Kürdistan mı? Ermenistan olmasın?

Bu ülkenin mayası İslâm ile yoğrulmuş, Kürt kardeşlerim, İslâm’ın en büyük kalası olmuştur. Kürtler İslâm’ın savunucusudurlar, o yüzden onları yenemediler. Ama bu mayadan nasipsiz olanlar, iki kesimi birbirine kırdırarak kerevetlerine çıkma sevdâsındalar.

“DOĞ artık ey miskin güneş/ Onca yıl ezildi bu ümmet/ Doğ ki sabah olsun/ Dünyadakiler yetmez, ukbâdan gelsin himmet/ Doğ ki silinsin leylin esvedi/ Çekilsin ülkemin üstünden karanlığın kasveti/ Doğ ki yüzler gülsün/ Milâdın miraç olsun/ Ezanlar okunsun nağme nağme/ Bir kez daha kurusun Save/ Doğ, ümmet seni bekler/ Şaha kalktı dillerde dilekler…” (Rukiye Yıldız)

Koskoca Âl-i Osman’ı yıkıp bitiren sinsi düşman, bizi ne cephede, ne masada yenebildi. Peki, biz yıllardır neden kaybettik? Irkçılıkla birbirimize düşman ederek, zaaflarımızı kullanarak yendi. Balkanları, Arnavutluk’u, Mısır’ı, Yemen’i hep ırkçılıkla bölüp bizden kopardı. Osmanlı’ya düşman olan Garbın azılı adamları, Berlin ve Paris Antlaşmalarında apaçık “Büyük Ermenistan” (!) için küçük Kürdistan’ı kurmayı bize dayattılar. Zira Kürdistan’ın Ermenistan’a katılması hiç zor olmayacaktı.  

Bize Vilâyet-i Sitte üzerinden dayatmalarda bulunan düşman ülkeler, biliyorlardı ki yıllardır bu topraklarda Müslüman Kürtler Ermenilere geçit vermiyor, Türk-Kürt omuz omuza karşılarında çarpışıyorlardı. İşte bu iki kardeşin arasına asabiyet, ırkçılık ve çıkar çatışması gibi suni tefrikalar koyarak iki kardeşi birbirine düşman ediyorlardı. Onlar savaş ve kıyım için gittikleri coğrafyalarda “Özgürlük getirdik” diyerek nasıl yalanlarına kılıf uyduruyorlarsa, Büyük Ermenistan (!) için de küçük Kürdistan hayâlini kılıf yapıyorlardı.

İstediklerini bize kabul ettiremediklerinde ise tebaamız olan ekalliyetleri (başka inanışlara hizmet eden azınlıkları) ve kendi yandaşlarını kullanıyorlardı.

PKK eşittir ASALA!

ASALA gizli Ermeni terör çetesi, Pontus-Kürt çetesine dönüştü. Kürtleri isyana sürükleyenler de biliyorlardı ki, bu topraklarda yıllardır Kürtler değil, İslâmî kimliği olan herkes, İskilipli Atıf Hocalar, Said-i Nursîler, Hilmi Tunahanlar gibi niceleri baskı zulüm altındaydı. Daha düne kadar, elan ülkemizin başkanı, hapislere bir şiir için atılmamış mıydı?

Vakt-i zamanında bu ülkede sadece Kürtler değil, herkes baskıcı statükonun sillesini yemişti. Kürt kardeşlerimiz Kürt olduklarından değil, Müslüman oldukları için ezâ gördüler. Sadece onlar değil, bütün inananlar ezildi, horlandı, hattâ darağaçlarında Hakk’a yürüdü. O gün onları ezenlerin yanında olanlar, bugün bu halkı kışkırtmak için iki Müslüman kardeşi birbirine kırdırmak çabasındalar. Ellerindeki kanı yalayan bu caniler, Kürtlük sevdâsında değil, Kürtleri Müslüman kardeşlerinden tefrik etme iştiyakındalar. 

PKK ne Kürt halkının derdindedir, ne de onların devlet kurmasının. Başbağlar’ı Kürt halkı ne çabuk unuttu? Gazetelerde geçen haberleri hatırlayalım: 5 Temmuz 1993’te, Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde terör örgütü PKK tarafından 33 sivilin öldürülüp köyün ateşe verildiği olay... Yaşananların ardından terör örgütü PKK, katliamı düzenlediğini kabul etti. 100’e yakın PKK mensubu köyü basarak, ezanın okunduğu sırada camideki cemaati zorla dışarı çıkardı. Tüm erkekler kurşuna dizildi; burada 29 kişi öldü. Daha sonra köy ateşe verildi ve 214 ev, köy okulu, köy camii ve halkevi yakıldı. Yakılan evlerde saklanan 1’i kadın 4 kişi de yanarak can verdi…

Bu, münferit bir olay değildi; arkası kesilmedi ve onlarca Kürt masum, yıllarca PKK tarafından öldürüldü. Suçsa devletin üzerine bırakıldı. Bizim askerimizde de eskiden PKK’yı destekleyen paşalar vardı. PKK’nın iplerini elinde tutan şeytanî akıl, iki tarafı iyice çatıştırıp ölenlerin cesetlerinin, kalanlarınsa yürek yangının üzerinde kapalı kapılar ardında sirtaki yaptılar içkilerini yudumlayarak.

Nereye bu gidiş? Necip Fazıl’ın, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” dediği gibi, “Durun kardeşlerim, tefrika çıkarmak ve Müslüman kardeşinizle çatışmak, akıntıya düşen çöp misâli dalgalara sürükler, bu ırmak kan denizine döner! Durun kardeşlerim, bu yol karanlığa çıkar, bu kavga iki tarafı da Cehennem’e sürükler!” demiştik. Ve kardeşlerimden ses geldi! Diyarbakır analarının eylemi, bir yankı idi.

Bu ülkenin mayası İslâm ile yoğrulmuş, Kürt kardeşlerim, İslâm’ın en büyük kalası olmuştur. Kürtler İslâm’ın savunucusudurlar, o yüzden onları yenemediler. Ama bu mayadan nasipsiz olanlar, iki kesimi birbirine kırdırarak kerevetlerine çıkma sevdâsındalar. “Açılım” gibi bir ezber bozma harekâtını dahi ajite ederek asıl gâyelerinin üstüne yalandan “Kürt haklarının savunucusu” yaftası yapıştırarak masum insanları kandırma çabasındalar. Bu halkı kendi mânevî değerlerinden koparma sevdâsındalar.

Geçmiş yıllarda Hakkâri’de AK Partili bir teşkilât başkanının evine iki kez bomba atıldı ve başkan, dağa kaldırılıp tehdit ve işkence yapılarak istifaya zorlandı. Sandıkların başına eli silahlı adamlar dikildi ve halk, korku politikası uygulanarak sindirildi. “Ya bize uyacaksın, ya dediğimiz gibi insan olacaksın ya da öleceksin!” diye oradaki halka sürekli baskı yapıldı. Diyarbakır annelerinin isyanı, yıllardır suskunluklarının patlamasıdır.

Ey asılardır bu ülkeden beslenip bu ülkeye belâ olan ve kana doymayan vampir rûhlu sömürgeler! Size sözü Kâdir-i Mutlak, İlâhî adâlet ile söyleyecek.

Kardeşlerim, şimdiye kadar esâmesinin okunması yasak olan bazı kavramların yasakları kaldırılmıştır; bu duruma müteşekkir olunacak yerde bu serbestliği dahi ajite malzemesi yapan hainlere prim vermeden yine iki kanatlı kuş olup geleceğe huzurla uçacağız. Canla imtihan, en zor imtihandır, bizler biliyoruz. Ama bu topraklarda yaşamanın bedeli ağır, bu toprakların talipleri, rakiplerini çiğneyip geçemediğinde çeşitli hile ve desiselere başvurmak ve kan emmekten imtina etmeyen cinsten.

***

Yine bize ölmek düştü

“Dünya mazlumun kanını içerken izleyip susmadık/ Çocuklar ölü balıklar gibi kıyılara vururken uyumadık/ Vatanından sürülen dedeleri itip dışlamadık/ Yüzü kana bulanmış yaralıları sardık sarmaladık/ Korkmadık, dünyaya hakkı haykırdık/ Kirli dünyada yaşamaktansa dünyayı kendi kanımızla yıkadık/ Ve yine bize ölmek düştü/ Tarih boyu aslan olduk, mert olduk, cömert olduk/ Hayra yoldaş, şerre taş olduk/ Zillet yerine izzeti seçtik, dev olduk/ Bu uğurda yârden geçtik, serden geçtik/ Yine bize ölmek düştü/ Şehit şehit büyüdük/ Ne yetimi horladık, ne mazlumu bıraktık/ Oturup ağlayanla biz de ağladık/ Yetmedi, bütün dertleri sırtlandık/ Yine bize ölmek düştü…” (Rukiye Yıldız)

Sultan İkinci Abdulhamid Han’a yapılan suikasttan sonra, “Bir lâhza-i teahhur, attın ama vuramadın” diye şiir yazan hainlerin halefleri çıkmış, “Kötü şeyler olacak” diyerek milleti korkutup sindirmeye çalışıyordu. Güneydoğudan bir bulut yükseliyordu; zulüm kokan kapkara bulutlar… Zift gibi damlaları bütün ülkeye yağıyordu. İslâm güneşi altında -inşallah- biz o kapkara bulutları kırkikindi yağmurlarına çevireceğiz. Bereketli hilâl, yine asûde baharlar diyârı olacak!

Şimdi zaman, daha çok kenetlenme zamanı! Zaman, daha çok kardeşlerinle el ele verme zamanı! “Irk ayrımı” şeklindeki olguyu benim dinim tel’in eder. Bizler Arap olan Rasûlullah’a (sav), “Tek üstünlük takvâdadır” diyen Kerîm Kitap Kur’ân-ı Mübîn’e inananlarız, son dinin müntesipleriyiz.

Yıllar önce bir PKK’lı ile konuşmuş, “Sizi Amerika kullanıyor” demiştim. Kahkaha atmış, “Hani neredeler? Diyarbakır’da, Hakkâri’de hiç Amerikalı görmedim. Zaten hep Amerika oyunu! Biz Kürdistan derdindeyiz, Amerika’nın ne alâkası var?” demişti. Şimdi merak ediyorum, Amerika’nın tankları ve tırları, hırlayan yaralı sırtlan gibi homurdanarak çekilirken, kiralık katili olan o PKK sempatizanları ne düşünüyorlar? Amerika size altın tepside Kürdistan vermeye mi geldi?

Mike Pence konuşmasında açıkça, “Hıristiyanlara, Ezidilere yardım ediyoruz” demişti. Yani Kürt ve Türk umurunda değil. Kendi dininden olan azınlığı koruyor. Kendi çıkarı olunca, onu da gözünün yaşına bakmadan harcıyor. PKK’lı da Kürdistan kuracağını zannediyor. Ayıdan post olur da kâfirden dost olmaz.

Ey PKK’lılar, Amerika’nın kiralık katilleri! İşleri bitince ilk sizi yok edecekler.

Müslüman olduğunu söyleyip “Kürdistan” diyen soytarı! Ağzında, ölen her bir Mehmetçiğin kanı var. Siz Sykes-Picott ve McMhan’da olduğu gibi “Büyük Ermenistan-Büyük İsrail” (!) hayâline hizmet ediyorsunuz. Eskiden devlet adamlarımız “Amerika PKK’ya yardım yapıyor” diyemezdi. Çünkü onlar da emir erleriydi. Recep Tayyip Erdoğan, “besmele” gibi bir geldi, şeytan ile mümin açığa çıktı.

Tebük Seferi geliyor aklıma… Hani Rasûlullah (sav) orduyu toplarken, münâfıklara sefer çağrısı yapıldığında, “Gidip boşuna ölecek miyiz? Siz gidin, biz sonra geliriz” demişlerdi, Tebük Savaşı ziyansız oldu, Müslümanlar burunları kanamadan döndüler. Böylece müşrik kim, münâfık kim, mümin kim, ayan oldu. İyi ile kötü tefriki yapıldı. Tıpkı Barış Pınarı Harekâtı hakkında “Kafam karışık!”, “Ben barıştan yanayım” diyen Mutezile artıklarının belli olması gibi…

Barış Pınarı başarılı olunca, ABD ve diğer şer güçler, Kürtleri düşündükleri için ateşkes istemediler. Baktılar ki, bütün Türk dünyası, bütün İslâm dünyası şâha kalkıyor, birleşiyor, vahdet ve fetih şuuru uyanıyor ve bu yüzden sömürdükleri topraklar elden gidecek, köle yaptıkları PKK sempatizanları bile uyanacak, daha fazla Müslüman coşup ittifak etmesin diye hemen ateşkes istediler.

Cengiz Han savaşa gittiği yerleri yakıp yıktı, kandan nehirler oluşturdu, Timur gittiği yerlerde taş üstüne taş koymadı; Batı’yı hiç sormayın, tüm dünyayı yaktı, yıktı, sömürdü… “Asker” ve “savaş” deyince akla gelen tek şey, işkence ve zulüm… Ama bir de Barış Pınarı’ndaki Türk askerine, SMO askerine bakın! Mehmetçik sivil halka merhametle yaklaşarak, onları incitmemeye özen göstererek girdi her şehre. İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın askerleri! İşte Peygamber’in (sav) ordusu! İşte Müslüman Türkiye’nin ordusu!

***

Söyleyin şehidin anasına ağlamasın!

“Allah’ın ikramını Rasûlullah’ın şefaatini kazanmak kolay mı?/ ‘Oğlun kazandı’ deyin, muştulayın/ Sınavı değil, dünyalık makâmı değil, parayı değil/ ‘Cennet’i kazandı Cennet’i, ebedî huzuru kazandı’ deyin/ Söyleyin şehidin anasına, oğlunun gömleğine sarılıp ağlamasın/ Yastığında kalan kokusunu bağrına basıp koklamasın/ Kaldırsın başını, gökte dalgalanan bayrağa baksın/ Kor gibi yanan içini ezan sesi ile ferahlatsın/ Dik tutsun başını/ ‘Bu ezan okunuyorsa, bu bayrak dalgalanıyorsa benim kuzumun da canı var’ desin/ Söyleyin şehidin anasına, ağlamasın/ Düğüne gider gibi gömsün şehidini/ Onların nikâhlarını melekler kıyacak, belli/ Biz Müslümanız, şehitlikten korkmayız/ Söz konusu vatansa koşarız, atılırız en ileri, en ileri/ Söyleyin şehidin anasına, sakın ağlamasın/ Dünya da neymiş, üç günlük/ Ebediyete evlâdını şanla, şerefle uğurlasın/ İki ayağını yere çaksın, oğluna gururla bin selâm yollasın/ Söyleyin şehidin anasına, ağlamasın/ Melekler saf saf iniyor semâdan/ Sündüslere sardılar oğlunu, hani kutnu kumaştan/ İmreniyorlar oğluna/ Cennet’te neler ikram edecek yeri göğü Yaratan/ Al selâmını ey anne! Sana da selâm var Rasûlullah’tan…” (Rukiye Yıldız)