak sahip olmaya
çalıştığım ilkeler gereği dört yaşından başlayarak iyiye matuf çabasında ve
niyetinde bir insanın her kuşağı içerisinde yer aldım. Gerek Kur’ân kurslarındaki
yetişkin sınıflarında ve 4-6 yaş sınıflarında, gerekse gençlik merkezlerinde
eğitim verdim. Özel gereksinimli bireylerle çalıştım. Şunu gördüm ki, her
bireyin tutum ve davranışında belirgin farklılıklar var. Fıtrî bir özellik
olarak sevgileri ve ilgileri aynı değil. Bazısı sessiz ve düzenli, bazısı
coşkulu ve hareketli, bazısı yardımsever… Böylesi zengin bir çeşitliliğe sahip
mizaç karşısında tekdüze bir eğitimin ne denli faydalı olacağı tartışılır.
Kişiye özel bir eğitim de veremeyeceğimize göre, kişiye özel bir davranış
modeli geliştirebiliriz. İhtiyacın tespiti ve sorunların adlandırılması bizi
kavram karmaşasından kurtarır ve çözüme ulaşmamızı kolaylaştırır. Değerli
hissetmek, takdir edilmek, sevilmek, anlaşılmak gibi eksik olan ne varsa onu
tamamlamak bizim insanî vasıflarımız arasında yer almalı.
“Beni
ilk defa bir öğretmen anladı” diyen genç bir kızımıza sadece başörtüsünü nereden
aldığını sormuştum. Sonrası çay, sohbet… İşaret diliyle Kur’ân öğrettiğim bir
engelli kardeşimle Ulu Cami’de bir sabah namazında gönlümüzün sesini astık
semaya. İşittikleri hâlde duymayanlara inat avaz avaz duyduk, hâlimiz ayan. Beşiktaş’ın
bir maçta yenilmiş olması üzerine mutsuzluğunu ifade eden küçük bir çocuğa,
akıllı tahtadan Karakartal Marşı açmıştım bir gün, sonra o çocuk benimle
birlikte camiye koşa koşa gelmişti. Hiperaktif bir çocuğa aşırı hareket etme
isteğinin hangi duygudan kaynaklandığını bana anlatmasını istediğimde “Heyecanlıyım
çünkü” demişti. Adını koymuştuk duygu durumunun. Yaşadığı her aksi durumda
“Heyecanını anlıyorum” demiş olmam onu sakinleştirmeye yetmişti.
Genetik
kodlarımızda var olan din, vatan ve insan sevgisini ortaya çıkaracak doğru
kapıları bulmalı ve çalmalı evvelâ. Anahtarı güzel söz olmalı sonra. Kapıyı da
açınca, artık gönülleri ve nesilleri buluşturmalı!
“Yaşlı
dediğimde aklınıza ilk ne geliyor?” diye sorduğum 6 yaş grubu sınıfımdan
aldığım ilk cevap, “Eli öpülen insan” oldu. Her eli öpülen yaşlı değildir ancak
eli öpülesi olgunluğu taşıyan kültür abidesi insanımızın saygınlığına bir
ifadedir bu. Aldığım cevap karşısında umudum tazelendi. Pandemi içerisinde bile
el öpmekten hâlen bahsedebilen çocuk, örf ve âdetlerimizin güzide yanlarını da
öğrenmeye açık algısıyla büyüyecektir.
İlk
görev yerimde, hanım teyzelerin daha torunu yaşında iken onlarla hatimler
ettim, şehirler gezdim. Bilgi yarışmalarına koştuk, köy çocuklarına tiyatro
kulübü kurduk. Ben gençtim. Heyecanlı ve dinamik… Bu heyecanı onlara da
taşıdım. Lâkin taşırken onların dilini kullandım. Önceleri bilemedim. Kendi
bilgimle onların ipini eğiremedim. Yaşlı gibi davranmayı da kendi üzerime giydiremedim.
İncir zamanı incire, zeytin zamanı zeytine, yağmurlu günlerde ise Kur’ân
kursuna koşan teyzelere gönül koymadım hiç. Sobamı yaktım ve bekledim. Ekmek
bekleyen ellere gül bahçesi sunmanın yorgunluğu içerisinde ben de onlara
öğrenci olmaya niyet ettim. Ben onlara Kur’ân öğrettim, onlar da bana çiçek
yetiştirmeyi. Ben onlara ezber yaptırdım, onlar da hamur açtırdı. Ben
öğrendikçe onların hayatını, onlar da öğrendi öğrenci olmayı. Değerli hissetmek
ve hissedilmek, şefkat ve rikkatle kapattı tüm mesafeleri…