Kürt sorunu nasıl çözülür?

CHP, ilk defa PKK çevreleri ile seçim ittifakı yapıyor değildir. 1989 Yerel ve 1991 Genel Seçimlerinde olduğu gibi, bu ittifakın bir geçmişi vardır. Ancak PKK o tarihte bu ölçüde bir dış desteğe sahip değildir. Daha küçük çaplı bir terör örgütüdür. Türkiye’ye karşı olan tehdidi ise bugüne göre daha küçük ebatlıdır. CHP, “Kürt sorunu” tanımlaması ile neyi kastettiğini açıklamamıştır. CHP, Kürt sorununu çözmek için Türkiye’nin doğusunda Kürtler için ayrı bir bölgeyi nasıl kuracaktır?

TÜRKİYE’de bir “Kürt sorunu” var mı?

“Var” diyenler için, sorun kimlerle çözülecek? Ya da Kürt sorunu için muhatap kimlerdir, hangi parti veya örgüttür?

Bu sorulara karşılık, HDP çevresinden bazılarına bakılırsa, İmralı’da terör suçundan müebbet hükümlüsü olan Öcalan’dır. Ancak ne PKK eski PKK’dır, ne de HDP eski HDP’dir. Çünkü eskiden PKK’nın ve HDP’nin tek başına patronu Öcalan’dı. Oysa günümüzde PKK da, HDP de çok ortaklı ve çok sahipli bir yapı durumundadır.

Öcalan’ı PKK ve HDP adına Kürt sorunu için tek muhatap ve çözüm adresi bilmek, hukuk ve meşruiyet bakımından kabul edilemez olduğu gibi, Türkiye’nin yaşadığı tecrübelere göre de, uygulamada da karşılıksız durumdadır.

Türkiye’de 2009-2015 yılları arasında bir “Çözüm Süreci” tecrübesi yaşanmıştır. Bunun bir sonucu olarak haftada bir kere İmralı adasına Öcalan ile görüşmeleri için heyetler gönderilmiştir. O görüşmelere bağlı olarak bazı yasalar çıkarılmıştır. Muhtemelen Öcalan da dönemin şartlarında heyecanlanarak sağa sola bazen örgüt lideri, bazen de bilge kişi havasında emirler yağdırmıştır. Ancak Öcalan’ın Kürt mahallesinde, örgütlerinde sanıldığı gibi önemli bir karşılığının olmadığı görülmüştür.

HDP’nin 21 Mart 2013’te Diyarbakır’da düzenlediği Nevruz Mitingi’nde okunan Öcalan mektubunda, “silah yerine siyaset ile çözüm aranması ve PKK’lı silahlı unsurların Türkiye’yi terk etmesi” istenmiştir. Cezaevinde müebbet hükümlüsü olan birinin fotoğrafları pankart olup duvarlara asılabilir, dışarısı ile bu kadar rahat ilişki kurması nasıl gerçekleşebilir, yazdığı mektup nasıl on binlerce insana meydanlarda okunabilirdi? Ancak “Barış/çözüm için” denilerek yapıldı bunlar. Peki, 2013’te elde edilen sonuç ne oldu?

Türkiye’deki PKK militanlarının üçte biri kadarı yurt dışına gönderildi ama yerlerini yeni militanlar fazlası ile aldı. Gidenler ise kısa sürede Irak’taki kamplarda eğitimlerini tamamlayarak Türkiye’ye geri dönmüş oldular. PKK yöneticilerinden Cemil Bayık, bu durumu Kasım 2013’te, “Türkiye’de nicelik ve nitelik olarak Nevruz 2013 öncesine göre daha çok PKK’lı olduğu ve çekilenlerin de bir kısmının geri döndüğü” şeklinde açıklamıştır. Çözüm Süreci’nin debdebeli günlerinde PKK’lılar böylece Türkiye’yi terk etmemiş, aksine acemi olanlar Irak’taki kamplarda hazırlanıp Türkiye’ye gönderilmişlerdir. Öcalan’ın mektubundan barış için hiçbir şey çıkmamıştır!

21 Mart 2015’te HDP’nin yine Diyarbakır’da düzenlediği ve meydanı çevreleyen duvarlarda Öcalan fotoğraflarının poster olup asıldığı Nevruz Mitingi’nde okunan Öcalan’ın mektubunda ise, “Dolmabahçe’de ilân edilen on maddelik bildiriye mutabık kalınarak, PKK’nın Türkiye’ye karşı kırk yıldır yürüttüğü silahlı mücadeleyi bitirmesi, bir kongre toplaması ve bir hakikatle yüzleşme komisyonu kurulması” hususundaki notlar yer almıştır. Buna karşılık 12 Haziran 2015’teki PKK açıklamasında, “silahlı mücadelenin bitmesine Öcalan’ın değil, PKK’nın karar vereceği” ilân edilmiştir.

Dünyanın en çok ayrıcalıklı müebbet hükümlüsü Öcalan mektupları ile bunları istemişken, taraftarları silahlı mücadeleyi bırakmamışlardır. Aksine, o dönemde hâkimiyet kurdukları pek çok ilçede uzun dönemli bir silahlı mücadele için hazırlık yapmışlardır. Buna karşılık 11 Temmuz 2015’te PKK yönetimi, “ateşkes döneminin sona erdiğini” ilân etmiştir.

Yaşanan bu tecrübelere rağmen 2019 Yerel Seçimleri öncesinde Tunceli/Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Kemal Özcan’ın Öcalan’ı İmralı adasında ziyaretine izin verilmiştir. Özcan ziyaretten sonra okuduğu Öcalan’a ait mektupla kısaca, “HDP seçmeninin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde CHP’ye oy vermek yerine tarafsız kalmasını” istemiştir. Buna karşılık HDP yöneticileri ise İstanbul seçimlerinde CHP’nin adayını desteklediklerini açıklamışlardır. CHP adayı da bu destekle ve önemli bir farkla seçimi kazanmıştır. Böylece Öcalan’ın dağdaki terör unsurları ile onların şehirdeki mazbatalı uzantıları üzerinde bağlayıcı bir etkisinin olmadığı tekraren görülmüştür.

Öyleyse PKK/HDP için “Kürt sorunu” ve bu sorun için teklif ettiği çözüm yolu nedir?

Bu sorunun cevabı, hayatî derecede önemlidir. Çünkü PKK/HDP’liler ara sıra taktik icabı ayrılık istemediklerini söylemektedirler. Yaptıklarını bu açıklamaları ile örtmeye çalışmaktadırlar. Hatırlanmalıdır ki, Öcalan’ın isteği üzerine Türkiye, Suriye, Irak ve İran Kürtlerini içine alan ortak bir çatı örgütü olarak KCK kurulmuş, PKK da bu KCK’ya bağlı sayılmıştı. Böylece başından beri PKK’lıların “dört parçalı bağımsız ve birleşik Kürdistan” için siyâsî bir yapı oluşturulmuştu. İşte bu KCK’nın emriyle HDP, 8 Ağustos 2015 ile 10 Ekim 2015 tarihleri arasında beş il merkezinde ve on bir ile bağlı yirmi bir ilçede özerklik ilân etmiştir. O tarihte Demirtaş başkanlığındaki HDP yönetimi, bu özerklik ilânlarını “demokratik bir hak saydığını” açıklamıştır. Özerklik ilân edilen il ve ilçelerde PKK’lıların hendek/barikat eylemlerini söküp atmak için başlayan çatışmalarda 800 şehit verilmiştir ve böylece “Çözüm/Açılım Süreci” denemesi de o çukurlara gömülmüştür.

Bugünü nasıl okumalı?

PKK/HDP’liler bağımsızlık ve özerklik arasında medcezirlidir. İşte eski HDP başkanlarından Ahmet Türk’ün Kürt sorunu için son açıklaması şöyledir: “‘Kürtler bir halktır; dilleri vardır, kendi bölgelerini kendileri yönetebilecek bir hakka sahip olmaları gerekir’ anlayışı ortaya çıktığı zaman bu sorun çözülür veya bir muhataptan söz edilir…”

Görüldüğü gibi bu açıklamada ortak bir vatan anlayışı olmadığı gibi, Kürtlerin kendilerine ait olan ve olmayan bölgelerinden de söz edilmektedir. Ahmet Türk ise PKK/HDP içinde güya barışçı tutumu temsil eden biriymiş gibi ara sıra haber konusu olmaktadır. Oysa Ahmet Türk’ün bu açıklamalarından barışçı bir çözüm çıkarmak muhâl görünmektedir.

CHP’li Engin Özkoç da Twitter hesabında, TBMM’nin kapalı oturumlarında HDP’li grup başkan vekilinin, “Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesini, eyalet başkanlarının TBMM’ye gelmesini, her eyaletin yer altı kaynaklarının kendisine ait olmasını, özerklik haklarını saklı tuttuklarını, Türk ve Kürt olarak iki kurucu unsurun anayasada yer almasını istediklerini” açıklamıştır. Bu isteklerin Türkiye’nin tarihî geçmişi ve mevcut siyâsî, hattâ nüfus yapısı ile uzlaştırılmasının muhâl olduğu açıktır. Çünkü çeşitli nedenlerle Kürt nüfusunun, Türkiye’nin Batı bölgesindeki büyük illere göç ettiği ve hâlen oralarda yaşamakta oldukları dikkate alındığında, Kürtler için ayrı bir bölge çizmenin mümkün olmadığı ya da ayrı bir Kürt bölgesi oluşturulduğunda Kürt nüfusunun o bölgenin dışında kalacağı açıktır.

O hâlde Kürtler için ayrı bir bölge oluşturulması ve o bölgede idarî bir özerkliğin kurulması isteği bir fantezidir. Ancak bu fantezinin arkasında 45 yıldır uğraşan bir PKK terör örgütü durur ve sömürgeci ABD’nin de bu terör örgütünü desteklediği hatırlanır ise, olayın sadece bir fantezi sınırları içinde kalmadığını teslim etmek icap etmektedir.

Kemal Paşa’nın döneminden başlayarak, “Türk’ün Türk ile aldatılması” gibi bir mirasın sahibi olan CHP’nin HDP ile Kürt sorununu çözmeye çalışması nasıl olacaktır? AK Parti yakın geçmişte HDP ile bir “Çözüm Süreci” denemesi yapmış ve Türkiye’nin faydasına hiçbir sonuç elde edememişken, CHP farklı bir sonuç elde edebilir mi?

CHP yöneticileri sıkça “SHP’nin 1989 Kürt Raporu”na atıf yaparak onunla övünmektedirler. SHP bugünkü CHP’nin 1989’daki karşılığı olarak hazırladığı bu raporunda, “özerklik” kelimesini kullanmadan bir özerklik isteğinin söz konusu olduğunu “çözüm” olarak teklif etmiştir. PKK’ya sempatisi olan seçmenlerin desteğini alıp iktidar olmaya dahi çalışmıştır. Bu raporun havası ile SHP, 1989’da PKK çevreleri ile örtülü bir işbirliği içinde girdiği yerel seçimlerde yüzde 33 oy alarak Türkiye genelinde birinci parti olmuş, büyükşehir belediye başkanlıklarının neredeyse hepsini kazanmıştır. Bu kazanmanın verdiği heyecanla SHP, 1991 Genel Seçimleri’nde de PKK çevreleri ile olan işbirliğini ileri bir aşamaya taşıyarak 17 HEP’liyi kendi listesinden aday göstermiştir.

1991 Genel Seçimleri’nde PKK-SHP ittifakı ancak yüzde 20 ile üçüncü sırada yer almıştır. Bir sonraki yerel belediye seçimlerinde ise SHP, elindeki belediyelerin tümünü kaybetmiştir.

Özetle CHP, ilk defa PKK çevreleri ile seçim ittifakı yapıyor değildir. 1989 Yerel ve 1991 Genel Seçimlerinde olduğu gibi, bu ittifakın bir geçmişi vardır. Ancak PKK o tarihte bu ölçüde bir dış desteğe sahip değildir. Daha küçük çaplı bir terör örgütüdür. Türkiye’ye karşı olan tehdidi ise bugüne göre daha küçük ebatlıdır.

CHP, “Kürt sorunu” tanımlaması ile neyi kastettiğini açıklamamıştır. CHP, Kürt sorununu çözmek için Türkiye’nin doğusunda Kürtler için ayrı bir bölgeyi nasıl kuracaktır? Anayasada kurucu unsur sayısını birden ikiye nasıl çıkaracaktır? Kürtçeyi kamu hayatına yani resmiyete hangi ölçüde, nasıl taşıyacaktır? CHP bu işleri yapmaya heveslenmişken, “Kuvay-ı Milliye” partisi olmak iddiasını da sürdürmektedir. Gerçi Aralık 1920’de Kuvay-ı Milliye gruplarını zorla tasfiye etmiş olan CHP, yüz yıldan beri “Kuvay-ı Milliye partisi olmak” iddiasını sürdürmüştür. PKK ile ittifak etmesi de bu iddiaya engel teşkil etmez. Çünkü CHP, sahip olmadığı niteliklerle övünmek gibi bir tecrübenin sahibidir.

HDP, olağan bir siyâsî parti değildir. Doğrudan PKK adına siyaset yapmaktadır ve kurulduğundan beri hiçbir zaman PKK ile ilişkisinin olmadığını iddia etmemiştir. Ya sahiplenmiş ya da sessiz kalmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nde kapatma dâvâsı görülen HDP’yi Kürt sorunu için muhatap saymak ve çözüm ortağı görmek, mahkemeye karşı doğrudan HDP’ye destek olmaktan başka bir şey değildir.

HDP demek, “PKK” demektir!