
GAZZE, ah Gazze! İslam
coğrafyasının yetim çocuğu… Gazze, ah Gazze! Bütün tebessümlerimi yüzümde
solduran şehit şehir… İki elim yana düşüyor feryatlarını işittikçe. Bütün
sevinçlerim, neşelerim rengini yitiriyor, kapkara bir çığlık kalıyor
kulaklarımın hafızasında. Çaresiz izliyorum, gözyaşım bile beni kınıyor; aslında ölmek var yan yana…
Yemekler
kezzap oluyor boğazımda ağıtlarınızı izlerken ekranlarda, acının derin izi
kalıyor aklımda. Burada oğlumun eline diken batsa ağlamasına dayanmayan yüreğim;
evlatlarınızın ölüsüne sarılırken getirdiğiniz tekbirlerden utanıyor analık
şefkatim. Başımı önüme eğiyorum çaresiz, ellerimi duaya kaldırıyorum: “Ya Muntakim,
Ya Muntakim!..”
Gazze,
cennete giden parke parke yol; Filistin, gök seferinin ilk limanı; Kudüs,
peygamberler durağı; Mescid-i Aksa, ruhların baba ocağı... Ama mahzun, ama
yalnız... Filistin, dünya müminlerini bekler ölüm döşeğinde evladını bekleyen
ana gibi. Ama insanlık vefasız, insanlık duyarsız…
Çocuğunun
ölüsüne sarılan ananın feryadı gök kapılarını tokmaklarken, Filistinliler, ellerinde
Kur’an ile bütün Müslümanları beklerler. Oğlunun kopan bacağını ambulansa
taşıyan baba, adım adım müminleri bekler ve ister ki bütün Müslümanlar, ağızlarında
dua ile gelsinler ve oğulcuğunun bacaklarına olsunlar fer. Anasının, babasının
ölüsü başında küçücük yavrular da müminleri bekler gelip de gözyaşlarını silsinler
diye. Ölüm anında şehadet parmağını kaldıran şehit müminleri bekler, gelsinler de
ağzına bir yudum ab-ı hayat versinler diye...
Dünya
kör ve sağır olmuş
Fakat
dünya sağır, dünya kör… Müminler rehavet ve gaflet batağında, ekranlardaki şuh
kahkahalarla sanki film izleniyor. Bu ateş kendilerine gün be gün yaklaşsa da uyuşmuş
beyinler düşünemiyor.
Nerede
kadın hakları için çığırtkanlık yapanlar, ağaç bahanesiyle tencere tava
çalanlar? Gazze’de merhamet öldü, insanlık öldü, diğergâmlık öldü. İyi adına ne
varsa ölüyor burada; ağzı kanlı vampir İsrail, binlerce insanın kanını içiyor.
Neredesiniz hayvan hakları dernekleri? Sizin indinizde hayvanlar, Filistin’deki
bebeklerden daha mı değerli?
Sen, evet sen, bu yazıyı okuyan, iyi bak
Gazze’de ölen bebeklerin resmine! Sahi senin çocuğunun adı ne? Ahmet, Mehmet,
Asaf, İlayda, Hasan? Neydi çocuğunun adı? Oğlunun, kızının adını anarak bak! Sen
rahat odandaki TV başında, Gazze’deyse insanlar can pazarında... Elinde kola, karşısında
Amerikan dizileri, daha zengin olanında votka, kınıyorlar Conileri…
İki
nara, iki avazla kolu kopan, boğazı kesilen Müslüman kardeşe ödüyoruz vefa
borcumuzu ve üzerimizden atıyoruz cihat sorumluluğunu. Müminler hani bir uzvun
azaları gibiydi, nerede dünyadaki petrol zenginleri? Neden sağır oldular? Kadim
dava bu! Haçlılar ordu kurdular, kana
doymadılar. Nerede Müslümanlar?!
Ey Batı’nın gayrimeşru şımarık çocuğu İsrail!
Masum çocuklara gücün yetiyor; bilmiyorsun ki o masum feryatlar gök kapılarını
tokmaklıyor. Az kaldı, azap bulutları bir bir toparlanıyor, ülke ülke yağacağız
başına. Az kaldı, kızıl elmaları koparacağız dalından. Az kaldı, o gözyaşlarının
düştüğü yerlerden bize İslam gülleri, sana azap üzümleri yetişecek. Bekle, az
kaldı İsrail ve avenesi!..
Sahi
bir de İsrail’in içimizdeki aveneleri vardı... Ağlayan Başbakan’ı kınarlar;
yürekleri yok ki bunların, üç kuruşa dinlerini de satarlar. “Araplardan bize ne!”
derler, aslında bu bir “ırk savaşı” değil, “din savaşı”; kendileri de bunu çok
iyi bilirler. İsrail dindaşları olduğu için, onun bütün kirini örterler.
Bir de dinsiz güruh var ki en vampir ruhlu
olan da onlar; bir köpeğin ölümüne üzülen insandan bozma hayvan kılıklılar,
Müslüman ölümlerine gözlerini kaparlar. Modern dünyanın göbekli zenginleri, denizlerde
yanmış tenleri, nursuz, kirli, abdest görmemiş boya ile kapatılmış yüzleri, vıcık
vıcık makyajıyla burunları üstünden bakan soğuk, mat, sinsi gülüşleri,
yağlanmış terli sırtları, açık elbiseleriyle İslam’a dil uzatır, metreslerle
yaşamayı özgürlük sayar, ardından ta’addüdü
zevcatı kınarlar. Bunları konuşmaya bile değmez, andıkça mide
bulandırırlar.
Sözüm
sana ey Müslüman kardeş! Fitne uykudan uyanalı çok oldu, Müslüman kanı ile topraklar
kana doydu. Oturup izlemek ar geliyor; kuşlar gibi çırpınan yavrulara içim
dayanmıyor. Ben de anayım, söyleyin, bir Müslüman olarak ne yapayım? Bırakın,
bırakın beni ki cihat meydanında serimi ortaya koyayım, İslam uğruna ben de
şehit olayım…
Bir
avuç hayat toplayın
Ölen
şehidim! Baban cesedine kapaklanırken diline iki şey doladı: Biri tekbir, biri de
ismin… Bir selam bırak, bir de yeminini; elinde Levahü’l-Hamd Sancağı ile
dönersin bir gün geri. Üç günlük dünyanın kirli nefesi sizin kanlarınızla temizleniyor.
Bir
avuç gelincik toplayın Filistin’in dağlarından, bir avuç gelincik toplayın
benim için ve Filistin’de ölen Muhammed’in toprağında bitsin. Saklayayım onları
kitaplarımın arasında; her gün bana Filistin’i hatırlatsın. Dünya, Müntakim
olan Allah’ın bize fırsat vereceği günü sakın unutmasın!
Bir
avuç gelincik toplayın kan kırmızı ve Filistin toprağında yetişsin… Tarihler
şerh düşsün, bütün dünya Müslümanları kıyama kalksın, bir yürek olup cihanın
her yerinde atsın. Sonra gelincik tarlalarında bembeyaz papatyalar yetişsin… Kan
bitsin, zulüm bitsin, ehl-i salip dize gelsin, güneş yere insin... Bir avuç
papatya toplayın, Filistin’deki çocukların yüzü gülsün…
Onların
güleceklerini hayal ederken ölümlerini izliyorum. İzliyorum da aklımı oradan
getiremiyorum geri. Kâh sokaktaki çocukların ellerinde, kâh mahzun anaların göz
bebeğinde, kâh şehitlerin kabrinde ciğerim lime lime. Ağlıyorum Gazze’nin acı
kaderine, ama zorluklar bağlarmış ya insanları birbirlerine…
Ey
şehit! Şeyh Ahmet Yasin’e selam söyle; vallahi bu dava kalmaz yerde. Yırtıldı
göğün perdeleri, melekler bile bak cûşa geldi. Gazze şehit şehit dirildi ve ne
imanmış ki öldükçe kükredi. Kim demiş Gazze mahzun? Yüreklerde cennet
esintileri… Gazze aslında hiç yenilmedi. Şehit ve cennet kokusu, kâfirin en
büyük korkusu… Hazreti Musa ile Hazreti İsa da bizim yanımızda, Müslümanlık
safında bu Hakk ile bâtıl savaşında…
Şiir şiir kıyam
“Hep Haçlılar mı birleşecek?/ Kurulsun artık Hilal orduları!/ Mısır’dan, Yemen’den, Afganistan’dan,/ Suriye’den, Malezya’dan, Tunus’tan,/ Kandahar’dan, Kahire’den, Ankara’dan,/ Cezayir’den, Hindistan’dan, Azerbaycan’dan/ Şahlasın atlar, duyulsun İsrail’den nal sesi;/ Kesilsin kâfirin bu sesten nefesi…/ Toplansın artık, Hilal-i Cündüllah toplansın;/ Muhammed’in orduları ile sarsılsın gök ve arz…/ Bu ordunun lideri Mikail olsun,/ Son neferi Azrail…/ Melekler gelsin, şehitler dirilsin./ Hizbullahlar arza sığmasın./ Hiçbir kalem bu orduyu anlatamasın./ Ne Gargat ağacı, ne Ağlama Duvarı onları saklasın…/ Kıyamet mi istediniz? Alın kıyamet!/ Haydi kalk Müslüman, kalk da kıyam et!/ Ne gülle, ne topuz,/ Ne füze, ne gürz,/ Nefesin yeter be!/ Yeter ki imanınla ilerle!/ Yalnız yürekten söyle,/ Bir kere “Allahu Ekber” de!../ Allah’ım, o orduda bir nefer olsun Rukiye de...” (R. Yıldız)