Küreselci yapının spor üzerindeki oyunları!

EuroLeague organizasyonunun gelişimi adına yapılacak her türlü çalışma, adeta Avrupa basketbolunu ahtapotun kolları gibi saran ve nefes alamaz hâle getiren organizasyonu daha da güçlendirecek ve besleyecektir. Ülke liglerinin (yerel ligleri) ve millî takım organizasyonlarının değersizleştirilmesinin önüne geçilmesi adına, mutlaka ama mutlaka EuroLeague organizasyonunun bu tekelci ve tek tipleştirici dayatmasına son verilmesi gerekiyor. Basketbolun gerçek ruhu, yerel ligler ve millî takımlarla temsil edilir. Tekelci ve tek tipleştirici ticarî organizasyonlarla değil!

EUROLEAGUE organizasyonunun gerek kuruluşundaki amaçları gerekse de süreç içerisindeki bilfiil gerçekleştirdikleriyle birlikte, çok da basketbolun doğasına uygun bir yapıda hareket ettiğinden söz edemeyeceğimizi düşünüyorum. 

EuroLeague organizasyonu ile FIBA (Uluslararası Basketbol Federasyonu) arasında son yıllarda gerçekleşen anlaşmazlıklar neticesinde, kaybedenin daha çok basketbolun ruhunun olduğunu görüyoruz. EuroLeague organizasyonları ile gerek yerel liglerin gerekse de millî takım organizasyonların sabote edildiğini ve Avrupa basketbolunda tekelleşmeye doğru gidildiğini söyleyebiliriz. Bu organizasyon, adeta NBA organizasyonunun bir kolu gibi Avrupa basketbolunu da tek tipleştirmeye doğru götürmektedir. Avrupa’da ne yerel liglerin ne de millî takımların gelişimine ve değer üretimine imkân vermeyerek, tıpkı NBA’deki gibi oyuncuları kendi ülke basketbollarına yabancılaştırmaktadır.

EuroLeague organizasyonunu, ülke basketbol federasyonlarının da sonunu getirerek, Avrupa basketboluna tek hâkim unsur olma yolunda ilerleyen bir küresel organizasyon olarak görüyorum. 

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıllarda futbolda “Avrupa Süper Ligi” gibi bir organizasyon düzenlenmeye çalışıldı ama FIFA, FIBA’dan daha sağlam bir yapıya ve kararlı bir duruşa sahip olduğu için bu organizasyona izin vermedi. Çünkü FIFA’nın akıbeti de ve futbolun akıbeti de tıpkı basketbolda olduğu gibi bu “küreselci” ve “tek tipleştirici” organizasyonun eline geçecekti! 

Netice itibariyle küreselci anlayışla yerel anlayış arasındaki çatışmanın, spora da EuroLeague-FIBA çatışmasıyla yıllar önce taşınmış olduğunu görüyoruz. Adeta basketbol, bu çatışma alanında spor branşları arasında bir laboratuar görevi üstlendi. Bu yapıya şu an için futbolda müsaade edilmiyor. Bakalım bundan sonra başta voleybol olmak üzere, diğer spor branşlarına da bu çatışma yansıtılacak mı, hep birlikte şahit olacağız.

Ancak şunu söyleyebilirim ki, EuroLeague organizasyonunun gelişimi adına yapılacak her türlü çalışma, adeta Avrupa basketbolunu ahtapotun kolları gibi saran ve nefes alamaz hâle getiren organizasyonu daha da güçlendirecek ve besleyecektir. Ülke liglerinin (yerel ligleri) ve millî takım organizasyonlarının değersizleştirilmesinin önüne geçilmesi adına, mutlaka ama mutlaka EuroLeague organizasyonunun bu tekelci ve tek tipleştirici dayatmasına son verilmesi gerekiyor. Basketbolun gerçek ruhu, yerel ligler ve millî takımlarla temsil edilir. Tekelci ve tek tipleştirici ticarî organizasyonlarla değil!




Dünyada spor branşları arasında ilk kez basketbolu adeta bir labaratuar olarak kullanan küreselci yapının, diğer bütün spor branşlarında da benzer uygulamaya giderek ve spor üzerinden de amaçlarını gerçekleştirme yolunda ilerleyeceğini öngörmek güç olmasa gerek…


“Euroleague Organizasyonu” aslında nedir?

Avrupa basketbolunda son yıllarda ciddi bir kaos ortamından söz edebiliriz. Bu kaos ortamının yaşatılmasının birinci sorumlusu ise hiç kuşkusuz EuroLeague Ticari Varlıkları (ECA)’dır! ECA’ya bağlı olan EuroLeague ve EuroCup’ın ticarî anlayışı önceleyen ve “kapalı lig” organizasyonları olmalarından dolayı ülkelerin yerel lig organizasyonlarını, Avrupa basketbolunda kulüp takımları arasındaki rekabetin adil bir şekilde gerçekleşmesini ve millî takım organizasyonlarının en iyi şekilde yapılmasına büyük engeller çıkarttığını görüyoruz. Özellikle millî takım pencerelerinin en iyi şekilde gerçekleşmesini baltalayıcı bir şekilde EL müsabaka takvimlerinde değişikliğe bilerek gitmemelerinden dolayı da, Avrupa basketbolunda son yıllarda ciddi bir kaos yaşanıyor. Tekrar belirtmekte fayda var ki, bu kaosun birinci derecede sorumlusu ECA’dır.

ECA, açılımından da anlaşılacağı gibi bir ticarî organizasyondur. Amerika’daki NBA’i taklit etmeye çalışan ama Avrupa’nın basketbol kültürüyle ve coğrafî yapısıyla uyum içerisinde olmayan bir taklitçiliğin ürünü olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. ECA’nın düzenlediği lig organizasyonlarının Avrupa basketboluna dayattığı tekelci ve tek tipleştirici anlayışın, küreselci anlayışın spordaki uzantısı olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle de Avrupa’da millî takım organizasyonlarını adeta bitirme noktasına kadar giden bir dayatmayla da karşı karşıyayız.

ECA’nın ahtapotun kolları gibi Avrupa basketbolunu sarmaya başlaması ve adeta nefessiz bırakma aşamasına gelmesinde hiç kuşkusuz FIBA’nın da büyük hataları olduğundan söz edebiliriz. 

Bu hataların en başında FIBA’nın millî takım organizasyonlarını üstlenirken, ECA’nın da Avrupa’da kulüpler düzeyinde EL ve EuroCup’ı düzenlemesi konusunda bir nevi görev dağılımı yapması geliyor. 

FIBA, ECA’nın ne ölçüde bu görev dağılımına uygun şekilde davranacağını kestirememesi, Avrupa basketbolunun ruhunu, ticarî kaygıları ön plana koyan pragmatist ve oportünist bir organizasyonun insafına bırakmakla eş değer olduğunu görmeleri gerekirdi.

Bu da FIBA’nın açık bir şekilde büyük bir yanlışa imza attığını göstermektedir. FIBA, yaptığı bu hatanın sonucunda oluşan olumsuzluklarla mücadele etmek zorunda kaldı. 

FIBA eğer geçtiğimiz yıllarda futbolda da hortlayan benzer şekildeki kapalı lig uygulaması olan “Avrupa Süper Ligi”nin kurulması sonrasında yaşanabilecek tehlikelere karşı FIFA’nın vermiş olduğu reaksiyonu ECA’ya vermiş olsaydı, şimdilerde yaşadığımız olumsuzlukları da Avrupa basketbolunda yaşamıyor olurduk.  

FIFA, tıpkı EL’de olduğu “Avrupa Süper Ligi”nin de formülünün ABD’dede yazıldığını gördü ve net bir şekilde bu ticarî organizasyona tepkisini gösterdi. FIBA ise maalesef EL’nin formülünün nerede ve kimler tarafından yazıldığını göremedi! Bu tehlikeyi göremeyen ve vaktinde önlem alamayan FIBA’nın içerisinde de ciddi bir düşünce ayrılığının olabileceğinin akıllara getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

FIBA ve ECA arasında yapılan anlaşmaya göre millî takım pencereleri 2014’te duyurulmuş ve EuroLeague’de oynanacak maçların takvimi de buna uyumlu bir şekilde düzenlenmesi planlanmıştı. 

Ancak, EL maç takvimleri hazırlanırken millî takım pencereleri gözetilerek değil, tam tersi millî takım pencereleriyle çakışan ucube bir EL maç takvimi hazırlandığına şahit olduk. Bundan da en büyük zararı millî takım organizasyonları gördü ve görmeye de devam ediyor. 

ECA’nın önerisi ya da daha doğru başka bir şekilde ifade edersek dayatması ise şu şekilde oldu: Millî takım pencerelerini sezon başı ya da sonuna çekin, biz de EL ve EuroCup maçlarını oynatalım… 

Bunun anlamı: En çok ilginin ve izlenmenin gerçekleştirildiği tarihlerde ECA olarak EL ve EuroCup organizasyonlarını yapalım, FIBA ise adeta ilginin en az olduğu ölü dönemlerde, oyuncuların da henüz form tutmadığı ve hazır olmadığı süreçlerde millî takım organizasyonlarını düzenlesin… 

Kısacası ECA, FIBA ile hem alay edercesine bir talepte bulunuyor hem daha önce yapılan anlaşmadaki şartlara uymuyor hem de aslında ortak bir zeminde anlaşmaya imkân vermeyecek şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan taleplerde bulunuyor.

Bu yaşanan anlaşmazlıklardan kaynaklı olarak FIBA ile ECA arasındaki mahkeme süreci Avrupa Komisyonu’na taşınmış durumda. Her iki tarafın da birbirine açtığı davalar var. Bu süreçte yaşanan en önemli gelişmelerden biri ise ULEB (Avrupa Basketbol Ligleri Birliği)’in, EL’den ayrılması ve FIBA’nın tarafına geçerek dava sürecine katılması oldu.

Sonraki süreçlerde FIBA ve ECA arasında yaşanan anlaşmazlıklardan sonra bazı gelişmeler de yaşandı. Bunlardan birisi de EuroCup takımlarının BCL (Basketbol Şampiyonlar Ligi)’yi tercih etmeye başlaması oldu. ECA’nın organizasyonu içerisinde yer alan EL ve EuroCup’ın kapalı lig olması, Avrupa basketbolunda tekel kurma anlayışına sahip olması, tektipleştirici ve yerel organizasyonların aleyhinde olmasının yanında; BCL’nin ise kulüp takımlarını sportif değere göre alıyor olması, ödeme sisteminin açık ve şeffaf olması ve basketbolun tekelleşmesine ve ruhuna zarar verilmesine imkân vermiyor olmasıyla da tercih edilmeye başlandığını görüyoruz. BCL’nin Avrupa basketbolunun iyiliğini ve gelişimini önceliyor olması, EL ve EuroCup’ın millî takım organizasyonlarını baltalayıcı anlayışına göre daha doğru bir organizasyon olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

BCL’deki maç takviminin millî takım pencerelerine göre hazırlanmasının yanında, özellikle EL’nin millî takım pencerelerine denk gelecek şekilde takvim belirlemesinden de anlaşılacağı gibi hangi lig organizasyonunun Avrupa basketbolunun iyiliğine hareket ettiğini görmek de zor olmasa gerek.

FIBA bir basketbol kurumu olarak Avrupa basketbolunun daha iyi olması ve gelişini düşünürken, ECA ise bir şirket olarak basketbolun ruhuna uygun hareket etmediğini ve uzun vadede Avrupa basketbolu diye bir şeyin kalmayacağı yönünde hareket ettiklerini görmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

ECA gibi ticarî bir organizasyondan sporu veya sporcuyu düşünmesini beklemenin ne derece doğru olduğunu, basketbolseverler olarak bizlerin artık ciddi ciddi tartışmamız gerekiyor! 

ECA’nın NBA özentisi şeklindeki EL ve EuroCup lig organizasyonlarının, Avrupa basketboluna neler kazandırdığı ve neler kaybettirdiği konusunda yapılacak detaylı bir araştırmasının sonucunda, hiç kuşkusuz en önemli kaybın, Avrupa basketbolunun kendine ait değerlerinin ve ruhunun kaybolmaya başladığı yönünde olacaktır.

San Jorge Üniversitesi önde gelen akademisyenlerinden ve İspanyol Spor Hukuku Derneği Başkanı olan Profesör Javier Rodriguez Ten’in “Euroleague’in yapısı” ile 2018 yılında sarf ettiğicümlelerde konu ile ilgili çok önemli bilgiler vermektedir: “EuroLeague, görsel-işitsel hakların pazarlanması ve sponsorluklar konusunda kendilerini egemen konuma getirerek sürekli bir pazar payını garanti eden ve bu ayrıcalıklı gruba katılım kısıtlı olduğundan küçük kulüplerin girişimlerine, yerel şampiyonalara ve şimdi de yerel turnuvalara zarar veren, sektördeki büyük şirketlerin (büyük kulüpler) bir birliği değil midir?”




Umarım ülke basketbolumuzda öncelikler hiyerarşisinde ilk sırada “A Millî” takımlarımızın gelmesi gerektiğini bilen ve ona göre hareket eden paydaşların sayısı artar. Ülke basketbolumuzun gerçek anlamda layık olduğu yere gelmesi için düşüncelerimizin ve bakış açılarımızın millî takımlar merkezli olması gerektiğine inanıyorum…


Madde madde EuroLeague gerçekleri

1) EuroLeague, özellikle basketbolda millî takım pencerelerinin en iyi şekilde düzenlenmesi ve oyuncuların kendi ülke millî takımlarında yer almaları adına yapılması gereken lig takvimindeki düzenlemeleri sabote eder şekilde aynı tarihlerde düzenleme cüreti göstererek Avrupa basketbolunda hem çift başlılığa sebep oldu hem de iş birliği yapmayı kabul etmedi. Oysa FIBA takviminin kesin tarihleri yıllar önce ilan edilmişti ve dünya çapında bütün basketbol organizasyonları da bu takvime göre kendi takvimlerini ayarlamışlardı. Bir ülke basketbolunun birinci derece temsil noktası olan millî takımların, ECA gibi ticarî bir kurum tarafından değersizleştirilmesi ise kabul edilebilir bir durum olmasa gerek. ECA, EL’deki lig takvimini ayarlarken millî takımlar ile oyuncuların maaşlarını ödeyen kulüpleri karşı karşıya getirme yoluna giderek Avrupa basketbolunu büyük kaosun içine sürüklemiştir. 

2) EuroLeague, kulüpleri A ve B kategorisi şeklinde sınıflandırarak, Avrupa basketbolunda adil bir rekabeti ortadan kaldırmaya doğru giden ötekileştirici bir uygulamaya imza atmıştır. Bu tür sınıfsal ve ayrıştırıcı uygulamalar ile A Lisanslı kulüpler ve B Lisanslı kulüpler şeklinde kulüpler arasında sınıfsal bir ayrışmaya yol açılmış olup, ülkelerin yerel ligleri de, yerel liglerde elde edilen başarılar da değersizleştirilerek Avrupa basketbolundan izole edilmiş bir kapalı lig organizasyonu hayata geçirilmiştir.

3) EuroLeague, Avrupa basketbolunun genetiğinden uzak ve Avrupa basketboluna yabancılaşmış ticarî bir organizasyondur. Bu ticarî organizasyonun en önemli gücü ise hiç kuşkusuz birkaç kulübün ticarî çıkarlarıdır. Bu kulüplerin çoğu da bu organizasyon içerisinde adeta demirbaş gibi yer almakta ve kendi ayrıcalıklarını sonuna kadar da yaşamaktadırlar.

4) EuroLeague, millî takım organizasyonlarını baltalayıcı ve itibarsızlaştırıcı bir yönde hareket etmektedir. Bu da gösteriyor ki EL, beslendiği kaynak olan Avrupa basketbolunun da gelişimini önemsememektedir. Kendi ticarî organizasyonu, Avrupa basketbolu üzerinde çeşitli paydaşlarla birlikte (kulüpler, aracılar, ticarî organizasyonlar vs.) tekel kurmayı amaçlamakta, başka bir organizasyonun yaşamasına ve gelişmesine imkân vermeyeceğini göstermektedir. Oysa yapılan birçok araştırma, millî takım organizasyonlarının hangi spor dalı olursa olsun en çok ilgi çeken ve en çok değer gören organizasyonlar olduğunu göstermektedir. Bunu çok iyi gören ECA ise, kendi ticarî gelişimine rakip olan organizasyonları değersizleştirerek o alanları da kendi organizasyonları ile doldurmanın yollarını aramakta olduğunu uygulamalarıyla göstermektedir. EL müsabaka takvimi ile millî takım pencerelerinin oynandığı tarihlerin birbirine denk gelmesinin başka bir izahının olduğu da düşünülemez!

5) EuroLeague, nedense bir türlü değiştirmeye yanaşmadığı (ilk aşamada millî takım pencerelerine göre lig takvimini hazırlayacaklarını beyan etmelerine karşın) lig takviminden kaynaklı olarak, kulüpler ile ülke federasyonlarını millî takımlara oyuncu vermeme konusunda karşı karşıya getirerek büyük bir nifak tohumu ekmiştir. Kulüp yöneticilerinden, antrenörlerinden, oyuncularından tutun da taraftarlara kadar, ülkelerin basketbol paydaşları arasında millî takımlara olan bakış açısında olumsuz anlamda algı yaratılmasına sebep olmuşlardır. Ülke basketbolundaki öncelikler hiyerarşisinde millî takımların birinci derecedeki önem sırasını sarsmaya dönük faaliyetler içerisinde olduklarını görüyoruz. Bunun da doğal olarak ülke federasyonlarının, yerel liglerin ve millî takımların itibarsızlaştırılma sürecinin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. EuroLeague organizasyonunun ilerleyen süreçlerdeki asıl amacının, Avrupa basketbolunda tekelleşmeye doğru gitmek olduğunu anlamak zor olmasa gerek!




6) San Jorge Üniversitesi önde gelen akademisyenlerinden ve İspanyol Spor Hukuku Derneği Başkanı olan Profesör Javier Rodriguez Ten’in 2018 yılında yaptığı açıklamaların, bu süreçte almamız gereken kararların ne olması yönünde ufuk açıcı yönde olduğunu söylemeliyiz. Profesör Javier Rodriguez Ten’in Euroleague hakkındaki düşüncelerinin, ülkemizdeki basketbolseverlerin de EuroLeague hakkındaki düşüncelerini gözden geçirmeye sevk edeceğinden eminim: “NBA’yi taklit etmeyi ve Avrupa’da kapalı bir basketbol ligi kurmayı hedefliyor. Bu hareket, ‘Elit ligler, üniversite şampiyonaları ve geri kalan diğer organizasyonlar arasında tam bir kopma olan ve Amerikan modeli ile hiçbir ilgisi olmayan bir bölgede, ulusal, amatör ve taban seviyede spor için bir felaket olacağı’ sonucunu ortaya çıkarıyor. Euroleague, sportif amaçlar yerine ticarî amaçla faaliyet gösteren özel bir şirket ve öncelikli olarak küçük bir grup elit kulübün menfaati için varlığını sürdürmekte olup, bu ligi devam ettirmek ve elit niteliklerini gizlemek için başka kulüpleri de bu turnuvaya katılmaya davet ediyor.”

7) Euroleague ile FIBA arasında yaşanan anlaşmazlıklar, uzun süreden beri hukukî anlamda karşılıklı davaların açılmasıyla da devam ettiğini görüyoruz. Hukukî alana da yansıyan mücadelenin ilk kazananının FIBA olduğunu da ifade etmeliyiz. 2004 yılında FIBA Avrupa ve kısa adı ULEB olan Avrupa Basketbol Ligler Birliği arasında kıtanın kulüpler düzeyindeki turnuvalarının organizasyonu ve yönetimiyle ilgili bir ticaret anlaşması imzalanmıştı. EuroLeague, 2010 tarihinden bu yana ULEB’in FIBA Europe’a ödeyeceği yıllık 400 bin Euro’luk ücreti ödeme sorumluluğunu üzerine almıştı. Ancak, EuroLeague, 2012 yılında FIBA’nın 2017’den itibaren uygulayacağı takvim değişikliği nedeniyle mevcut olan anlaşmayı tek taraflı olarak fesih etmişti. Bunun üzerine karşı tarafa dava açan FIBA Avrupa, Lüksemburg Ticaret Mahkemesi’nde yaklaşık 5 yıl süren davayı kazanmış ve sonucunda da 900 bin Euro artı faizlik tazminat ödemesi karara bağlanmıştı.

Dünyada spor branşları arasında ilk kez basketbolu adeta bir labaratuar olarak kullanan küreselci yapının, diğer bütün spor branşlarında da benzer uygulamaya giderek ve spor üzerinden de amaçlarını gerçekleştirme yolunda ilerleyeceğini öngörmek güç olmasa gerek…

Umarım ülke basketbolumuzda öncelikler hiyerarşisinde ilk sırada “A Millî” takımlarımızın gelmesi gerektiğini bilen ve ona göre hareket eden paydaşların sayısı artar. Ülke basketbolumuzun gerçek anlamda layık olduğu yere gelmesi için düşüncelerimizin ve bakış açılarımızın millî takımlar merkezli olması gerektiğine inanıyorum…