Küresel düzey ahlâkta tecdit ihtiyacı

Bireysel, ailevî ve toplumsal düzeyde yenilenme ve tazelenme için derin bir fikre ve tefekküre ihtiyaç vardır. İnsan, kendisi, ailesi, toplumu ve insanlığı için neyin yararlı, neyin zararlı olduğu konusunda bir derin kavrayışa sahip olmalıdır. Derin bir kavrayış, yani fıkıh ile kişinin kendisini yenilemesi mümkündür. Ahlâkî yenilenme fıtrî bir diriliştir. Ahlâkın donuklaştığı ve yozlaştığı durumlarda insan, aile, toplum ve medeniyet birlikte çöküşe geçmektedir. Ahlâkın diriliş, cahiliyeninse ölüm olduğu gerçeğinin kavranması konusunda farkındalık düzeyimizi geliştirmeliyiz.

İLK insandan günümüze kadar bütün insanlığın yeryüzünde gerçekleştirmekle sorumlu olduğu temel değer “ahlâk”tır. İnsanî durumun ahlâkî duruma dönüştürülmesi için bütün insanlığın yoğun bir çaba içinde olması gerekmektedir. İnsanlık, ahlâkî durumu gerçekleştirmediği hâllerde ekonomi, siyaset, din, maneviyat, felsefe, bilim, uluslararası ilişkiler, eğitim, ticaret ve sosyal ilişkiler alanında büyük yozlaşma ve çürüme yaşamıştır. İnsanı insan yapan temel değer ahlâktır. İnsanı insan olmaktan çıkaran temel durumun da ahlâksızlık olduğunu söyleyebiliriz.

Tarih boyunca “insanın insanı istismar etmesi ve kullanması” dediğimiz büyük kötülük hep işlenmiştir. İşlenen bu kötülük, “İnsan insanın kurdudur” şeklinde ifade edilmektedir. İnsanı insanın kurdu yapan kötülüğün kaynağı ahlâksızlıktır. Ahlâksız insan, diğer insanın kurdudur. Ahlâkın yokluğu hâlinde bireysel ve toplumsal ilişkiler, siyaset, uluslararası ilişkiler, ticaret, ekonomi ve din, birer vahşet ve sömürü alanına dönüşmektedir. Modern küresel sistemin medeniyet yerine vahşet ve barbarlık üretmesinin nedeni, ahlâktan yoksun oluşudur.

Dünyada büyük bir ahlâk krizi yaşanmaktadır. Uluslararası ilişkileri ve siyaseti sonu gelmeyen sınırsız bir iktidar mücadelesine indirgeyen cahilî anlayış, dünyada ölüm ve vahşet bataklığını derinleştirmektedir. Küçük bir grup insanın yeme, içme, makam, mevki, zevk, güç ve refahlarının tatmini için yeryüzü ateşe verilmekte ve insanlığın büyük bölümü açlığa, sefalete, cehalete ve yokluğa mahkûm edilmektedir.

Hayatı güdülerin ve gücün tatmin çabası olarak anlayan ve uygulayan modern cahiliye, tarihte olduğu gibi günümüzde de büyük insanî felâketlere yol açmaktadır. Örneğin sömürgeci küresel sistemin en büyük aktörü olan Amerika’nın yeni Başkanı Trump, Suudi Arabistan’a yaptığı ilk ziyarette Suud yönetimiyle 380 milyar dolarlık silah satma antlaşması imzalamıştır. Ortadoğu coğrafyasını ateşe vermek ve yıkmak için yapılan bu antlaşma, küresel sistemin ahlâk ve barış üzerine değil, vahşet ve barbarlık üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Ahlâkın ortadan kaldırılmasının en önemli sonucu, yaşamanın bir rezalete dönüştürülmesidir. “Yaşama rezaleti” dediğimiz çürüme hâli, ahlâkın yokluğu sonucu ortaya çıkan bir yıkım hâlidir.

Yaşamı erdemli bir tecrübeye dönüştüren temel değer ahlâktır. “Yaşama sevinci ve erdemi” dediğimiz insanî durum, ahlâkî olarak nitelenen duygu, düşünce ve davranışların insan hayatının kendisi hâline gelmesini ifade etmektedir. Ahlâk ve yaşama erdemi, birbirinden ayrılmaz ve koparılmaz olgulardır. Yaşama kültürünü doğuran temel olgu ahlâk olduğu gibi, ölüm kültürünü doğuran ve besleyen temel durum da ahlâksızlıktır.

Ahlâk hakkında çok yaygın bir yanlış anlayış vardır. Çoğu zaman ahlâk, durağan, donuk ve değişmez “Yap” ve “Yapma” şeklindeki emir fiilleri olarak anlaşılmaktadır. Ahlâk, donuk ve durağan bir tecrübe değildir. Ahlâkı bozan, yozlaştıran ve çürüten en temel faktör, onun durağan ve donuk olarak anlaşılması ve uygulanmasıdır. Ahlâk, sürekli yenilenen ve insanı yenileyen bir tecrübedir. Ahlâk ve insan karşılıklı olarak birbirini yenilemediği için “yaşama rezaleti” dediğimiz çürüme ve yozlaşma durumu karşımıza çıkmaktadır.

Ahlâkın, dinamik ve yenilenen bir tecrübe olarak insan yaşamı hâline gelmesi gerekmektedir. Başka bir ifade ile ahlâkî hayat, sahici anlamda hayat, yani canlı olmalıdır. İnsan, ahlâkı canlı ve dinamik olarak yaşamalıdır. Ahlâk canlı hayat olarak yaşanmadığı sürece, onun yaşama erdemi ve sevinci üretmesi mümkün değildir. Allah, hayatımızı ve ahlâkımızı sürekli olarak yenilememizi buyurmaktadır. Kur’an, “bir kavim kendini değiştirmediği sürece, Allah’ın onların durumunu değiştirmeyeceğini” (Ra’d, 11) insanlığa bildirmektedir.

İnsanlığın değiştirmesi ve yenilemesi gereken şey, ahlâkî hayatıdır

Cahiliye ve şirk, ahlâkî hayatı donduran ve değiştirmeyen sapkınlıklardır. Fıtrat ve tevhit, ahlâkın, insanın yaratılış amacına uygun bir şekilde yenilenmesini, tazelenmesini ve gelişmesini esas alan sahih anlayıştır.

Ahlâkî yenilenme ve tazelenme, hayatın bütün alanlarını kapsayan bir tecrübedir. İnsan için en büyük meydan okuma, kişinin ahlâkî olarak kendini yenilemesi ve değiştirmesidir. Kişinin bâtıl, şirk, sapkınlık ve cahiliyenin farkına vararak, cahilî sapkınlıklara düşmeden, tevhit ve ubudiyyet çerçevesinde bireysel düzeyde kendisini tazelemesi ve yenilemesi gerekmektedir. Bireysel yenileme olmadan kişinin çevresine katkı sunması mümkün değildir. Yenilenen insan, ailesinin ve toplumunun yenilenmesine büyük katkı yapabilecek güce sahip olur. Birey, aile ve toplumun, kendisini ahlâkî olarak sürekli bir şekilde yeniledikçe ve geliştirdikçe ekonomi, siyaset, ticaret, hukuk, diplomasi, eğitim, sivil toplum, üniversite, piyasa, kültür, bilim ve sanat alanlarında ahlâkî yönde bir işleyiş ve işlevselliğin kazandırılması mümkündür.

Birey, aile ve toplum düzeyinde ahlâkî yenilenme gerçekleştiği sürece “medeniyet” dediğimiz insanlık durumu meydana gelmektedir. Medeniyeti inşa eden, yaşatan ve geliştiren dinamik kaynaksa ahlâktır.


Modern dünyada bireysel çöküşten, ailenin çöküşünden ve toplumun çöküşünden sürekli olarak söz edilmektedir. Günümüzün insanlık durumu “kriz” veya “çöküş” kavramlarıyla ifade edilmektedir. Tarihte eşine ve benzerine rastlanmayan baş döndürücü bir teknolojik ilerlemenin gerçekleştirildiği günümüzde bireysel, ailevî ve toplumsal çöküşten söz edilmesi, gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Sahip olduğumuz teknolojik araçlar ve imkânlar, kendimizi, ailemizi ve toplumumuzu yenilememize imkân vermemektedir. Hatta bireysel, ailevî ve toplumsal çöküşün arkasında teknolojinin yabancılaştırıcı, yalnızlaştırıcı ve yozlaştırıcı işlevinden söz edilmektedir. Teknolojinin ahlâk yerine ikâme edilmesi ise bu sorunun kaynağıdır. Teknoloji bireysel, ailevî ve toplumsal düzeyde sahih anlamda bir tecdide kaynaklık edemeyeceği gibi, ahlâkın alternatifi olabilecek bir olgu da değildir.

Bireysel, ailevî ve toplumsal düzeyde yenilenme ve tazelenme için derin bir fikre ve tefekküre ihtiyaç vardır. İnsan, kendisi, ailesi, toplumu ve insanlığı için neyin yararlı, neyin zararlı olduğu konusunda bir derin kavrayışa sahip olmalıdır. Derin bir kavrayış, yani fıkıh ile kişinin kendisini yenilemesi mümkündür. Ahlâkî yenilenme fıtrî bir diriliştir. Ahlâkın donuklaştığı ve yozlaştığı durumlarda insan, aile, toplum ve medeniyet birlikte çöküşe geçmektedir. Ahlâkın diriliş, cahiliyeninse ölüm olduğu gerçeğinin kavranması konusunda farkındalık düzeyimizi geliştirmeliyiz.

Ahlâk, bütün insanlığı kuşatan bir tecrübedir. Ahlâkı sadece bir dine, mezhebe, kültüre, coğrafyaya, ırka, dile, cinse, renge veya yaşa mensup insanlar arasında uygulanan bir pratiğe indirgemek, ahlâkın ve insanın birlikte inkârı anlamına gelmektedir. Ahlâk, bütün insanlarla ahlâkî çerçevede ilişki içinde olmamızı gerektirmektedir. Kendimize yapılmasını istemediğimiz kötülüğü diğer insanlara yapmamayı, bize yapılmasını istediğimiz iyiliği diğer insanlara yapmayı içselleştiren bir ahlâkî olgunluk düzeyine ulaşmak için çaba sarf etmeliyiz. Bir insana ahlâkî iyilikte bulunmanın bütün insanlığa ahlâkî iyilikte bulunma olduğunu, bir insana ahlâkî kötülükte bulunmanın bütün insanlığa ahlâkî kötülükte bulunmak olduğunu kavrayan bir ahlâkî yenilenme, kişinin, ailenin, toplumun ve medeniyetin dirilişi için gerekli olan en hayatî ahlâkî temeldir.

Kişinin sadece kendisi için iyi, yararlı ve zevk vereni istemesi normal ve doğal değildir. Ahlâkî ve fıtrî olan, kişinin bütün insanlık için hakkı ve hayrı istemesidir. Ahlâk, akla, bilgiye ve özgürlüğe dayanan bir tecrübedir. Aklın, bilginin ve özgürlüğün devreden çıkartılarak insanın, sadece güdülerinin, ticarî kârlarının, ekonomik çıkarlarının, siyasî tahakkümünün ve toplumsal nüfuzunun peşinde koşması, hak ve hayır olanın ihlâl ve istismar edilmesine yol açmaktadır. Ahlâk akla, bilgiye, özgürlüğe ve hikmete dayalı olarak hakkın ve hayrın ne olduğu konusunda sahici bir duygu ve düşünceye sahip olunması, hakkın ve hayrın ahlâkî davranış olarak amele dökülmesini kapsayan dinamik bir süreçtir.

Kişinin, toplumun ve kurumların, ahlâkı kendi güç ve çıkarlarının aracı hâline getirmeleri, duygu ve düşünce düzeyinde derin bir körleşme durumu meydana getirmektedir. “Akıl tutulması” denilen körleşme, ahlâk tutulmasından başka bir şey değildir. Ahlâk tutulmasına karşı insanın iç dünyasında aklen ve kalben diri, dinamik ve uyanık olması lazımdır. Kur’an, insanın kendisini ahlâken yenileyememesi hâlinde ortaya çıkan körleşme, mühürlenme ve yozlaşma durumunu şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler; oysa inanmış değildirler. (Sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar yalnızca kendilerini aldatıyorlar da şuurunda değildirler. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlar için acı bir azap vardır. Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. Bilin ki, gerçekten asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.” (Bakara, 8-12)

Kişi, her türlü ahlâk ve insanlık dışı düşünce ve davranışına bir meşruiyet ve mazeret bulma çabası içindedir. Savunma mekanizmaları dediğimiz rasyonelleştirme ve yansıtma, kişinin kendisini aldatmasından başka bir şey değildir.

Bütün gayriinsanî ve gayriahlâkî davranışların temelinde “insanın kendi kendini aldatması” vardır. Aklımızı kendimizi aldatmak için değil, kendimizi uyarmak için kullanmalıyız. Özeleştiri yoluyla kendimizi sürekli olarak sorgulamak, ahlâkî bir hayat yaşayıp yaşamadığımızı Kur’an ve akıl süzgecinden sürekli olarak geçirmek zorundayız. İnsan, toplum ve insanlık, kendisini aldatmaması ve körleşmemesi için sürekli olarak kendi kendini hesaba çekmelidir. Öz muhasebe mekanizmaları, yetenekleri ve kapasiteleri gelişmemiş kişilerin ve toplumların sahih anlamda kendilerini yenilemeleri ve ahlâkî bir diriliş gerçekleştirmeleri zordur.

Hikmetle, hilmle, vakarla, akılla ve sabırla ahlâkımızı yenilemek suretiyle insanlığımızı diriltmeliyiz. Ahlâken yozlaşma, bizzat fıtratımızda olan çürümedir. Mutluluk, huzur ve barış için, varlığımızı kirleten her türlü ahlâkî yozlaşmadan uzak durmalıyız. Hidayet rehberi Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti, ahlâkî yenilenmede yol göstericimiz olmalıdır: “Nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense hüsrana uğramıştır.” (Şems, 9-10)