OSMANLI Devleti, 30 Ekim
1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak I. Dünya Savaşı’na son verdi.
Antlaşmanın hiçbir maddesi Osmanlı Devleti’nin lehine değildi. Hele yedi ve
yirmi dördüncü maddeleri tam bir felaketti. Yedinci madde İtilaf Devletleri’ne
güvenlik gerekçesi ile istedikleri yerleri işgal etme hakkını verirken, yirmi dördüncü
maddede ise doğudaki altı ilde bir karışıklık çıkacak olursa oraların da işgal
edilebileceği belirtiliyordu.
Savaş
bittiği halde İtilaf Devletleri antlaşmayı istismar ederek Anadolu, Rumeli ve
Osmanlı topraklarındaki diğer birçok yeri işgal etmeye başladılar. Bu durum
karşısında Türk halkı, Müdafay-ı Hukuk Dernekleri ve Kuvay-ı Milliye adı
verilen silahlı direniş birlikleri kurarak haksız işgallere karşı mücadeleye başladı.
19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, Havza’da yayınladığı bir bildiri
ile Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. 22 Haziran 1919’da yayınladığı Amasya
Genelgesi’nde vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede
olduğunu, İstanbul hükümetinin sorumluluklarını yerine getiremediğini, milletin
bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağını belirterek, bu
amaçla her ilden halkın güvenini kazanmış üç kişinin seçilerek Sivas’a
gönderilmesini istedi. Bundan sonra Şark İlleri Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti’nın
tertiplediği kongreye katılmak için Erzurum’a gitti.
Ulusal
irade ve vatanın bütünlüğü ilkelerinin benimsendiği kongrede, doğu illerini
temsilen seçilen heyetin başına Mustafa Kemal getirildi. Daha sonra Sivas’a
giden Mustafa Kemal, tüm direniş örgütlerini Anadolu ve Rumeli Müdafay-ı Hukuk
Cemiyeti adı altında birleştirdi ve kongrede oluşturulan ulusal temsil
kurulunun başkanlığına seçildi.
İstanbul’da
ise her şey çok kötü gidiyordu. İngilizler Osmanlı parlementosunu dağıtarak
milletvekillerini tutuklamışlardı. Mustafa Kemal buna tepkiyle yeniden seçim
yaptırarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’yi açtı. Böylece millet fiilen
yönetimi eline almış oldu.
İstanbul
hükümeti ve İtilaf Devletleri’nin istihbaratları çok güçlü idi. Anadolu’daki
tüm gelişmeleri yakından izleyebiliyorlardı. Oysa Ankara’nın bu konuda pek
güçlü olduğu söylenemezdi. İstanbul’da bir avuç kahraman, gelişmeler hakkında
Ankara’ya bilgi ulaştırmak için örgütlenmişlerdi. Grubun lideri Albay Aziz
Hüdai Bey idi. Ayrıca Yüzbaşı Yusuf Bey, Zekai Bey, Hafız Aşir Efendi, Baha
Sait, Miralay Esat, Yüzbaşı Ekrem, Komodor Nazmi ve Topçu Kaymakamı Eyup gibi
grupta hizmet veren değerli kişiler vardı.
Öncelikli
amaçları Saray, Bab-ı Ali ve İtilaf Devletleri arasındaki gizli diyalogları ve
Ankara’ya yönelik eylem planlarını öğrenmekti. II. Abdulhamit’in kızı Naime
Sultan, onun eşi Damat Cemal Paşa ve Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin damadı
Cemaleddin Bey gibi isimler, kendilerine saraydan bilgi sızdırıyorlardı. Fakat
konumları çok gizli bilgilere ulaşmaya uygun olmadığından istihbaratları
zayıftı. Gruba ilk elden bilgi verebilecek birine ihtiyaç vardı. Bu konuda
araştırma yapıyorlardı.
Bir
süre sonra Zekai Bey, arkadaşlarını sevindirecek bir haber getirdi:
“Arkadaşlar, istediğimiz gibi çok iyi bir elemanımız var artık!” Arkadaşları bu
ismi merakla sorduklarında “Beşinci Murad’ın kızı Fehime Sultan” dedi ve
konuşmasına devam ederek eşinin eskiden Fehime Sultan’ın cariyelerinden biri
olduğunu, Hanım Sultan’ın zaman zaman kılık değiştirerek kendilerine geldiğini
ve eşi ile sohbet ederek dertleştiklerini, amcası Vahdettin ve hükümetin
teslimiyetçi politikasını beğenmediğini, Mustafa Kemal’in başlattığı ulusal
kurtuluş mücadelesine hayranlık duyduğunu ve kendilerine önemli bilgiler
verebileceğini söyledi.
Zekia
Bey’in haberi grupta büyük bir sevinç yaratmıştı. Fehime Sultan’la bazen Zekai
Bey’in Üsküdar Altunizade’deki evinde, bazen de Hafız Aşir Bey’in Sirkeci’deki
dükkânında buluşuyorlardı.
Sultan’ın
getirdiği bilgilerden bazıları şöyle idi: İşgal kuvvetlerinin adamı olan bir
papaz ve iki subayın Damat Ferit ve Padişah’ı büyük bir gizlilikle ziyaret
ettikleri; Padişah’ı Damat Ferit’in yönlendirdiği;
Baha
Sait, Miralay Esat, Yüzbaşı Esat, Aziz Hüdai, Komodor Nazmi ve Eyup Beyler’in
millici oldukları saray tarafından bilindiği; bazı şehzade, sultan ve
damatların, hükümetin politikasını beğenmedikleri; Abdülmecit Efendi ile damadı
Celal ve Mehmet Şerif Beyler’in de bu konuda Padişah, Damat Ferit va Sabiha
Sultan’la tartışarak aralarının açıldığı; Damat Ferit’in Sait Molla ve Seyit
Abdülkadir ile anlaşarak halkı TBMM’ye karşı ayaklandırmak istediği; bazı
yabancı devlet temsilcilerinin, mülkiyeti II. Abdülhamit’e ait olduğu halde
Osmanlı sınırları dışında kalan petrol bölgeleri ile ilgili olarak Osmanlı
şehzadeleri ile gizli görüşmeler yaptıkları; mebuslardan Nazmi Bey’in Damat
Ferit’in adamı olduğu ve TBMM’nin çalışmalarını engellemek için Halk
İştirakıyyun Fırkası’nın kurulmak istendiği; Damat Ferit ve Nazım Bey
arasındaki bağlantının saray kilercilerinden birinin amcası olan Boyabatlı Şükrü
Şakir tarafından sağlandığı; Damat Ferit’in Şükrü Şakir aracılığı ile Nazım
Bey’e verilmek üzere 4 bin 500 lira verdiği ve Şükrü Şakir’in bu amaçla
Kilyoslu İpsiz Recep’in takası ile Boyabat’a geldiği; Yunanistan’a sığınan
Çerkez Ethem’in yeniden getirtilerek millicilere karşı kullanılmak istendiği ve
bunun için Zeki ve Bekir Sıddık’ın Bursa üzerinden Ethem Bey’e gönderildiği;
Binbaşı Henry’nin “Blanda” takma adını kullanarak gazeteci ya da tüccar kimliği
ile Anadolu’ya gönderilmek istendiği; ayrıca Tito isimli bir Sırp binbaşısının
takma ad ve sahte kimlik ile Anadolu’ya geçmeye hazırlandığını (bu adam ileride
Mareşal Tito olarak Çekoslavakya Devlet Başkanı olacaktır) bildirdi.
Fehime
Sultan bu bilgilere ilaveten şu belgeleri de getirdi: Boyabatlı Şükrü Şakir’in
fotoğrafı, Saray ve Nazım Bey arasındaki şifrelerin kopyası, Nazım Bey’in Damat
Ferit aracılığı ile İtilaf Devletleri için çalışan Binbaşı Henry’ye verilmek
üzere yazılan ve Mustafa Kemal’in plan ve düşüncelerinin anlatıldığı iki
mektubun aslı…
Fehime
Sultan, istihbaratını sonuna kadar hiç aksatmadan sürdürmeye devam etti.