Kurtuluş Savaşı’nda Bolşeviklik rüzgârı

Kuvay-ı Milliye liderlerinin başlangıçta kendilerini Anadolu insanına yeterince anlatamamaları yahut bu konuda hususi bir gayret göstermemeleri, isyanların ve Anadolu hareketine karşı mesafeli davranılmasının sebebi olmuştur.

KİM ne derse desin ülkemizde objektif anlamda henüz tarihçilik yapılmıyor. Herkes kendi dünya görüşüne, kendi konuşlandığı mevzie, kendi tarafına, kendi ideolojik bakışına göre tarihi yazıyor veya yorumluyor. Gerçekleri objektif bir şekilde yazmak, bazılarınca tarihi yargılamak, siyaset ve polemik yapmak olarak tanımlanıyor. Hâlbuki bu bir zihin hastalığı…

Hem resmî ideolojinin kalıplarının dışına çıkarak, hem tarafgirliği bir kenara bırakarak, hem de kendi sevdiği insanlardan sâdır olsa bile bir gerçekle karşılaştığı zaman bu acıtıcı gerçeği yazabilmek, tarihçilik olsa gerek. Aksi hâlde davrananlar tarih değil, masal ve destan yazmış olurlar.

İşte bu anlamda, bugünkü yazımızda Kurtuluş Savaşı’mızın gözden kaçırılan bir bölümünü sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

***

Kurtuluş Savaşı’nın liderleri, ülkenin en kolay ve kestirme yoldan kurtuluşu için uzun süre yöntem arayışları içerisinde olmuşlardır. Bu yöntem arayışları içerisinde en çok öne çıkan iki formülden biri “Mandacılık”, diğeri “Bolşeviklik”tir.

Kurtuluş Savaşı günlerinde Sovyet Bolşevizminin emperyalizme karşı çıkan ideolojisi, bir diğer grup Kuvay-ı Milliyecileri derinden heyecanlandırıyordu. Şâhitlerin naklettiğine göre Mustafa Kemal Paşa, “İstanbul günlerinden beri Bolşevikliği kurtarıcı bir formül olarak görüyordu” (Mumcu, 1998:30).

Türkiye’nin ilk Rusya Büyükelçisi Ali Fuat Cebesoy, Moskova’da yaşananları şöyle anlatmaktadır: “Türkler, ister istemez Rusya ahvalini hoş görmek istemişler ve Bolşeviklerle hakîkî dost olmaya çalışmışlar, onların yardımlarına arz-ı ihtikâr etmişlerdi.” (Cebesoy, 2002:10)

Cebesoy, anlatmaya şöyle devam ediyor: “Türk Murahhas Heyeti, Hâriciye Komiseri Çiçerin ile yaptıkları mülâkattan bir gün sonra yani 14 Ağustos 1920’de Sovyet Sosyalist Şûralar Cumhuriyeti’nin Devlet Reisi mâkâmında olan Kızıl inkılâp lideri Lenin Vladmir Ulyanof tarafından kabul edilmişti. Lenin, Türk milleti hakkında pek samîmi hisler beslediklerini, ınüzaheretten geri durmayacaklarını beyan etmişti.” (Cebesoy, 2002:70-71)

“Moskova’da temas ve müzakerelerde bulunan Türk Murahhas Heyeti’ndeki askerî müşavir Erkân-ı Harp Kaymakamı Seyfi Bey’in  (General Seyfi Düzgören) 29 Ağustos 1920 tarihinde verdiği malûmata göre, Ruslardan askerî yardım malzemesi istemiştik.

Askerî yardım listesinin muhteviyatı şunlardı:

1 - Esliha.

a) Yüz bin tüfek ve sekiz yüz mitralyöz.

f) On tanesi keşif, on tanesi muhabere ve dördü deniz tayyaresi olmak üzere yirmi dört adet kara ve deniz tayyaresinin bütün teferruatıyla, tamir alet ve ihtiyat parçalarıyla.

g) En aşağı beş uçaksavar bataryası.

h) Denizaltı gemisi, motörbot.

i) Deniz mayınları.

j) Türk mavzer tüfekleri için mermi.

k) Boş mermi kovanları doldurmak için el makineleri, dumansız barut mermi kapsülleri.

1) Topçu batarya dürbünleri.” (Cebesoy, 2002:147-148)

O günlerde Bolşeviklik dalga dalga bütün ülkeye yayılmaya başlamıştır. Rusya esaretinden dönen Binbaşı Ziya Yergök,  yaşananları şöyle anlatmaktadır: “Batum’dan da Rize’ye gelerek yurdumuza kavuşmuş olduk. Rize ve Trabzon’da kaldığımız süre içerisinde subaylar içerisinde de Bolşevik olma temayülünde olanları sezdik. O sırada Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Bolşevikler hakkında araştırma yapmak ve rejimin hüküm sürdüğü Azerbaycan’da bu rejimin kaydettiği gelişmeleri gözleriyle görmek üzere bir heyet yola çıkarmıştı. O günlerde bu heyet Trabzon’da bulunuyordu. Sınıf arkadaşlarımızdan Harputlu Arif, Şükrü, Gezköylü İsmail ve Dursunoğlu Cevat, heyet mensuplarıydılar. Bunların zihinlerini açtık, Bakû’da maskeli Bolşevik olan Mehmet Emin ile gizli görüşmelerini söyledik.” (Yergök-Önal, 2006:257)

Atatürk, bu görüş istikametinde Anadolu’ya geçtiği zaman bir süre Bolşevik mefhum ve ifadelerini çeşitli temaslarında kullanmıştır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın Çerkez Ethem’e gönderdiği mektupta, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı Ankara’da bir genel merkez kurulduğu, bu cemiyet merkezine kendisi, Refet Bey ve muhatabı Ethem Bey’in âzâ olarak yazıldığı belirtiliyordu. “Bahsi geçen mektupta Mustafa Kemal Paşa, Çerkez Ethem’e ‘Ethem Yoldaş’ şeklinde hitap ediyordu” (Ethem, 2000:79).

Taha Akyol bu vakıayı şöyle izah eder: “Millî Mücadele sırasında genellikle sosyalist terminolojiyi kullanan Atatürk, o dönemde taktik olarak ‘Komünizm taraftarıyım’ diyordu.” (Akyol, 2009-2012)

Bir dönem Mustafa Kemal Paşa’nın bu yönü o kadar öne çıkmıştı ki, dinî hassasiyetleriyle tanınan Nureddin Paşa’nın Kuvay-ı Milliye’ye katılmak üzere Ankara’ya geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’ya sorduğu ilk soru, “Bolşeviklik hakkındaki görüşü” olmuştu.

Mustafa Kemal öncülüğündeki bu grup, zaman içerisinde önce Yeşil Ordu’yu tesis etmiş, ardından resmen bir komünist parti dahi kurmuşlardı. “Ankara’daki hükûmet tarafından kurulmuş Komünist Parti’nin Genel Sekreteri olan Hakkı Behiç, partinin kurulduğunu ordu komutanlarına resmî bir yazıyla bildirmişti” (Başkaya, 1991:158).

Yaveri Kılıç Ali, Atatürk’ün bir dönem Komünist Parti’yi yararlı gördüğünden bahseder: “Atatürk -gerektiği zaman kapatmak şartıyla- bir komünist partisi kurulmasını yararlı gördü.” (Kılıç-Turgut, 2010:171)

Zürcher de Atatürk’ün Komünist Fırkayı resmen kurduğunu yazanlardandır: “Mustafa Kemal, Halk Zümresi’nin bazı ılımlı üyelerini ‘resmî’ bir Türkiye Komünist Fırkası kurmaya ikna etti. Bu yeni partiyi kontrol altında tutmak için bazı yüksek rütbeli askerlerin de partiye katılmalarını sağladı.” (Zürcher, 2005:52)

Zaman içerisinde konjonktür birden değişiverince, Mustafa Kemal Paşa, kendi himayesinde başlattığı Bolşeviklik teşebbüsüne noktayı koymuş, o güne kadar bu istikamette ortaya çıkan teşekküllerin de varlığına son verdirmişti. “Türk Halk Komünist Partisi’nin liderleri kısa sürede tutuklanmış, Ankara’ya dönmekte olan Mustafa Suphi ve 15 arkadaşı Trabzon’da öldürtülmüş, sol güçlere böylece öldürücü bir yumruk indirilmişti” (Glosneck, 1998:80).

Anadolu’nun Bolşevikliğe bakışı

Sözün burasında bir tarihî yanlışa parmak basmakta fayda var… Haberleşme imkânının son derece sınırlı olduğu o günün Anadolu’sunda Anadolu köylülerini isyana sürükleyen hakikat, Kuvay-ı Milliyecilerin bir devirde sürdürdüğü işte bu Bolşevik tavırdır! Bir başka ifadeyle, dinî değerleri inkâr mânâsında “dinsizlik” olarak vasıflandırılabilecek Bolşeviklik taraftarlığı, Anadolu halkını Kuvay-ı Milliyecilere karşı mesafeli yaklaşmaya itmişti. Bu yanlış ideolojik tercih, Anadolu Kurtuluş Hareketi’nin hem enerjisini kaybettirmiş, hem de kurtuluşu geciktirmiştir.

Anadolu halkı ve ileri gelenleri, Kuvay-ı Milliye’nin hem icraatlarından, hem de söyleminden rahatsızlardı. Bunda Kuvay-ı Milliye yöneticilerinin izlediği Bolşeviklik tavrının ve İttihatçı geçmişin tesirleri vardı.

Nitekim Taraklı ve Göynük’te isyan ederek kasabaları ele geçiren, daha sonra Kuvay-ı Milliye güçlerince püskürtülen şahıslar, telgrafhanede bıraktıkları telgraflarında “Padişah’a karşı isyan eden Bolşevikler, Taraklı’yı işgal etmek üzereler” demektedirler (Çolak, 1996:52).

Konyalı Abdullah Fevzi Hoca da Kuvay-ı Milliye ile Bolşeviklik irtibatını şöyle anlatır: “Evvelce hükûmetler ve Dâhiliye Nezâreti İstanbul’a tâbi idi. Emir ve nehyi oradan alırlar idi. Âhiren ise bütün Anadolu hükûmetleri Kuvve-i Milliyye, Bolşevikler eline geçti. İstanbul ve Halîfe idaresinden çıktı.” (Koçkuzu, 2011:294)

İşte bu muhataralı günlerde bir kısım Anadolu halkı ise Halîfenin yanında tavır almayı tercih etmişti. Binbaşı Hüsrev Gerede’nin hatıralarında da bu anlayışın izleri görülür:

“Ayaklanan köylüler, Halîfe ordusuna katıldıklarını düşünmektedirler…

23 Nisan 1920: Her gün, çevreden gelen birkaç silahlı atlının Hilâfet ordusuna katılmaları için bir hoca tarafından dinsel tören yapılmakta, zafer duâları okunmakta, ulusal güçlerin dağılıp yok olmaları için yalvarılıp yakarılmaktaydı.” (Gerede-Önal-2003:194)

Selahattin Adil Paşa da Kuvay-ı Milliye’nin o günlerdeki dış görüntüsünden ve hâlinden şöyle bahseder: “Temsil heyetinde bulunan Anadolu temsilcilerinin de katıldığı Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da toplanmış olmasından dolayı, resmî hükûmete karşı isyan etmiş bir topluluk sayılmasından kurtulamayan ‘Kuvay-ı Milliye’ yöneticileri vardı.” (Sarıbay, 1982:315)

İşte bu bakışın ürünü olacak ki, Anadolu halkı arasında Kurtuluş Savaşçılarının adı uzun süre “Kuvay-ı Bagiye” yani “hükûmete isyan etmiş kuvvetler” şeklinde ifade edilmiştir. Anadolu insanının mevcût hükûmete karşı isyan konumunda görünen yahut “dinî değerleri yok etmek üzere harekete geçmiş” olduğuna dair tavırlar sergileyen kişi ve müesseselere karşı duyduğu endişe, sosyolojik bir hakikatten başka bir şey değildir.

Sonuç

Netîce olarak şunu tespit etmek mümkündür: Kuvay-ı Milliye liderlerinin başlangıçta kendilerini Anadolu insanına yeterince anlatamamaları yahut bu konuda hususi bir gayret göstermemeleri, isyanların ve Anadolu hareketine karşı mesafeli davranılmasının sebebi olmuştur.

Selahattin Adil Paşa, Bolşeviklik konusunda gelinen noktayı şöyle anlatır: “Gece sivil veteriner Yako Efendi’nin evinde pansiyoner olarak kalan bir subayın davetine ben de katıldı isem de ne bu içki âlemini, ne de bugün ilân edilen Bolşeviklik ve yeni kurulan Sosyalist Fırkası tarafından yapılan gösterileri hoş bulmayarak saat birde, beraber inmiş olduğumuz istasyon karşısındaki Osmaniye Oteli’ne döndüm.” (Sarıbay, 1982:321)

                                               

Kaynaklar

Akyol Taha, (2009) Milliyet, 6.12.2009

Başkaya Fikret, (1991) Paradigmanın İflası, İstanbul: Doz Yay.

Cebesoy Ali Fuat,(2002) Moskova  Hatıraları, İstanbul: Temel Yayınları

Çolak İbrahim, (1996) K. Seyyare Hatıralarım, İstanbul: Emre Yay.

Ethem Çerkez, (2000) Anılar, İstanbul: Berfin Yay.

Gerede Hüsrev-Önal Sami, (2003) Hüsrev Gerede’nin Anıları, İstanbul: Literatür Yay.

Glosneck Johannes, (1998) Kurtuluş Savaşı, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.

Koçkuzu Ali Osman, (2011) Bir Müderrisin Sürgün Yılları, İstanbul: İz Yayıncılık

Mumcu Uğur, (1998) Kazım Karabekir Anlatıyor, Ankara: UM.AG Yay.

Sarıbay Selahattin Adil, (1982) Selahattin Adil Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Zafer Matbaası

Yergök Ziya, (2006) Sarıkamış’tan Esarete Hatıralarım, İstanbul: Remzi Kitapevi

Zürcher Erik Jan,(2005) Millî Mücadele’de İttihatçılık, İstanbul: İletişim Yay.