İLK insandan günümüze kadar bütün insanlığın yeryüzünde gerçekleştirmekle
sorumlu olduğu temel değer “ahlâk”tır. İnsanî durumun ahlâkî duruma
dönüştürülmesi için bütün insanlığın yoğun bir çaba içinde olması
gerekmektedir. İnsanlık, ahlâkî durumu gerçekleştirmediği hâllerde ekonomi,
siyaset, din, maneviyat, felsefe, bilim, uluslararası ilişkiler, eğitim,
ticaret ve sosyal ilişkiler alanında büyük yozlaşma ve çürüme yaşamıştır.
İnsanı insan yapan temel değer ahlâktır. İnsanı insan olmaktan çıkaran temel
durumun da ahlâksızlık olduğunu söyleyebiliriz.
Tarih boyunca “insanın insanı istismar etmesi ve
kullanması” dediğimiz büyük kötülük hep işlenmiştir. İşlenen bu kötülük, “İnsan
insanın kurdudur” şeklinde ifade edilmektedir. İnsanı insanın kurdu yapan
kötülüğün kaynağı ahlâksızlıktır. Ahlâksız insan, diğer insanın kurdudur. Ahlâkın
yokluğu hâlinde bireysel ve toplumsal ilişkiler, siyaset, uluslararası
ilişkiler, ticaret, ekonomi ve din, birer vahşet ve sömürü alanına dönüşmektedir.
Modern küresel sistemin medeniyet yerine vahşet ve barbarlık üretmesinin
nedeni, ahlâktan yoksun oluşudur.
Dünyada büyük bir ahlâk krizi yaşanmaktadır. Uluslararası
ilişkileri ve siyaseti sonu gelmeyen sınırsız bir iktidar mücadelesine
indirgeyen cahilî anlayış, dünyada ölüm ve vahşet bataklığını
derinleştirmektedir. Küçük bir grup insanın yeme, içme, makam, mevki, zevk, güç
ve refahlarının tatmini için yeryüzü ateşe verilmekte ve insanlığın büyük
bölümü açlığa, sefalete, cehalete ve yokluğa mahkûm edilmektedir.
Hayatı güdülerin ve gücün tatmin çabası olarak anlayan ve
uygulayan modern cahiliye, tarihte olduğu gibi günümüzde de büyük insanî felâketlere
yol açmaktadır. Örneğin sömürgeci küresel sistemin en büyük aktörü olan
Amerika’nın yeni Başkanı Trump, Suudi Arabistan’a yaptığı ilk ziyarette Suud
yönetimiyle 380 milyar dolarlık silah satma antlaşması imzalamıştır. Ortadoğu
coğrafyasını ateşe vermek ve yıkmak için yapılan bu antlaşma, küresel sistemin ahlâk
ve barış üzerine değil, vahşet ve barbarlık üzerine inşa edildiğini
göstermektedir. Ahlâkın ortadan kaldırılmasının en önemli sonucu, yaşamanın bir
rezalete dönüştürülmesidir. “Yaşama
rezaleti” dediğimiz çürüme hâli, ahlâkın yokluğu sonucu ortaya çıkan bir
yıkım hâlidir.
Yaşamı erdemli bir tecrübeye dönüştüren temel değer ahlâktır.
“Yaşama sevinci ve erdemi” dediğimiz insanî durum, ahlâkî olarak nitelenen
duygu, düşünce ve davranışların insan hayatının kendisi hâline gelmesini ifade
etmektedir. Ahlâk ve yaşama erdemi, birbirinden ayrılmaz ve koparılmaz
olgulardır. Yaşama kültürünü doğuran temel olgu ahlâk olduğu gibi, ölüm
kültürünü doğuran ve besleyen temel durum da ahlâksızlıktır.
Ahlâk hakkında çok yaygın bir yanlış anlayış vardır. Çoğu
zaman ahlâk, durağan, donuk ve değişmez “Yap”
ve “Yapma” şeklindeki emir fiilleri
olarak anlaşılmaktadır. Ahlâk, donuk ve durağan bir tecrübe değildir. Ahlâkı
bozan, yozlaştıran ve çürüten en temel faktör, onun durağan ve donuk olarak
anlaşılması ve uygulanmasıdır. Ahlâk, sürekli yenilenen ve insanı yenileyen bir
tecrübedir. Ahlâk ve insan karşılıklı olarak birbirini yenilemediği için “yaşama
rezaleti” dediğimiz çürüme ve yozlaşma durumu karşımıza çıkmaktadır.
Ahlâkın, dinamik ve yenilenen bir tecrübe olarak insan yaşamı hâline gelmesi
gerekmektedir. Başka bir ifade ile ahlâkî hayat, sahici anlamda hayat, yani
canlı olmalıdır. İnsan, ahlâkı canlı ve dinamik olarak yaşamalıdır. Ahlâk canlı
hayat olarak yaşanmadığı sürece, onun yaşama erdemi ve sevinci üretmesi mümkün
değildir. Allah, hayatımızı ve ahlâkımızı sürekli olarak yenilememizi
buyurmaktadır. Kur’an, “bir kavim kendini değiştirmediği sürece, Allah’ın
onların durumunu değiştirmeyeceğini” (Ra’d, 11) insanlığa bildirmektedir.
İnsanlığın değiştirmesi ve yenilemesi gereken şey, ahlâkî
hayatıdır
Cahiliye ve şirk, ahlâkî hayatı donduran ve değiştirmeyen
sapkınlıklardır. Fıtrat ve tevhit, ahlâkın, insanın yaratılış amacına uygun bir
şekilde yenilenmesini, tazelenmesini ve gelişmesini esas alan sahih anlayıştır.
Ahlâkî yenilenme ve tazelenme, hayatın bütün alanlarını
kapsayan bir tecrübedir. İnsan için en büyük meydan okuma, kişinin ahlâkî
olarak kendini yenilemesi ve değiştirmesidir. Kişinin bâtıl, şirk, sapkınlık ve
cahiliyenin farkına vararak, cahilî sapkınlıklara düşmeden, tevhit ve ubudiyyet
çerçevesinde bireysel düzeyde kendisini tazelemesi ve yenilemesi gerekmektedir.
Bireysel yenileme olmadan kişinin çevresine katkı sunması mümkün değildir.
Yenilenen insan, ailesinin ve toplumunun yenilenmesine büyük katkı yapabilecek
güce sahip olur. Birey, aile ve toplumun, kendisini ahlâkî olarak sürekli bir
şekilde yeniledikçe ve geliştirdikçe ekonomi, siyaset, ticaret, hukuk, diplomasi,
eğitim, sivil toplum, üniversite, piyasa, kültür, bilim ve sanat alanlarında ahlâkî
yönde bir işleyiş ve işlevselliğin kazandırılması mümkündür.
Birey, aile ve toplum düzeyinde ahlâkî yenilenme gerçekleştiği sürece “medeniyet” dediğimiz insanlık durumu meydana gelmektedir. Medeniyeti inşa eden, yaşatan ve geliştiren dinamik kaynaksa ahlâktır.
Modern dünyada bireysel çöküşten, ailenin çöküşünden ve
toplumun çöküşünden sürekli olarak söz edilmektedir. Günümüzün insanlık durumu “kriz”
veya “çöküş” kavramlarıyla ifade edilmektedir. Tarihte eşine ve benzerine
rastlanmayan baş döndürücü bir teknolojik ilerlemenin gerçekleştirildiği
günümüzde bireysel, ailevî ve toplumsal çöküşten söz edilmesi, gerçekten üzerinde
düşünülmesi gereken bir durumdur. Sahip olduğumuz teknolojik araçlar ve imkânlar,
kendimizi, ailemizi ve toplumumuzu yenilememize imkân vermemektedir. Hatta bireysel,
ailevî ve toplumsal çöküşün arkasında teknolojinin yabancılaştırıcı,
yalnızlaştırıcı ve yozlaştırıcı işlevinden söz edilmektedir. Teknolojinin ahlâk
yerine ikâme edilmesi ise bu sorunun kaynağıdır. Teknoloji bireysel, ailevî ve
toplumsal düzeyde sahih anlamda bir tecdide kaynaklık edemeyeceği gibi, ahlâkın
alternatifi olabilecek bir olgu da değildir.
Bireysel, ailevî ve toplumsal düzeyde yenilenme ve
tazelenme için derin bir fikre ve tefekküre ihtiyaç vardır. İnsan, kendisi,
ailesi, toplumu ve insanlığı için neyin yararlı, neyin zararlı olduğu konusunda
bir derin kavrayışa sahip olmalıdır. Derin bir kavrayış, yani fıkıh ile kişinin
kendisini yenilemesi mümkündür. Ahlâkî yenilenme fıtrî bir diriliştir. Ahlâkın
donuklaştığı ve yozlaştığı durumlarda insan, aile, toplum ve medeniyet birlikte
çöküşe geçmektedir. Ahlâkın diriliş, cahiliyeninse ölüm olduğu gerçeğinin kavranması
konusunda farkındalık düzeyimizi geliştirmeliyiz.
Ahlâk, bütün insanlığı kuşatan bir tecrübedir. Ahlâkı sadece
bir dine, mezhebe, kültüre, coğrafyaya, ırka, dile, cinse, renge veya yaşa
mensup insanlar arasında uygulanan bir pratiğe indirgemek, ahlâkın ve insanın birlikte
inkârı anlamına gelmektedir. Ahlâk, bütün insanlarla ahlâkî çerçevede ilişki
içinde olmamızı gerektirmektedir. Kendimize yapılmasını istemediğimiz kötülüğü
diğer insanlara yapmamayı, bize yapılmasını istediğimiz iyiliği diğer insanlara
yapmayı içselleştiren bir ahlâkî olgunluk düzeyine ulaşmak için çaba sarf
etmeliyiz. Bir insana ahlâkî iyilikte bulunmanın bütün insanlığa ahlâkî
iyilikte bulunma olduğunu, bir insana ahlâkî kötülükte bulunmanın bütün
insanlığa ahlâkî kötülükte bulunmak olduğunu kavrayan bir ahlâkî yenilenme, kişinin,
ailenin, toplumun ve medeniyetin dirilişi için gerekli olan en hayatî ahlâkî
temeldir.
Kişinin sadece kendisi için iyi, yararlı ve zevk vereni
istemesi normal ve doğal değildir. Ahlâkî ve fıtrî olan, kişinin bütün insanlık
için hakkı ve hayrı istemesidir. Ahlâk, akla, bilgiye ve özgürlüğe dayanan bir
tecrübedir. Aklın, bilginin ve özgürlüğün devreden çıkartılarak insanın, sadece
güdülerinin, ticarî kârlarının, ekonomik çıkarlarının, siyasî tahakkümünün ve
toplumsal nüfuzunun peşinde koşması, hak ve hayır olanın ihlâl ve istismar
edilmesine yol açmaktadır. Ahlâk akla, bilgiye, özgürlüğe ve hikmete dayalı
olarak hakkın ve hayrın ne olduğu konusunda sahici bir duygu ve düşünceye sahip
olunması, hakkın ve hayrın ahlâkî davranış olarak amele dökülmesini kapsayan
dinamik bir süreçtir.
Kişinin, toplumun ve kurumların, ahlâkı kendi güç ve
çıkarlarının aracı hâline getirmeleri, duygu ve düşünce düzeyinde derin bir körleşme
durumu meydana getirmektedir. “Akıl tutulması” denilen körleşme, ahlâk
tutulmasından başka bir şey değildir. Ahlâk tutulmasına karşı insanın iç
dünyasında aklen ve kalben diri, dinamik ve uyanık olması lazımdır. Kur’an, insanın
kendisini ahlâken yenileyememesi hâlinde ortaya çıkan körleşme, mühürlenme ve yozlaşma
durumunu şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, ‘Allah’a
ve ahiret gününe inandık’ derler; oysa inanmış değildirler. (Sözde) Allah’ı ve
iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar yalnızca kendilerini aldatıyorlar da
şuurunda değildirler. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını
arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlar için acı bir azap
vardır. Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah
edicileriz’ derler. Bilin ki, gerçekten asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda
değildirler.” (Bakara, 8-12)
Kişi, her türlü ahlâk ve insanlık dışı düşünce ve
davranışına bir meşruiyet ve mazeret bulma çabası içindedir. Savunma mekanizmaları
dediğimiz rasyonelleştirme ve yansıtma, kişinin kendisini aldatmasından başka
bir şey değildir.
Bütün gayriinsanî ve gayriahlâkî davranışların temelinde “insanın
kendi kendini aldatması” vardır. Aklımızı kendimizi aldatmak için değil,
kendimizi uyarmak için kullanmalıyız. Özeleştiri yoluyla kendimizi sürekli
olarak sorgulamak, ahlâkî bir hayat yaşayıp yaşamadığımızı Kur’an ve akıl
süzgecinden sürekli olarak geçirmek zorundayız. İnsan, toplum ve insanlık,
kendisini aldatmaması ve körleşmemesi için sürekli olarak kendi kendini hesaba
çekmelidir. Öz muhasebe mekanizmaları, yetenekleri ve kapasiteleri gelişmemiş
kişilerin ve toplumların sahih anlamda kendilerini yenilemeleri ve ahlâkî bir
diriliş gerçekleştirmeleri zordur.
Hikmetle, hilmle, vakarla, akılla ve sabırla ahlâkımızı
yenilemek suretiyle insanlığımızı diriltmeliyiz. Ahlâken yozlaşma, bizzat fıtratımızda
olan çürümedir. Mutluluk, huzur ve barış için, varlığımızı kirleten her türlü ahlâkî
yozlaşmadan uzak durmalıyız. Hidayet rehberi Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti, ahlâkî
yenilenmede yol göstericimiz olmalıdır: “Nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş,
onu kirletense hüsrana uğramıştır.” (Şems, 9-10)