BU hafta, 23 Nisan Haftası… Bu yıl salgın nedeniyle
kutlamalar evlerde yapıldı. Ne var ki, kurtuluşun yine gerçek ve isimsiz kahramanları
unutuldu.
***
Prof. Dr. Fikret Başkaya’ya göre, “Cumhuriyet tarihi
sınırsız efsaneler üzerine inşâ edilmiştir” (Başkaya, 1991:71). Türkiye
Cumhuriyeti’nin ideologları, ortaya konulan eseri yüceltirken gerçek sınırları
zorlamış, bir “yoktan var etme” sendromunun tesiri altında yeni bir tarih
kurgulamışlardır.
Dönemi anlatan bütün bağımsız kaynaklar, dinî hassasiyeti
öne çıkan Anadolu insanının işgalin ilk günlerinden itibaren nasıl müteyakkız
bir duruma geçtiklerini canlı misâlleriyle anlatırlar. Nitekim yabancı
araştırmacı Dankwart Rustow, “Mustafa Kemal’in destekçilerinin İstanbul’daki
Halîfe’yi kurtarmak isteyen dindar Müslümanlar olduğuna” işaret eder. Rustow şöyle
demektedir: “Kitlelerle doğrudan temas hâlinde
bulunan kırsal kesimdeki ulemanın hatırı sayılır bir kısmı ise, Mustafa Kemal
liderliğindeki bağımsızlık hareketini destekleyen fetvâlarını vermişlerdi.”
(Aktaran: Karpat, 2007:264)
Ahmet Kabaklı da bu iman ve inancın kaynağını şöyle izah
eder: “Millî Mücadele’nin motor gücü olan
İslâmî-millî ülkü yeni icad bir ‘ideoloji’ olmayıp, Malazgirt’te bize Anadolu’yu
kazandıran, İstanbul Fethi’nde ise dünyanın ufuklarını bize açan aynı
imân-inanç-düşüncedir.” (Kabaklı, 1989:78)
Din adamlarının yalnız Millî Mücadele’de değil, Birinci Dünya
Savaşı ve Çanakkale’de de nasıl hizmet ettiklerini bir Alman generali (Türk
ordularında hizmet etmiş Liman Von Sanders Paşa, 1855-1929) “Türkiye’de Beş
Sene” eserinde (s: 51-106) şöyle anlatıyor: “Türkler
dindar, bilhassa gelenekçi idiler. Din adamlarının her tabaka ve seviyeden
insanlar üzerinde büyük tesirleri vardı. Bu hasleti bilen kumandanlar, ferdî
feragat ve serdengeçtilik isteyen muharebe safhalarında, din adamlarının
telkinlerinden en geniş manada istifade ediyorlardı. Bu din adamları ağırbaşlı
oldukları ölçüde şefkatli, hâl ve tavırları ile saygıdeğer ve güvenilir
insanlardı. Onları en buhranlı anlarda dahi kötümser görmedim.” (Aktaran:
Kabaklı,1989:100)
Hâl böyle iken, devrin aydınları bu duygu ve
düşüncelerden çok uzaklara savrulmuş vaziyettedirler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu
bu gerçeği şöyle itiraf eder: “Serhatlerinde
askerlerimiz bizi ‘Allah Allah’ nidâlariyle savunduğu sıralarda biz Allah’tan
başka şeylere inanmışız.” (İkdam, 8 Nisan 1921/1337)
Bütün şâhitlerin anlattığı gerçek şudur: Anadolu insanı 7’den
77’ye, düşman işgalini nefretle karşılamış, işgalin sona ermesi için ilk günden
itibaren elinden gelen her türlü fedakârlığı yapmıştır.
Kurtuluş Savaşı’na mânevî destek
O günlerde işgale karşı direnişin gizliden gizliye
yürütüldüğü ana merkez İstanbul’du. İstanbul’da her kesimden halk, Kurtuluş
Savaşı için bir şeyler yapma gayretindeydi. Yakın tarihin önemli şâhitlerinden
Münevver Ayaşlı, o günlerin İstanbul’unu şöyle anlatır: “Bütün camilerde, yeni başlamış olan Anadolu harekâtı için sabahlara
kadar duâ edilirdi.” (Ayaşlı, 2003:80)
Sonraki dönemlerin Demokrat Parti Milletvekili Halil
İmre, çocukluk günlerinde şâhit olduğu anları hatıralarında canlı bir şekilde
anlatır: “Hoca Süleyman Efendi önderliğinde
‘Beyaz Başörtülüler’ isimli kadınlar cemaati önceden belirlenmiş ‘duâ
gecelerinde’ Anadolu’nun kurtuluşu için duâ ederlerdi. Duâ merasiminin sonunda
imam efendi ‘Ya Rahîm’ diyerek Yüce Yaradana seslenirdi. Bu duâ gecelerine
Müslüman Hintli askerlerin de katıldığı olurdu.” (İmre, 1976:99-100)
Camiler kadar, mahalle mektepleri de ülkenin işgalini
yüreğinde hissedenlerin oluşturduğu atmosferden nasibini alıyordu. General
Sıtkı Ulay da çocukluk döneminde benzeri olaylara şâhit olanlardan biridir. “Mahalle mekteplerinin sarıklı, sakallı
hocaları bu derin üzüntüyü ‘Ağlayalım çocuklar. Ah vatanım, vah vatanım!’
diyerek gözyaşları eşliğinde talebeleriyle paylaşmakta bir sakınca
görmüyorlardı” (Ulay,1990:11).
***
Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen simalarından Halide Edip
Adıvar’ın Sultanahmet Mitingi’ne projektör tutulduğunda, işte bu hakikat ortaya
çıkar!
İngiliz işgali altındaki İstanbul’da miting düzenlemek
kadar, miting meydanını doldurmak da cesaret işidir. Tarihî Sultanahmet Mitingi’nde
kürsüden İstanbul halkına hitap eden Halide Edip Adıvar’ın miting meydanında
müşahede ettiği sahneler, ülkenin değişik yörelerindeki sahnelerin benzeridir. Minarelerden
gelen seslere kalabalık arasındaki yüzlerce ulema Kelime-i Tevhîd ile eşlik
ediyor, kürsünün merdivenlerinde yeşil sarıklı bir Anadolu hocası gözyaşları
döküyor, siyah çarşaflı kadınlar, beyaz sarıklı adamlar uçuşan İngiliz
uçaklarına aldırmadan mıhlanmış bir şekilde hatibi dinliyorlardı
(Adıvar,1999:32).
Kurtuluş Savaşı’na destek sadece İstanbul’da değil, bütün
Anadolu’da, her mekânda kendini göstermektedir.
17 Mayıs 1919
günü Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi, Çarşı Camii’nde düşmana karşı
mukavemet ve teşkilâtlanma çağrısı yapmıştı. (Çevreden topladığı yüz silahlı
ile Aydın-Köşk Cephesi’nde düşmanla fiilen çarpışmıştır.) (Doğan M., 2019:65.)
12 Haziran 1919
günü Müderris Hacı Süleyman Efendi Çine’de Heyet-i Milliye’nin kurulmasını
sağlarken, 13 Haziran 1919 günü de
Mustafa Kemal Paşa’yı Amasya’da Müftü Hacı Tevfik başkanlığındaki heyet
karşılamıştı. Müftü, “Paşam, bütün Amasya emrinizdedir, gazânız mübarek olsun!”
demiş, Paşa’nın gözleri yaşarmıştı (Doğan M., 2019:73).
Atatürk ile 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan heyette bulunan
Binbaşı Hüsrev Gerede, çeşitli şehirlerdeki bu mânevî desteğe şâhit
olanlardandır:
“20 Haziran 1919… Amasya’daki Beyazıt Camii’nde şehitler için bir mevlit
okutuldu. Eski müftü, saygıdeğer, yurtsever yaşlı kişi, ulusun birliğine,
kişisel kin ve siyasal kutuplaşmalardan sıyrılmanın gerektiğine, İstanbul’un
kuşatılmış ve hükûmetin tutsak olduğuna, ulusun kaderini yine kendisinin
belirleyeceğine, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin gerekliliğine ilişkin öğütler
verdi. Ulusun mutluluk ve kurtuluşu için candan duâlar etti.” (Gerede-Önal, 2003:39)
Bir başka mânevî destek merkezi, Kongre’nin yapıldığı
Erzurum vilâyetidir. Olayların başrolünde Erzurumlu Raif Hoca bulunmaktadır:
“3 Temmuz 1919… Akşam saat 8’de Erzurum’a vardık. Asker ve memurlar dışında
Erzurum halkının da bizleri içtenlikle karşılamasına çok sevindik. Baba
dostlarımdan Raif Efendi’yi Vilâyat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı
olarak nur yüzü ve beyaz sarığı ile halkının başında görmek beni çok mutlu
etti.” (Gerede-Önal, 2003:47)
***
Atatürk, Erzurum Kongresi’nde Raif Hoca’nın gösterdiği
tarihî kararlılıktan şöyle bahseder: “Erzurum’da
Raif Hoca Efendi’nin medenî cesareti şahsımıza mutlak güvenmek şeklinde
belirince, Müdafaay-ı Hukuk Erzurum Şubesi’nin bizlere sağladığı hizmet ortaya çıktı.Raif
Hoca’dan başkasının bu çapta cesaret gösterebileceğine ihtimâl vermiyorum.”
(Kabaklı, 1989:105)
Meşhur ve tarihî Erzurum Kongresi, Şiran Müftüsü Mehmet
Fahri Efendi’nin duâlarıyla başlar: “23
Temmuz 1919… Kongre başladı. Tümümüz toplandık. Şiran Müftüsü Mehmet Fahri
Efendi adında bir hoca, Arapça fakat yer ve zamana uygun güzel bir duâ okudu.”
(Gerede-Önal, 2003:60)
Erzurum’dan sonra gidilen Ankara’da da mânevî destek devam eder: “3 Ocak 1920… Ankara Belediyesi, Heyet-i Temsiliye’ye bir akşam yemeği verdi. Yemekten sonra İzmir’deki acıklı durumu yansıtan bir oyun, Öğretmen Okulu öğretmen ve öğrencileri tarafından sahnelendi. Perde arkasında ezan okuyan güzel sesli bir kişi herkesi ağlattı.” (Gerede-Önal, 2003:155)
Bu fotoğraf, Şebilürreşad mecmuasının 1950 Temmuz tarihli 84’üncü baskısının kapağında Eşref Edib Bey tarafından özellikle kullanılmıştır.
Cumhuriyet’ten sonra Müdafaa Vekilliği (Savunma
Bakanlığı) ve uzun süre TBMM Başkanlığı yapan Kâzım Paşa’nın (Özalp)
ifadesiyle, “o gayr-i müsait ahvâl ve
şerait içinde muhterem ulemamız öne geçmişler, münhasıran telkin ve irşâd ile
iktifa etmemişler, millî kuvvetlerin başında çarpışmışlardır” (Doğan M.,
2014:25).
Düne kadar Anadolu’nun sıradan bir vilâyeti iken bugün
Millî Hareket’in merkezi hâline gelen Ankara’daki bu rûhânî hava, sadece o güne
mahsus değildi. Şehir halkı bir kudsî dâvâya öncülük etmenin vakarı içersinde
gündelik hayatlarını sürdürüyorlardı. Ramazan davulcusu sokakta dolaşırken, “Siz
Allah’ı unutmazsanız, Allah da sizi unutmaz!” ikazını tekrarlayarak dolaşıyor,
müminleri oruca ve cephede savaşan mücahitler için duâya davet ediyordu (Hüseyin,
1999:64).
İşte tüm bu nedenlerden dolayı sonraki yıllarda Kurtuluş
Savaşı’nın aleyhinde çalıştığı, işgal kuvvetleriyle işbirliği içerisine
girdikleri şeklinde insafsızca ithamlarla karşılaşan hocalar için Yunus Nadi,
kayıtlara geçecek tarihi bir itirafta bulunur: “Anadolu’nun hocaefendileri, devrin Batı tahsili görmüş aydınlarına
göre hâdiseleri daha iyi kavramış vaziyetteydiler.” (Nadi, 1997:87)
Kurtuluş
Savaşı’na destek verenlerden biri de Senusi Şeyhi Ahmet Şerif El-Mehdi idi. Bizzat
Anadolu’ya gelerek şehir şehir dolaşmış ve halkı kurtuluş savaşına destek
vermeye çağırmıştı. Senusi Büyük Şeyhi Ahmet Şerif El-Mehdi’ye bağlı bulunan ve
hemen bütün Bingazi bölgesine yayılarak 30’dan fazla zaviye kurmuş olan
Senusilerden her alanda büyük yardımlar görülmekte idi (Sarıbay, 1982:120).
Kurtuluş Savaşı’na maddî destek
İşte o günlerde Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata
Efendi, tarihî bir role imza attı. İsmet İnönü de dâhil olmak üzere, birçok
Kuvay-ı Milliyecinin Anadolu’ya geçmesi için bir gizli karargâh vazifesi icra
eden Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi ve onun uzak görüşlü vatansever Şeyhi
Ataullah Efendi de, resmî tarihin hatırlamak istemediği kahramanlardandır. Şeyh
Atâ’nın asıl hizmeti, Anadolu’ya geçecek kişileri tekkede ağırlaması idi. Feyzi
Çakmak, İsmet İnönü, Mehmet Âkif, Halide Edip, Adnan Bey hep Özbekler Tekkesi’nde
misafir edilerek, münasip tarzda Anadolu’ya kaçırılmışlardı.
İşgal ordusu askerlerinin terör estirdiği o günün
İstanbul’unda bu dergâh, bir cesaret âbidesi gibi işgalin karşısına dikilmiş,
Anadolu’ya giden kahramanlara kucak açmıştı.
Dergâhın kapısında gelenleri elinde fenerle bir derviş
karşılıyor, sonra da onları içeri buyur ediyordu. Adıvar Ailesi dergâha
geldiğinde, içeride 4 adet mebus bulunuyordu. Celâlettin Arif Bey bir gün, Miralay
İsmet Bey de iki gün önce dergâhtan hareketle Anadolu’ya geçmişlerdi (Adıvar, 1999:76).
Dönemin Dâhiliye Nâzırı A. Reşit Rey, subayların Anadolu’ya
geçmeye başlamalarından şöyle bahsetmektedir: “Zâbitlerimiz yavaş
yavaş Anadolu’ya giderek ordu kadrosunu doldurdular. Ben, Ferid Paşa
kabînesinde Dâhiliye Nâzırı iken Sadrazam Damat Ferid Paşa’nın, Harbiye Nâzırlığında
müsteşarlık yapmış, sonra da açıkta kalmış olan İsmet Paşa da işittiğime göre
Anadolu’ya geçti.”
(Rey, 2007:413)
Harrison Armstrong, “Özbekler
Tekkesi’nin şeyhi olan Atâ Efendi’yi tevkif ettik. Çünkü sonradan hayretle
öğrendik ki, İstanbul’dan Ankara’ya kara yoluyla insan ve malzeme kaçırmaları
buradan tanzim edilmektedir. Bu yolun devamınca, başlıca konaklama yerleri
camiler, mescidler, tekkeler ve benzeri dinî müesseselerdir” diyordu
(Aktaran: Kabaklı,1989:101).
İstanbul’dan Ankara’ya gelen gazeteci Yunus Nadi, yol
boyunca kendisini şaşırtan simalarla karşılaşmıştı. Geyve’de Hafız Fuat isimli
şahıs, işgalci İngilizlere ve işgalcilere müsamaha gösterdiğine inandığı
Padişah’a âdeta meydan okumaktaydı. Geyve İstasyonu’nda Kuvay-ı Milliye’ye
katılmak üzere birçok sarıklı süvari tepeden tırnağa silahıyla atının üzerinde
beklemekteydi (Nadi, 1997:77).
***
23 Nisan 1920’de işte bu ruh, Anadolu’da bütün heybetiyle
ortaya çıkar! Meclis’in açılış gününe hâkim olan rûhânî atmosfer, neredeyse
elle tutulur bir hâldedir. Ülkenin her yanından gelen mebuslar Hacı Bayram
Camiî’ndeki duânın ardından Peygamber’in bayrağı altında toplanarak Meclis’e
girmişlerdi (Glosneck,1998:49).
Ortalık insan kaynıyordu ama hocalar kendilerine has
kıyafetlerle ve sayılarının çokluğuyla hemen dikkat çekiyorlardı (Tanrıöver, 1968:280).
Hacı Bayram Camiî’nde toplanıp duâ eden şeyhlerin bir kısmı mebus olarak yeni
kurulan Meclis’te vazife almış bulunuyordu. Erzincanlı Nakşi Şeyhi Hacı Fevzi
Efendi bunlardan sadece biriydi (Bila, 1999:22). Konya’da da Mevlevîler,
Kurtuluş Savaşı’na destek vermek üzere bir alay teşkil etmişti. Başlarında
Konya Postnişini Veled Çelebi Efendi olmak üzere bir Mevlevî Alayı teşekkül
etmişti (Ayaşlı, 2003:24).
Anadolu Hareketi’ne katılan gizli kahramanlardan bir
kısmı da Anadolu’yu işgal için İngilizler tarafından getirilmiş Hintli,
Afrikalı subaylardı. “Afrikalı zenci Mesudi Dani” (Tanrıöver,1968:278) ve “Hint
ordusundan kaçmış bir başka subay” (Çolak, 1996:26) bunlardan bazılarıydı.
***
Siyâsî cephesi Ankara’da teşekkül eden savaşın göğüs göğse
muharebe kısmı ise çeşitli cephelerde devam ediyordu. Hangi cephede olursa
olsun ortak olan nokta, insanların dinî duygular ve idealler etrafında rütbe,
mâkâm, mevki gözetmeksizin omuz omuza gelmiş olmalarıdır. Kurtuluş Savaşı
cephelerinde ortaya çıkan semboller bu mânâda yine bir hayli tanıdıktır.
Tınaztepe’de bayrağımızın rengindeki başörtüleriyle gelinlik
kızlar tahkimat yapan erkeklere yardımcı olmakta, Tabur Kumandanı Sami Bey
taarruza kalkmadan önce askerlere boy abdesti almalarını tavsiye etmekte,
düşmana saldırı öncesi hep bir ağızdan üç kere “Lâ ilâhe illâ-Allah” diyerek
tekbir getirilmekte ve en nihâyetinde bütün tabur süngü elde, Allah kelâmı
dillerinde düşmana saldırmaktadır (Gençoğlu, 1998:52).
***
Kurtuluş Savaşı’nın tarihi, vatanını kurtarmak için dinî
duygularla hareket eden binlerce gizli kahramanla doludur. Sakallı Nureddin
Paşa bunlardan biridir. İzmir’i geri almak üzere Türk Ordusunun başında şehre
giren Nureddin Paşa’nın ilk yaptığı iş, iki rekât şükür namazı kılmak olmuş,
Paşa, karşılaştıkları bu hâli “Hazâ min fadlı Rabbi” (“Bu, Rabbimin
fazlındandır”) şeklindeki âyeti okuyarak izah etmiştir (Gençoğlu, 1998:77).
Maraş Savunması’nın gizli kahramanı Müftü Rafet Bey’i,
sonraki dönemin İstiklal Mahkemesi yargıcı Kılıç Ali şöyle anlatır: “Fransız İşgal Komutanı General Querette,
Maraş’ta terör havası estirmeye başlamıştı. Şehrin ileri gelenlerini çağırtmış,
onlara Kılıç Ali adındaki eşkıyanın ortadan kaldırılması için herkese görev
düştüğünü söylemişti. Müftü Rafet Bey, Fransız işgalinin haksız olduğunu, Kılıç
Ali’nin ortadan kaldırılması gerekiyorsa bunu gidip kendisinin yapması gerektiğini
söyleyince de toplantıyı terk etmiş, kapıdaki muhafızlara, içeride olanların
tutuklu olduğunu bildirmişti.” (Kılıç-Turgut, 2010:92)
Kayseri havâlisinde ise bir başka müftü başroldedir. Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’ni kuran 16 Develiliden biri olan Müftü Hacı Numan Efendi, cami
kürsülerinde Millî Mücadele’ye katılmanın millî olduğu kadar dinî bir vecibe
olduğunu heyecanlı üslûbu ile anlatıyor, halkı galeyana getiriyor, eli silah
tutan gençleri cepheye koşmaya teşvik ediyordu. Saimbeyli’nin kurtarılması için
teşkil edilen milis kuvvetlerinin önünde yürüyerek, kasabanın çıkışına kadar
uğurluyor, burada yaptığı konuşma ve duâ ile hem gönüllüler, hem de halk
gözyaşlarına hâkim olamıyordu (Cebeci, 2014:24).
Prof. Dr. Cahit Tanyol, Karaman’da Hafız Halil Efendi’nin
yaptıklarını şöyle anlatır: “Çocukluğumda,
Millî Mücadele’nin Sakarya Savaşı sıralarında idi, Hafız Halil Efendi isminde
bir hocamız vardı. Bir gün halk toplanmıştı, biz de çoluk çocuk gidiyorduk.
Kendisi hem camide imam, hem de okulda Kur’ân-ı Kerîm hocası idi. Kürsüye çıktı
ve bütün halkı topladı. Ankara Hükûmeti’ne karşı isyan eden Delibaş’a karşı
direnmeye çağırdı.” (Tanyol, 1984:528)
Kurtuluş Savaşı’nda, Ege bölgesinde destan yazan
kahramanlardan biri de Hacı Muhittin Çarıklı’dır. Ege yöresinde Balıkesir ve
Alaşehir Kongrelerinin toplanmasına öncülük eden Hacı Muhittin Çarıklı, anılarında
Nutuk’u değerlendirirken, Nutuk’ta kendisinden hiç söz edilmemesi karşısında
hayâl kırıklığına uğradığını da açıklamaktan çekinmemiştir (Koçak, 2013:90).
Yapılan bütün kötü propagandalara ve gizleme
çalışmalarına rağmen kurtuluşun gizlenen kahramanları, Anadolu’nun dindar
insanlarıdır. Nitekim Kılıç Ali, bu
tarihî hakikati kısaca şöyle özetler: “Çok
şükür ki, büyük çoğunluğu ile Anadolu uleması Kurtuluş Savaşımızın mânevî öncüleri
olarak yanımızda, hattâ başımızda idiler. Nitekim Erbaa’da Amasya Müftüsü Hacı
Tevfik Efendi’yi bir elinde namaz seccadesi, bir elinde mavzerle görünce hiç
hayret etmedim. Burada bu mübarek insanların yurtseverliğini şükranla anmayı bir
görev sayarım.” (Kılıç-Turgut, 2010:120)
Kurtuluş
Savaşımızın ilk kurşunu, 19 Aralık 1918 günü Dörtyol’da patladı. Bu ilk kurşun,
öç almak için geri dönen Fransız üniformalı Ermenilere atıldı. Dörtyol
dolaylarındaki Ermeni zulmü üzerine, Dörtyol’un hemen güneyindeki Özerli
köyünden Emin Hoca başkanlığında bir kurul, Dörtyol ve Özerli’ye giden yolları
taştan barikatlarla kapatır ve köye saldıran Ermenisi bol Fransız müfrezesine
ateşle karşı koyar. Kurtuluş Savaşımızın ilk silahlı direnmesi budur (Avcıoğlu,
1985:5-6).
Bütün bu vesikalar ve şâhitlikler göstermektedir ki,
Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı plânlayanlar, bunu Osmanlı halkının dinî ve
millî duyguları üzerine bina etmişlerdir. Hacı Bayram Camiî’nden itibaren
yapılan bütün üst seviye açıklamalar ve merasimler de bu mefhumlar üzerine
tesis edilmiştir.
Ne var ki, her şeyi tepetaklak ederek yeniden inşâ eden
resmî ideologlar, Kurtuluş Savaşı’nın üzerine oturduğu dinî hassasiyeti ve bu
hassasiyetin kahramanlarını büyük bir hakikat kalpazanlığına soyunarak ustaca
gizlemişlerdir. Hakikat kalpazanlığının bir başka boyutu da, Kurtuluş Savaşı
günlerini anlatan sinema ve dizi fimlerde başrolü kapmış, bu kahramanca mücadeleyi
veren dindar şahsiyetler “Halîfe ve düşman işbirlikçisi” olarak
gösterilmişlerdir.
Kaynakça
Adıvar Halide Edip, (1999),
Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul: Atlas Kitapevi
Avcıoğlu Doğan, (1985), Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul:
Tekin Yayınevi
Ayaşlı Münevver,
(2003), Geniş Ufuklara ve Yabancı İklimlere Doğru, İstanbul: Timaş Yayınları
Başkaya Fikret,
(1991), Paradigmanın İflası, İstanbul: Doz Yay.
Bila Hikmet, (1999), CHP,
İstanbul: Doğan Kitap
Cebeci M. Cemal
(2014), Doksanüç Yılın Ardından, Hatıralarım, Ankara: Kimder Yay.
Çolak İbrahim, (1996)
K. Seyyare Hatıralarım, İstanbul: Emre Yay.
Doğan D. Mehmet, (2014),
Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Ankara: Yazar Yayınları
Doğan D. Mehmet, (2019), Milli Mücadele’nin Zaman Akışı,
Ankara: Yazar Yayınları
Gençoğlu Ali Galip,
(1998), Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Gerede Hüsrev-Önal
Sami, (2003), Hüsrev Gerede’nin Anıları, İstanbul: Literatür Yay.
Glosneck Johannes,
(1998), Kurtuluş Savaşı, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.
Hüseyin Kadriye, (1999),
Mukaddes Ankara’dan Mektuplar, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.
İmre Halil, (1976), Bir
Ömür Üç Kitap, Ankara: Ayyıldız Matb.
Kabaklı Ahmet, (1989),
Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.
Karpat Kemal, (2007),
Osmanlıdan Günümüze Elitler ve Din, İstanbul: Timaş Yay.
Kılıç Ali-Turgut
Hulusi, (2010), Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul: İş BankasıYay.
Koçak Cemil, (2013), Tarihin
Buğulu Aynası, İstanbul: Timaş Yay.
Nadi Yunus, (1997),
Türkiye’yi Sokakta Bulmadık, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.
Özalp Kazım, (1992),
Anılar, Ankara: İş Bankası Yay.
Rey Ahmet Reşit
(2014), İmparatorluğun Son Dönemlerinde Gördüklerim Yaptıklarım, İstanbul: İş
Bankası Yayınları
Sarıbay Selahattin
Adil, (1982), Selahattin Adil Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Zafer
Matbaası
Tanrıöver H. Suphi,
(1968), Anılar, İstanbul: Menteş Kitabevi
Ulay Sıtkı, (1990),
Giderayak, İstanbul: Milliyet Yay.