İLKEL toplumlarda insanlar,
gök gürlediği, deprem olduğu veya bir belâya uğradıkları zaman göklerin ya da
yerlerin tanrılarının kendilerini cezalandıracağını düşünürlermiş. İnsanlar,
ceza ve belâdan kurtulmak için tanrılara kurban verirlermiş. Bu bazen bâkire
bir kız, bazen de bir hayvan olurmuş. Yani ilkel toplumlarda kurban belâ ve
cezayı uzaklaştırma anlamına geliyormuş.
Bazıları
bu anlayıştan yola çıkarak, kurban ibadetinin ilkel toplumlardan kalma ilkel bir
ibadet olduğu iddiasıyla İslâm’a saldırıyorlar.
Her
şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, İslâm’da kurban vermek diye bir ibadet
yoktur. Kurban kesmek diye bir ibadet vardır…
Kurban
vermekte uzaklaşma mânâsı varken, kurban kesmekte ise yakınlaşma anlamı vardır.
Zaten kurban, Arapça kurbiyetten ileri gelir. Yani kurban; yakınlaşmaktan,
Allah’a yakın olmaktan geliyor… Dolayısıyla kurbanı hakkıyla kesen, Allah’a yaklaşmış
oluyor.
Peki,
hiç düşündünüz mü, kurban kestiğimizde biz neyi kesmiş oluruz? Kestiğimiz şey
sadece bir hayvan mıdır? Yoksa kesmemiz gereken başka şeyler de var mıdır?
Kurban
yakınlaşma olduğuna göre, yakınlaşmayı engelleyen bir şey varsa, ilk önce onu kesmek,
onu ortadan kaldırmak gerekir. Kadim kaynaklarda, “Nefsin insanı Allah’tan uzaklaştırdığı gerçeğinden yola çıkarak, Allah’a
yakın olmak için insanın nefsini kesmesi gerekir” deniliyor. Daha doğru bir
ifadeyle, nefsin gayr-i meşru istek ve arzularına cevap vermeyi kesmenin,
insanı Allah’a yaklaştırdığı mealen ifade ediliyor.
Nefis,
burada çok geniş bir anlamda kullanılıyor. İnsanın mala ve zenginliğe olan aşkı
dolayısıyla, dünyaya olan aşkı, arzuları, tamahları ve şehveti, “nefis”
kavramının içerisine giriyor. İnsanın, nefsinin gayr-i meşru isteklerine cevap
vermeyi kestiğinde, Allah’a olan yakınlığı artıyor. İnsan kendini sorgulamaya
başlıyor. Kim olduğunu, ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Yani kendini tanımaya
başlıyor!
Kendini
tanımaya başladıkça Allah’ı bilmeye başlıyor insan. Tıpkı hadîs-i şerifte, “Kendini bilen Rabbini bilir” denildiği
gibi…
İnsan
nefsinden sıyrıldıkça kendini tanıyor. Kendini tanıdıkça nefsinden sıyrılıyor.
Nefsinden sıyrıldıkça geriye insanlığı kalıyor. Yani kadim kaynaklar kurban
kesme ibadetini bu şekilde tanımlıyor. İnsanlar zaman içerisinde ibadetlerin
altında yatan derin mânâyı unutarak ibadetlerin sosyal ve toplumsal boyutuna
odaklanıyor. İbadetlerin sosyal ve toplumsal yönüne odaklandıkça, ibadetin
derin anlamını da yitiriyor. Bu da ibadetleri yavanlaştırıyor.
Örneğin
oruç tutuyoruz ama neyi tuttuğumuzu unutarak orucun sadece tıbbî, toplumsal ya
da psikolojik yönüne takılıp kalıyoruz. Kurban ibadeti de öyle!
“Kurban
kesmek” denince, çoğumuz ibadetin sosyal, toplumsal veya psikolojik yönüne
takılıp kalıyor. O nedenle de keseceğimiz hayvanın boyuna, kilosuna ve vereceği
ete odaklanıyor. Kimse ibadetin derin mânâsını anlamaya çalışmıyor.
Bugün,
birçoğumuzun bu derin mânâsından mahrum kaldığı Kurban Bayramı’nın ilk günü…
Bugün
küskünler barıştı. Dargınlar kucaklaştı. Birlik ve beraberliğimiz bir kez daha
pekişti. Yardımlaşma duygumuz doruğa ulaştı. Kurban kesenler, ihtiyaç
sahiplerini sevindirerek mutlu oldu. Şüphesiz bunlar hepimizin ihtiyaç duyduğu
harikulâde hisler!
Peki,
ya sonrası?
İbadetlerin
hiç şüphesiz tıbbî, sosyal, toplumsal ve psikolojik yönü vardır ama bunlar en
nihâyetinde meselenin tâli yönleridir. İbadetlerin derin mânâları vardır ve asıl
maksadı, hiç şüphesiz bu derinlerdeki mânâda gizlidir.
Kurban’ın
derin mânâsı da kadim kaynaklarımıza göre bizi Allah’tan uzaklaştıran nefsin
gayr-i meşru istek ve arzularının kesilmesi demektir. Bunu yapmadıktan sonra,
maksat tam mânâsıyla hâsıl olmaz ve kurban ibadeti dört güne, hattâ birçoğuna
göre tek güne sıkışır kalır.
Kurban,
kurbiyeti kavileştirerek kutba erdirir. Buna en çok muhtaç olduğumuz şu dönemde
İslâm âleminin kurbiyetinin kavileşerek kutba ermesini diliyorum.
Kurban
Bayramınız mübarek olsun!