Kurtuluş reçetesi

Bu reçete akan kan ve gözyaşını durdurur mu, ya da hissettiğimiz hüznü ve çektiğimiz vicdan azabını eksiltir mi, bilmem. Ama bizi kurtuluşa götürecek ve küçük sayılabilecek bu adımları atmamız son derece elzemdir. Kimin elinden ne gelirse…

BÜTÜN koltuklar aynı yüksekliktedir. Hangi koltuğu kaparsanız kapın, büyüyen ve irileşen cüsseniz ya da aklınız olmuyor. Hele hele yüreğiniz hiç olmuyor. Bırakın, heyecanınız ve hizmet aşkınız büyüsün!

Tir tir titreyen bir çocuğa rastlamıştım. Rastlamıştım da, utancımdan 1,83’lük gövdemi saklayacak yer aramıştım. Korkudan ağladığını düşünmüyorum. Tedirgindi ama o tedirginliğin içinde saklı bir tebessüm vardı. Neticede çocuktu. Az önceki bombardımanda yanında öldürülen akranlarından daha şanslıydı ama annesini, babasını, kardeşini, belki de tüm yakınlarını kaybetmişti. Aradığı ne ayakkabı, ne de kendisini ısıtacak battaniye. Eksik olan şefkat, onu saracak merhametli bir eldi. Ama o da yoktu. “Yok” demişken… Ev de yoktu, yatak da. Yemek de yoktu, su da. Okul da yoktu, hastane de. Velhasıl yol da yoktu, şehir de. Peki, ne vardı? Alabildiğine “ölüm”. Acımasızca, gaddarca...

Girdiği travmadan nasıl kurtulacağını ya da nasıl kurtaracağımı bilmiyordum ama içgüdüsel bir tepkime ile “Senin o ayaklarının altına kurban olurum çocuk!” dedim ve yapıştım ayaklarına: “Biliyorum ki sana ve akranlarına hesap vermeden, değil Cennet’e girmeye, bir adım öteye dahi gidemeyeceğiz.”

Hakikat buydu. Şimdi hayâlen o çetin hesap gününe gidelim. Önümüze gerilen ve üzerinden geçmemiz istenen sırat köprüsü var. Tam da burada, yeri gelmişken bir hatırlatma yapayım: Sırattan evvel Gazzeli masumlar çıkacak önümüze. Aşmaya çalışacağız ama Çin Seddi yüksekliğine erişecek o küçük cüsseleri... Hiçbir hikâyeye benzemeyecek. Köprüden geçmek için rüşvet istemeyecekler. İsteseler de veremeyeceğiz. Vermek istesek de veremeyeceğiz. Elde avuçta kalan kıt kanat -ki o da varsa- amellerimiz olacak. Yakasız gömleklerimizin yakasına yapışacaklar. Hesap soracaklar. Yüzümüze bakarak, “Küffar bizi katlederken, yurdumuzdan ederken neredeydiniz?” diyecekler.

Bir kez olsun “Mahcup olurum” demediniz. İşte bak, o uzak görünen gün geldi çattı. Haydi geç bakalım! Ama evvelinde yaşı dolmamış, oksijensiz bırakılan bebekleri geç. Sırattan geçmek için güç topla. İnanın, takatiniz kesilecek, takatimiz kesilecek. Sizi bilmem ama benim şimdiden kesiliyor.

O yüzden oturup kendimce bir kurtuluş reçetesi yazdım…

Bu yıl hac mevsiminde Müslümanlar kutsal topraklara gitmekten ar duymalı. Ar duymalı ve o bedeli Gazze hakkına hibe ederek af dilemeli.

Bu yıl hac farizası için gitme şansına sahip olanlar ya da “Ben illâ ki orada olacağım” diyenler de şeytan taşlama ritüelini unutsun. Taş atacaksa şayet, İsrailli Siyonistleri, bebek katillerini taşlasın. 3 milyon hacı adayının atacağı taş, onları yerle yeksan eder de artar bile.

Bu yıl kurban kesilmesin. Kesilecek kurbanların bedelleri, İsrail zulmünde eşlerini, evlatlarını, kardeşlerini anne-babalarını kurban verenlere verilmeli.

Bu yıl debdebeli iftar sofraları kurmayalım, kursak bile tek öğünlük olsun. Alayişten uzak olsun. Davet ettiklerimiz ihtiyaç sahibi fakir fukara, mülteci olsun… Ya da tüm iftar davetlerini iptal edelim; karınca kararınca, o harcama kalemini de Gazze’ye gönderelim. Kuru sofralarına hurma ve su olarak düşsün. Umutsuz çocukların yüzünde yeniden umut yeşersin.

Varsın bu yıl, denize sıfır tatil beldelerinden ırak kalalım. Harcamayı israf görelim ve ona ayıracağımız bütçeyi Filistinli kardeşlerimize ulaştıralım. Yorgun bedenlerini dinlendirecek yatak yorgan olmasa da bir kampet, uyku tulumu ya da boş bir sedir olsun…

Bu yıl görkemli düğünlere ara verelim. Hem binlerce insan yurtsuz ve mezarsız bırakılırken bize eğlenmek, oynamak, dans etmek düşmez ama mutlu günlerimizi daha makul bir rakamla hitama erdirebiliriz. Abartılı organizasyonların farkını nereye göndereceğimizi yazmıyorum artık. Siz anladınız…

Bu yıl işe gidip gelirken kullandığımız özel araçlarımızı ara sıra dinlendirelim ve artan yakıt maliyetlerinden tasarruf elde ederek kardeşlerimize tıbbî malzeme olarak gönderelim.

Bu yıl soykırımı aşan katliamlar yaşanırken, doğum günlerimizi pas geçelim. Kesilecek pastaları, atılacak havai fişekleri de oraya teksif edelim.

Bu yıl yazlık-kışlık giysilerimiz için harcama yapmayalım. Geçen yıl giydiklerimiz ile idare edelim. Edelim de, yalın ayak kalan çocuklara çorap olsun, bot olsun diye oraya gönderelim.

Bu yıl tüm lüks konut projelerindeki kâr oranından kardeşlerimize hisse ayıralım. “Size siper olamadık, bari başınıza yıkılan evlerinizi yeniden imar etmek için duvar olalım, çatı olalım” diyelim.

Bu reçete akan kan ve gözyaşını durdurur mu, ya da hissettiğimiz hüznü ve çektiğimiz vicdan azabını eksiltir mi, bilmem. Ama bizi kurtuluşa götürecek ve küçük sayılabilecek bu adımları atmamız son derece elzemdir. Kimin elinden ne gelirse… Kim bu meseleye ne kadar ehemmiyet veriyor ve kim öteye, o büyük yüzleşmeye ne kadar hazır hissediyorsa, o ölçüde bu reçeteyi tatbik edecektir.

Eş-Şâfi olandan şifa niyetine af dileniyorum…