Küresel tehditler, gıda güvenliği ve beslenme alışkanlıklarımız

Virüsle ilgili gündemi takip etmek için ya ekran başına geçiyoruz ya da sosyal medyayı takip ediyoruz. Giderek artan veriler sonucunda kaygı yaşıyor, depresyon ve strese giriyoruz. Ertesi gün işe gitmeme rahatlığıyla geç uyuyor, daha fazla yiyecek tüketiyoruz. Odağımızda ise mini bir markete çevirdiğimiz buzdolapları oluyor.

TÜM dünyayı etkisi altına alan ölümcül Koronavirüs salgını, habercilerin başka gündemi ele almasına ne yazık ki imkân tanımıyor!

Hem nasıl versin ki? Tehlikede olan sadece sağlığımız değil, ekonomik ve sosyal dengedeki belirsizlik ve kayıplar, gelecekle ilgili kuşkuları da beraberinde getiriyor.

Başta karantina olmak üzere, sokağa çıkma süreleri ile alan daraltmalarını içeren radikal önlemler paniklememize yol açarken, sağlanan ekonomik destek paketleri ile her gün geliştirilmekte olan tıbbî yöntemlere dayalı sonuçlar ve uzun soluklu tedavi süreçleri ise umudumuzu arttırmakta.

Global önlemlerin yanında sosyal medyanın tesiriyle viral hâline gelen bireysel çözümlemeler, beraberinde başka tehlikeleri de getiriyor.

Sokağa çıkma yasağı söylentileri, panikleyen piyasalarda dalga boyutunu arttırmakta, bu da “stokçuluk” dediğimiz kontrolsüz tüketime yol açmakta.

Bilinçsizce yapılan alışverişler arz-talep dengesini değiştirirken etiketlerin değişmesine, ihtiyaç fazlası ürünlerin bozulmasına, bir başkasının o ürüne ulaşmasına engel teşkil ediyor.

“Evde kal!” mottosuyla evlerinde zorunlu inzivâya çekilenlerin bir kısmı gerekli tedbirleri aldıktan sonra duâ ve tevekkül zırhıyla kitap okuyup tefekkürde bulunurken, ekser kısmı sosyal medyada sörf yapmakta, en verimli zaman dilimini ise televizyon başında geçirmekte.

Kontrol edilemeyen her türlü bilgi, belge, ses dosyası ve videolar zihinsel yorgunluğa ve bilgi kirliliğine neden olurken, bundan payını alanlar, tedirginliklerini teskin edemedikleri için paniklemekte, dolayısıyla açlık ve tüketim hissine kapılmakta...

Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya genelinde 2 milyar insan yeterli miktarda gıdaya ulaşamıyor. Bu rakamın yaklaşık 200 milyonu maalesef çocuk…

Gıda ulaşımında yaşanan bahse konu güçlüklerden dolayı her yıl yaklaşık 3 milyon çocuk, daha yolun başında yaşam savaşını kaybediyor.

Gıdaya ulaşım problemi

Bir yandan açlık sınırı altında bulunanlar varken, diğer yandan sayıları 600 milyonu aşan obezite hastalarının fazla kilodan kaynaklı sağlık sorunlarıyla mücadelesi konuşuluyor.

“Obezitenin vatanı neresi?” sorusuna hiç düşünmeden, “Gelişmiş ülkeler” diyebiliriz. Gıdaya ulaşımda sorun yaşayanlar ise gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde görülmektedir.

Bu bağlamda, bizi üzecek bir tahmini paylaşmak isteriz: İnsanlığı gelecekte bugünkünden çok daha büyük sorunlar bekliyor. Bunun en başında da “tarım sektörü” geliyor!

Kim ne derse desin, Dünya, ilk günkü bâkirliğini korumuyor. İklimsel değişikliklerin yanı sıra hızla artan nüfusa bağlı olarak verimli arazilerin yapılaşmaya açılması, tarım alanlarının gün geçtikçe azalmasına sebebiyet vermiştir.

Bu sonuç, devletleri ve uluslararası kuruluşları, hâliyle farklı önlem almaları için teyakkuza geçiriyor.

Alınan önlemler mahallî düzeyde soruna katkı sunarken, bahsi geçen diğer bölgelerdeki problemler ise değişikliğe yol açmadığı gibi artarak devam ediyor.

İnsanlık tarihinin başladığı zaman diliminden beridir tarım ve hayvancılık, her alandaki gelişmenin ve ilerlemenin önemli parametreleri olarak dikkat çekiyor.

Giderek genişleyen şehirler, artan nüfus ve yaşanan sanayi devrimleri, stratejik bir konuma erişen tarım alanlarının rekabet boyutunu ve işlevini de değiştirmiş oldu. İlk akla gelen, hiç şüphesiz akıllı yaşam alanları, akıllı cep telefonları ve buna paralel akıllı tarım uygulamaları…

Üretim arttıran ve iş gücünden tasarruf sağlayan yöntemle beslenme için “daha az çaba” sarf etmeye başladık. Bu da nüfusu artan ülkelerin “beslenme” başlığındaki sorunlara eğilmesine ve çözüm üretmesine sebep oldu.

Birbirleriyle rekabet içinde olan devletler, jeopolitik ve stratejik konumları ile askerî ve ekonomik güçlerini dengelerken, gıdanın ulusal güvenlik meselesi hâline gelmesi, toplumların sağlığı üzerinde yeni güvenlik yaklaşımlarını da beraberinde getirdi.

“Kovid-19” olarak adlandırılan son örnek, gıda güvenliği dışında daha birçok alanda beliren AR-GE çalışmalarını ve küresel bir değişimi de tetikleyecek gibi duruyor.

Kendi kendine yeten ülkeler

Yeraltı zenginliklerini bir kenara bırakacak olursak, verimli toprak büyüklüğü ve nüfus yoğunluğu bakımından tarımsal üretimde lider konumda bulunan başta ABD, Çin, Rusya, Türkiye ve Avrupa Birliği’ne bağlı ülkeler, gıda güvenliği konusunda tavizsiz ilerlemekteler ve aldıkları farklı ve etkili önlemler, onları sahanın en önemli aktörleri yaptı.

Tarım üretiminde artan verimlilik ve otomasyon gıda ürünlerinin eskiye oranla çoğalmasını sağlarken, devam eden savaşlar, göç hareketleri, düzensiz yapılaşma ve hakeza iklim değişikliğine bağlı kuraklıklar ve salgınlar, gıda güvenliğini ön plâna çıkarmaktadır.

Ülkemizdeki verimli tarım alanlarının korunması, genişletilerek millî ve yerli tohum bankalarının oluşturulması, akıllı tarım uygulamalarına geçilmesi ve gıda ürünlerinde tasarruf tedbirlerinin uygulanması bunlardan bazılarıdır.

Virüsün bulaşma hızı

2019 yılı Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinden yayılmaya başlayan ölümcül virüs, küresel tedarik zincirlerini de paramparça etti.

Işık hızı, ses hızı derken şimdilerde virüsün bulaşma hızından bahseder olduk.

Devletleri çâresiz bırakan Kovid-19 virüsü, başta finans olmak üzere sağlık, eğitim, imâlât, ulaşım, lojistik, turizm ve tarım gibi birçok sektörü derinden etkiledi ki buna devam edecek gibi görünüyor.

Üretimin durma noktasına gelmesi, piyasaya sürülen ürünlerin azalmasına, dolayısıyla da artan talepleri dizginlemek adına tüketicilere yönelik kısıtlama getirilmesine ve ticaretin zayıflamasına neden oldu.

Bir yandan salgınla mücadele eden devletler, diğer yandan tedarik zincirinde yaşanan ve bir türlü durdurulamayan kırılmanın önüne geçmek amacıyla, içinde merkez bankalarının faiz indirimlerini de barındıran ekonomik paketleri devreye sokmak için uğraş veriyorlar.

Virüs nedeniyle hammadde ve işgücü kaybı yaşayan fabrikaların üretim yapamaz hâle gelmeleri ve alınan karantina kararlarının doğal sonucunda, temel tüketim ürünlerinin stoklanması karşısında panikleyen ve tedarik zincirinden yoksun firmalar, fiyatlarda değişikliğe gitmek zorunda kaldılar.

Akıllı tarım uygulamalarında, diğer ülkelere kıyasla çölde kurduğu teknoloji yoğun büyük kooperatif tarım çiftlikleriyle kendi kendine yeterli bir ülke hâline gelen İsrail hâriç, küresel ticaretle birbirlerine akrabalık derecesinde bağlı olan ülkelerin bu alanda henüz başarılı bir sonuç aldıkları söylenemez.

Kriz yaşayan lojistik sektörünün sahadaki eksikliği, ürünlerin sağlıksız koşullarda, son tüketiciye ulaştırılması esnasında yaşanması muhtemel riskleri de barındırıyor.

Her ne olursa olsun, pandemiyle mücadele ederken bilinçli tüketim konusunda eylem plânları devreye sokulmalıdır. Hijyenle birlikte artan su ihtiyacını da göz önüne aldığımızda, önümüzdeki günlerin hiç de kolay geçmeyeceği öngörülebilir.

Kovid-19 salgının bir de iyi tarafı var ki, toplumun silkelenmesine, kendine gelmesine katkı sundu. İnsan tarafından hırpalanan doğa ve hayvanlar kendine geldi. Gelecekte yaşanacak olası krizlere karşı daha dayanaklı ulaşım ağlarının kurulmasına imkân sağladı.

Gelelim ülkemize…

Gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye henüz gıda güvenliği politikalarında istenen seviyede değil. Bunu biz söylemiyoruz! Küresel Gıda Güvenliği Endeksi’ne bakıldığında ülkemizin, 113 ülke arasında 41’inci sırada yer bulduğu görülüyor.

Verimli gıda üretimi, fiyat dengesi ve kalitesi açısından diğer ülkelerden bâriz şekilde ayrışan Türkiye, tarımsal üretimin istikrarlı, plânlı ve daha güvenilir hâle getirilmesi için besin zincirinin denetlenmesinin yanında sağlıklı ve plânlı üretimi teşvik eden gıda güvenliğini bir an önce hayata geçirmelidir.

Tarım sektörüne finansal destek verme açısından dünya ülkeleri arasında yaklaşık 60 milyar dolarlık üretim kapasitesiyle dünyanın en büyük 10’uncu tarım ülkesi konumunda bulunan Türkiye’nin, krizleri fırsata çevirerek gıda güvenliğinde sağlıklı ve uzun soluklu politikalar geliştirmesi, akıllı tarım uygulamalarını ve AR-GE çalışmalarını arttırması son derece mühimdir.

Yaşlısıyla, 20 yaş altı genciyle yaklaşık 25 gündür, korunmak amacıyla sokakla ilişkimizi kesmiş yahut azaltmış durumdayız. Peki, evdeyken bağışıklık sistemini güçlendirmek için hangi besinleri almalıyız?

Özellikle sosyal medya üzerinden paylaşılanların aksine, uzmanlar, “Hiçbir besine anlam yüklemeyin!” diyerek ikazda bulunuyorlar.

Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Murat Baş, herhangi bir virüse ya da bakteriye karşı etki gösteren ve onları ortadan kaldıran “süper besin” nitelikli hiçbir yiyeceğin bulunmadığını, bağışıklık sisteminin beslenme ve bağırsak sağlığıyla ilişkili olduğunu iddia ediyor.

Bağışıklık sistemimizin zayıflamasının nedenleri arasında sürekli oturma, egzersiz yapmama, yüksek yağlı ve şekerli, düşük lifli, sebze ve meyvelerden fakir “Batı tarzı beslenme” (fast food) kültürünün yer aldığını belirten Baş, stres, kaygı ve depresyon gibi duygusal bozulmaların ortaya çıkmasının da bağışıklığın çökmesine neden olduğunu söylüyor.

Tek bir besin yiyerek hiçbir şeyin çözülemeyeceğini vurgulayan Baş, olaya bütüncül bakılması gerektiğinin altını çizerek tavsiyelerde bulunuyor:

“Tabağımızın yarısı rengârenk, çiğ ve pişmiş farklı sebzeler ve meyvelerden, dörtte birlik kısmı kırmızı etin az, tavuk ve hindi gibi kümes hayvanı etleri ile zengin protein kaynağı balıktan oluşmalı. Ayrıca nohut, kuru fasulye gibi baklagiller, ceviz, fındık, badem gibi sert kabuklu yemişler, ay ve kabak çekirdeği gibi yağlı tohumlar ile yumurta… Tabağın diğer kısmı, kepeği ayrılmamış tam taneli tahıl grubundan oluşmalı.”

Kaygı, depresyon ve stres, fazla yemeğe teşvik ediyor

Virüsle ilgili gündemi takip etmek için ya ekran başına geçiyoruz ya da sosyal medyayı takip ediyoruz. Giderek artan veriler sonucunda kaygı yaşıyor, depresyon ve strese giriyoruz. Ertesi gün işe gitmeme rahatlığıyla geç uyuyor, daha fazla yiyecek tüketiyoruz. Odağımızda ise mini bir markete çevirdiğimiz buzdolapları oluyor.

Bunun yerine, bağışıklık sistemimize katkı sunacak bir eylem yapalım ve evin içinde bir iki tur atalım, uygun bir yere monte edilecek potaya zıplayalım. Farklı aktivitelerle, zengin Türk mutfak kültürünün vazgeçilmezleri arasında yer alan yemeklerden uzaklaşalım, sağlığımıza kavuşalım.