TÜRKİYE’de bir “Kürt sorunu”
var mı?
“Var” diyenler için, sorun kimlerle çözülecek? Ya da Kürt sorunu için
muhatap kimlerdir, hangi parti veya örgüttür?
Bu sorulara karşılık, HDP çevresinden bazılarına bakılırsa, İmralı’da terör
suçundan müebbet hükümlüsü olan Öcalan’dır. Ancak ne PKK eski PKK’dır, ne de
HDP eski HDP’dir. Çünkü eskiden PKK’nın ve HDP’nin tek başına patronu Öcalan’dı.
Oysa günümüzde PKK da, HDP de çok ortaklı ve çok sahipli bir yapı durumundadır.
Öcalan’ı PKK ve HDP adına Kürt sorunu için tek muhatap ve çözüm adresi
bilmek, hukuk ve meşruiyet bakımından kabul edilemez olduğu gibi, Türkiye’nin
yaşadığı tecrübelere göre de, uygulamada da karşılıksız durumdadır.
Türkiye’de 2009-2015 yılları arasında bir “Çözüm Süreci” tecrübesi
yaşanmıştır. Bunun bir sonucu olarak haftada bir kere İmralı adasına Öcalan ile
görüşmeleri için heyetler gönderilmiştir. O görüşmelere bağlı olarak bazı
yasalar çıkarılmıştır. Muhtemelen Öcalan da dönemin şartlarında heyecanlanarak
sağa sola bazen örgüt lideri, bazen de bilge kişi havasında emirler
yağdırmıştır. Ancak Öcalan’ın Kürt mahallesinde, örgütlerinde sanıldığı gibi
önemli bir karşılığının olmadığı görülmüştür.
HDP’nin 21 Mart 2013’te Diyarbakır’da düzenlediği Nevruz Mitingi’nde okunan
Öcalan mektubunda, “silah yerine siyaset ile çözüm aranması ve PKK’lı silahlı
unsurların Türkiye’yi terk etmesi” istenmiştir. Cezaevinde müebbet hükümlüsü
olan birinin fotoğrafları pankart olup duvarlara asılabilir, dışarısı ile bu
kadar rahat ilişki kurması nasıl gerçekleşebilir, yazdığı mektup nasıl on
binlerce insana meydanlarda okunabilirdi? Ancak “Barış/çözüm için” denilerek
yapıldı bunlar. Peki, 2013’te elde edilen sonuç ne oldu?
Türkiye’deki PKK militanlarının üçte biri kadarı yurt dışına gönderildi ama
yerlerini yeni militanlar fazlası ile aldı. Gidenler ise kısa sürede Irak’taki
kamplarda eğitimlerini tamamlayarak Türkiye’ye geri dönmüş oldular. PKK
yöneticilerinden Cemil Bayık, bu durumu Kasım 2013’te, “Türkiye’de nicelik ve
nitelik olarak Nevruz 2013 öncesine göre daha çok PKK’lı olduğu ve çekilenlerin
de bir kısmının geri döndüğü” şeklinde açıklamıştır. Çözüm Süreci’nin debdebeli
günlerinde PKK’lılar böylece Türkiye’yi terk etmemiş, aksine acemi olanlar Irak’taki
kamplarda hazırlanıp Türkiye’ye gönderilmişlerdir. Öcalan’ın mektubundan barış
için hiçbir şey çıkmamıştır!
21 Mart 2015’te HDP’nin yine Diyarbakır’da düzenlediği ve meydanı
çevreleyen duvarlarda Öcalan fotoğraflarının poster olup asıldığı Nevruz Mitingi’nde
okunan Öcalan’ın mektubunda ise, “Dolmabahçe’de ilân edilen on maddelik
bildiriye mutabık kalınarak, PKK’nın Türkiye’ye karşı kırk yıldır yürüttüğü
silahlı mücadeleyi bitirmesi, bir kongre toplaması ve bir hakikatle yüzleşme
komisyonu kurulması” hususundaki notlar yer almıştır. Buna karşılık 12 Haziran
2015’teki PKK açıklamasında, “silahlı mücadelenin bitmesine Öcalan’ın değil,
PKK’nın karar vereceği” ilân edilmiştir.
Dünyanın en çok ayrıcalıklı müebbet hükümlüsü Öcalan mektupları ile bunları
istemişken, taraftarları silahlı mücadeleyi bırakmamışlardır. Aksine, o dönemde
hâkimiyet kurdukları pek çok ilçede uzun dönemli bir silahlı mücadele için
hazırlık yapmışlardır. Buna karşılık 11 Temmuz 2015’te PKK yönetimi, “ateşkes
döneminin sona erdiğini” ilân etmiştir.
Yaşanan bu tecrübelere rağmen 2019 Yerel Seçimleri öncesinde Tunceli/Munzur
Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Kemal Özcan’ın Öcalan’ı İmralı adasında
ziyaretine izin verilmiştir. Özcan ziyaretten sonra okuduğu Öcalan’a ait
mektupla kısaca, “HDP seçmeninin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde
CHP’ye oy vermek yerine tarafsız kalmasını” istemiştir. Buna karşılık HDP
yöneticileri ise İstanbul seçimlerinde CHP’nin adayını desteklediklerini
açıklamışlardır. CHP adayı da bu destekle ve önemli bir farkla seçimi
kazanmıştır. Böylece Öcalan’ın dağdaki terör unsurları ile onların şehirdeki
mazbatalı uzantıları üzerinde bağlayıcı bir etkisinin olmadığı tekraren
görülmüştür.
Öyleyse PKK/HDP için “Kürt sorunu” ve bu sorun için teklif ettiği çözüm
yolu nedir?
Bu sorunun cevabı, hayatî derecede önemlidir. Çünkü PKK/HDP’liler ara sıra
taktik icabı ayrılık istemediklerini söylemektedirler. Yaptıklarını bu
açıklamaları ile örtmeye çalışmaktadırlar. Hatırlanmalıdır ki, Öcalan’ın isteği
üzerine Türkiye, Suriye, Irak ve İran Kürtlerini içine alan ortak bir çatı
örgütü olarak KCK kurulmuş, PKK da bu KCK’ya bağlı sayılmıştı. Böylece başından
beri PKK’lıların “dört parçalı bağımsız ve birleşik Kürdistan” için siyâsî bir
yapı oluşturulmuştu. İşte bu KCK’nın emriyle HDP, 8 Ağustos 2015 ile 10 Ekim
2015 tarihleri arasında beş il merkezinde ve on bir ile bağlı yirmi bir ilçede
özerklik ilân etmiştir. O tarihte Demirtaş başkanlığındaki HDP yönetimi, bu
özerklik ilânlarını “demokratik bir hak saydığını” açıklamıştır. Özerklik ilân
edilen il ve ilçelerde PKK’lıların hendek/barikat eylemlerini söküp atmak için
başlayan çatışmalarda 800 şehit verilmiştir ve böylece “Çözüm/Açılım Süreci”
denemesi de o çukurlara gömülmüştür.
Bugünü nasıl okumalı?
PKK/HDP’liler bağımsızlık ve özerklik arasında medcezirlidir. İşte eski HDP
başkanlarından Ahmet Türk’ün Kürt sorunu için son açıklaması şöyledir: “‘Kürtler bir halktır; dilleri vardır, kendi
bölgelerini kendileri yönetebilecek bir hakka sahip olmaları gerekir’
anlayışı ortaya çıktığı zaman bu sorun çözülür veya bir muhataptan söz edilir…”
Görüldüğü gibi bu açıklamada ortak bir vatan anlayışı olmadığı gibi,
Kürtlerin kendilerine ait olan ve olmayan bölgelerinden de söz edilmektedir.
Ahmet Türk ise PKK/HDP içinde güya barışçı tutumu temsil eden biriymiş gibi ara
sıra haber konusu olmaktadır. Oysa Ahmet Türk’ün bu açıklamalarından barışçı
bir çözüm çıkarmak muhâl görünmektedir.
CHP’li Engin Özkoç da Twitter hesabında, TBMM’nin kapalı oturumlarında HDP’li
grup başkan vekilinin, “Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesini, eyalet
başkanlarının TBMM’ye gelmesini, her eyaletin yer altı kaynaklarının kendisine
ait olmasını, özerklik haklarını saklı tuttuklarını, Türk ve Kürt olarak iki
kurucu unsurun anayasada yer almasını istediklerini” açıklamıştır. Bu
isteklerin Türkiye’nin tarihî geçmişi ve mevcut siyâsî, hattâ nüfus yapısı ile
uzlaştırılmasının muhâl olduğu açıktır. Çünkü çeşitli nedenlerle Kürt
nüfusunun, Türkiye’nin Batı bölgesindeki büyük illere göç ettiği ve hâlen
oralarda yaşamakta oldukları dikkate alındığında, Kürtler için ayrı bir bölge
çizmenin mümkün olmadığı ya da ayrı bir Kürt bölgesi oluşturulduğunda Kürt
nüfusunun o bölgenin dışında kalacağı açıktır.
O hâlde Kürtler için ayrı bir bölge oluşturulması ve o bölgede idarî bir
özerkliğin kurulması isteği bir fantezidir. Ancak bu fantezinin arkasında 45
yıldır uğraşan bir PKK terör örgütü durur ve sömürgeci ABD’nin de bu terör
örgütünü desteklediği hatırlanır ise, olayın sadece bir fantezi sınırları içinde
kalmadığını teslim etmek icap etmektedir.
Kemal Paşa’nın döneminden başlayarak, “Türk’ün Türk ile aldatılması” gibi
bir mirasın sahibi olan CHP’nin HDP ile Kürt sorununu çözmeye çalışması nasıl
olacaktır? AK Parti yakın geçmişte HDP ile bir “Çözüm Süreci” denemesi yapmış
ve Türkiye’nin faydasına hiçbir sonuç elde edememişken, CHP farklı bir sonuç
elde edebilir mi?
CHP yöneticileri sıkça “SHP’nin 1989 Kürt Raporu”na atıf yaparak onunla
övünmektedirler. SHP bugünkü CHP’nin 1989’daki karşılığı olarak hazırladığı bu
raporunda, “özerklik” kelimesini kullanmadan bir özerklik isteğinin söz konusu
olduğunu “çözüm” olarak teklif etmiştir. PKK’ya sempatisi olan seçmenlerin
desteğini alıp iktidar olmaya dahi çalışmıştır. Bu raporun havası ile SHP, 1989’da
PKK çevreleri ile örtülü bir işbirliği içinde girdiği yerel seçimlerde yüzde 33
oy alarak Türkiye genelinde birinci parti olmuş, büyükşehir belediye
başkanlıklarının neredeyse hepsini kazanmıştır. Bu kazanmanın verdiği heyecanla
SHP, 1991 Genel Seçimleri’nde de PKK çevreleri ile olan işbirliğini ileri bir
aşamaya taşıyarak 17 HEP’liyi kendi listesinden aday göstermiştir.
1991 Genel Seçimleri’nde PKK-SHP ittifakı ancak yüzde 20 ile üçüncü sırada
yer almıştır. Bir sonraki yerel belediye seçimlerinde ise SHP, elindeki
belediyelerin tümünü kaybetmiştir.
Özetle CHP, ilk defa PKK çevreleri ile seçim ittifakı yapıyor değildir.
1989 Yerel ve 1991 Genel Seçimlerinde olduğu gibi, bu ittifakın bir geçmişi
vardır. Ancak PKK o tarihte bu ölçüde bir dış desteğe sahip değildir. Daha
küçük çaplı bir terör örgütüdür. Türkiye’ye karşı olan tehdidi ise bugüne göre
daha küçük ebatlıdır.
CHP, “Kürt sorunu” tanımlaması ile neyi kastettiğini açıklamamıştır. CHP,
Kürt sorununu çözmek için Türkiye’nin doğusunda Kürtler için ayrı bir bölgeyi
nasıl kuracaktır? Anayasada kurucu unsur sayısını birden ikiye nasıl
çıkaracaktır? Kürtçeyi kamu hayatına yani resmiyete hangi ölçüde, nasıl
taşıyacaktır? CHP bu işleri yapmaya heveslenmişken, “Kuvay-ı Milliye” partisi
olmak iddiasını da sürdürmektedir. Gerçi Aralık 1920’de Kuvay-ı Milliye
gruplarını zorla tasfiye etmiş olan CHP, yüz yıldan beri “Kuvay-ı Milliye
partisi olmak” iddiasını sürdürmüştür. PKK ile ittifak etmesi de bu iddiaya
engel teşkil etmez. Çünkü CHP, sahip olmadığı niteliklerle övünmek gibi bir
tecrübenin sahibidir.
HDP, olağan bir siyâsî parti değildir. Doğrudan PKK adına siyaset
yapmaktadır ve kurulduğundan beri hiçbir zaman PKK ile ilişkisinin olmadığını
iddia etmemiştir. Ya sahiplenmiş ya da sessiz kalmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nde kapatma dâvâsı görülen HDP’yi Kürt sorunu için
muhatap saymak ve çözüm ortağı görmek, mahkemeye karşı doğrudan HDP’ye destek
olmaktan başka bir şey değildir.
HDP demek, “PKK” demektir!