Kurtuluş Savaşı’nda “mandacılık” rüzgârı

“Amerika Birleşik Devletleri ise, o dönemin emperyalist grubu içinde yer almadığı düşünülen bir devlet… Dolayısıyla Amerikan Mandası denildiği zaman insanların kafasında çok farklı bir imaj ortaya çıkıyor: ‘Amerika Birleşik Devletleri emperyalist değildir, dolayısıyla bize yalnızca insanî amaçlarla yardım edecektir’ diye düşünüyorlardı.” (Cemil Koçak)

KURTULUŞ Savaşı’nın liderleri, ülkenin en kolay ve kestirme yoldan kurtuluşu için uzun süre yöntem arayışları içerisinde olmuşlardır. Bu yöntem arayışları içerisinde en çok öne çıkan iki formülden biri “mandacılık”, diğeri “Bolşeviklik”tir.

Geçtiğimiz hafta “Bolşeviklik” rüzgârından bahsetmiştik, bu hafta da, o günlerde çok güçlü biçimde Kuvay-ı Milliye liderlerini etkileyen Mandacılık rüzgârından bahsedelim…

***

Kurtuluş Savaşı’na yöneticilik eden liderlerden Batı terbiyesinin tesiri altında kalmış olanlar; daha ziyâde Amerika ve Avrupa Mandacılığını, yani bu ülkelerden birinin himâyesine girmeyi, ülkenin kurtuluşu bakımından en kestirme yol olarak görmekteydiler.

Cemil Koçak, bu ruh hâlini şöyle anlatmaktadır: “Bir millî şuursuzluk sendromu yaşayan Türk aydını, yıllardır fiilen devam eden Alman egemenliğinin yerine İngiliz veya Amerikan egemenliğini geçirerek bu muhataralı işten sıyrılmayı düşünmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ise, o dönemin emperyalist grubu içinde yer almadığı düşünülen bir devlet… Dolayısıyla Amerikan Mandası denildiği zaman insanların kafasında çok farklı bir imaj ortaya çıkıyor: ‘Amerika Birleşik Devletleri emperyalist değildir, dolayısıyla bize yalnızca insanî amaçlarla yardım edecektir’ diye düşünüyorlardı.” (Koçak,2011:92).

Her ne kadar gizlenmeye çalışılsa da, Kurtuluş Savaşı’nın neredeyse bütün kahramanları o günlerde mandacıdır. İpek Çalışlar’ın anlatımına göre, Halide Edip, Millî Mücadele saflarında olanlarla beraber Amerikan Mandası istiyor. Yani o, mandayı tek başına isteyen birisi değil, belki temsilcisi… Kaldı ki manda, İsmet Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa’nın da lügatlerinin içinde bir kavramdı. Bakıyoruz ki, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde buna yönelik bir madde de var. O maddede, “Gerekirse bir büyük devletin yardımı ve desteği istenebilir” deniliyordu (Çalışlar İpek, 2011:88).

Mandacılık fikri bilhassa Sivas Kongresi’nde bâriz bir şekilde öne çıkar. “Halide Edip Adıvar, Ahmet Emin Yalman, Bekir Sami Bey gibi sivil menşeli şahısların yanı sıra İsmet Paşa gibi asker menşeli Kuvay-ı Milliyeciler, Amerikan Mandasını bir kurtuluş çâresi olarak görmektedirler” (Glosneck, 1998:32).

Fatih, Kadıköy ve Sultanahmet’te yapılan mitinglerde Halide Edip ve arkadaşları önemli rol oynamıştı. Halide Edip’in Sultanahmet’te konuştuğu kürsüde, iri harflerle “Wilson Prensipleri” yazıyordu (Akyol, 2011:86).

Sonradan Kurtuluş Savaşı’nın mühim sîmâlarından biri olarak tarihte önemli bir yer işgal edecek olan İsmet Paşa dahi o günlerde, “Amerika milletine müracaat edilirse pek ziyâde faydalı olacak. Memleketi Amerika’nın murakabesine tevdi etmek, yegâne ehven çâredir!” demektedir (Ağaoğlu, 1993:238).

Hüseyin Kâzım Kadri, o günlerdeki atmosfere şöyle değinmektedir: “Beyrut’tan İstanbul’a avdet ettik. Fakat bütün mehâfil ve mecâliste hâkim olan fikir, ‘İngiltere veya Amerika Mandasını istemek’ emeli idi!” (Kadri, 2000:244)

O günlerde mandacılığın nasıl hedeflendiği, Atatürk ile birlikte 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan 18 kişilik heyette bulunan Binbaşı Hüsrev Gerede’nin günlüklerinde çok net olarak görünmektedir:

“5 Eylül 1919: Kongre canla başla çalışıyor. Manda sorununun Amerikalı gazeteci Mr. Brown ile özel görüşülmesi, ondan sonra da kongrede söz konusu edilmesi kararlaştırıldı. Yardım konusunda tarafsız, güçlü bir devletin, bildirgenin yedinci maddesiyle sınırlı yardımına gereksinimimiz olduğu, bu tür bir yardımı memnunlukla benimseyeceğimiz söylendi. (Gerede-Önal; 2003:84)

(…) General Harbord heyeti, bizden yana bir rapor hazırlamış. Bu heyet, Türkiye’de Amerikan Mandasını kabul etmek istiyor. Bizim, Amerikan ulusu ve senatosu üzerinde etki yapmamızı öneriyorlar. (Gerede-Önal; 2003:127)

28 Kasım 1919: Kabînenin Amerika’ya bir heyet göndermek isteyişi, ödünç para alma girişimleri Amerika’ya olan eğilimlerini gösteriyor. (Gerede-Önal; 2003:129)

10 Aralık 1919: Heyetteki üyelerin yetkileri ve çalışma biçimleri aşağıda sıralandığı gibi saptandı. Madde 16-Amerikalıların yardım önerileri bizim koşullarımıza uygun ise bunları benimsemek…” (Gerede-Önal; 2003:141)


Kemalist sol teorisyenlerden Doğan Avcıoğlu ifade eder ki, General Bristol’un 14 Ağustos 1919 tarihli raporunda Amerikan Mandasının yeğ tutulduğu yer almaktadır. General Harbord da raporunda Türkiye üzerinde tek bir devletin, özellikle Amerika’nın mandasından yana olduğunu yazmaktadır. Nitekim Sivas Kongresi’nde Harbord’a verdiği 22 Eylül 1919 tarihli memorandumda, “İmparatorluğu tarafsız bir devletin, tercihen Amerika Birleşik Devletleri’nin mandası ile korumaktan” söz etmiştir (Olaylarla Türk Dış Politikası, SBF Yayını 1969, s. 19) (Avcıoğlu, 1985:262).

Hüsrev Gerede anlatmaya devam ediyor:

“Öğleden sonra yeniden toplanıldı. Picaut, yardım konusundaki düşüncelerimizi sormuş. Tarihten bu yana emperyalist olan İngiltere’nin yardım önerisinin benimsenemeyeceği, Amerikalıların yapacakları yardımın ise kabul edileceği söylenmiş.” (Gerede-Önal; 2003:137)

Görüldüğü üzere Sivas Kongresi’nde, bir büyük devletin yardım ve desteği olmaksızın Türkiye’nin kurtulamayacağı inancı yaygındır. Bu nedenle manda, bağımsızlığa aykırı değilmiş gibi görülmek ve gösterilmek istenmiştir.

Amiral Bristol, 12 Eylül 1919’da Washington’a şu telgrafı çekiyordu: “Sivas Kongresi, oybirliği ile Amerikan Mandası istedi.”

Fakat Müttefikler, Kongre’nin manda istediği, Amerika’dan herhangi bir teşvik görmediği ve manda isteğinde bulunursa ABD’nin bunu kabul edeceği yolunda bir garanti elde edemediği için Erzurum kararlarını benimsediği söylentisini yayıyorlar. Eğer Amerika, Türkiye mandasını kabul edeceğini belirtirse, Sivas Kongresi, Türkiye’nin bir yardım olmaksızın tek başına ilerleme gücünde bulunmadığını ve Kongre’nin yardım için Amerika’ya başvurduğunu bir bildiriyle bütün ülkeye ilân edecekti (Prof. Evans, U. States Poliey and the Partition of Turkey, s. 188) (Avcıoğlu, 1985:278:279).

Bristol, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın isteksizliğine rağmen mandacılığını hâlâ sürdürmektedir. Bristol, 1920 baharında Dışişleri Bakanlığı’ndan bütün kapıları kapayan bir cevap alacaktır: “ABD Kongresi, Orta Doğu’da bir manda kabul etmeye olduğu kadar, hükûmetçe yapılacak eylemler için ödenek vermeye de istekli değildir.” (Avcıoğlu, 1985:282:283)

Metinlerden anlaşılacağı üzere, Amerika, zayıf düşmüş Türkiye’yi manda idaresine alarak desteklemeyi çıkarlarına uygun görmediği için, hem de yeni kurulacak Ermenistan’a Trabzon ve Erzurum’un da verilmesi ödününü alamadığından, mandayı kabul etmemiştir.

***

Dönemin ileri gelenleri, bir yandan da Fransızlarla manda görüşmeleri yürütmektedirler.

Binbaşı Hüsrev Gerede, günlüklerinde bu görüşmeleri şöyle anlatır:

“Fransa’nın Suriye Fevkalâde Komiseri Mösyö Picaut, Suriye’den Sivas’a kadar kısa bir görüşme yaptı. Mösyü Picaut, buradan Paris Barış Konferansı’na gidiyormuş. Konuşması sırasında, ‘Eğer sizinle anlaşabilirsek Türkiye’nin alın yazısı üzerinde etkili olur’ demiş.” (Gerede-Önal; 2003:135)

(…) 6 Aralık 1919: Fransızlar Adana’da bir Ermenistan kuramayacakları kanısına varmışlar. Bu nedenle orada ekonomik çıkarlar elde etmek koşuluyla Adana’yı bize bırakmaya râzı oluyorlar. Yalnız, Osmanlı yönetiminde azınlıklar hukukunu denetlemek üzere bakanlıklara birer Fransız danışman yerleştirilmesini önermişler. (Gerede-Önal; 2003:136)

(…)Adana’nın boşaltılmasına karşılık Fransız konsoloslarına fazla yetki verilmesi ile kendi Hükûmetimize başvuracak yurttaşlarımızın başvurularını Paris üzerinden Fransız Hükûmeti aracılığı ile yapmalarını kabul etmişiz.” (Gerede-Önal-2003:138).

O günlerin gazetecilerinden Ernest Hemingway, 23 Ekim 1922 tarihinde The Toronto Daily Star gazetesine, Mudanya Konferansı’nda yaşanan Fransızlarla yakınlaşmayı şöyle anlatmaktadır:

“Türk milliyetçileri şu anda Fransız etkisi altında. Bu iş çok basit bir şekilde gerçekleşti. ‘İki yıl kadar önce Mustafa Kemal Paşa, Balfour tarafından ‘alelâde bir eşkıya’ diye nitelenmişti. En çok arttıran, kendisini satın alabilirdi. Sonunda Fransızların üzerine kaldı. Ona silah, cephane, para verdiler.’ Söylentilere göre, karşılığında da Yakın Doğu petrollerinden bazı çıkarlar kopardılar.” (Hemingway, 1970:22-23)

 

Kaynaklar

Ağaoğlu Samet (1993), Siyâsî Günlük, İstanbul: İletişim Yay.

Akyol Taha (2011), Kayıp Tarihimiz, İstanbul: Yakın Plan Yay,

Avcıoğlu Doğan (1985), Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul, Tekin Yayınevi

Çalışlar İpek (2011), Kayıp Tarihimiz, İstanbul: Yakın Plan Yay.

Gerede Hüsrev-Önal Sami (2003), Hüsrev Gerede’nin Anıları, İstanbul: Literatür Yay.

Glosneck Johannes (1998), Kurtuluş Savaşı, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.

Hemingway Ernest (1970), İşgal İstanbul’u ve İki Dünya Savaşından Mektuplar, İstanbul: Milliyet Yay.

Kadri Hüseyin Kazım (2000), Hatıralarım, İstanbul: Dergah Yay.

Koçak Cemil (2011), Kayıp Tarihimiz, İstanbul: Yakın Plan Yay.