Kur’ân ve tarihselcilik

Türkiye’de kendini “tarihselci” diye tarif eden veya öyle tanımlanmaya itiraz etmeyerek “İhale bizde kaldı, ne yapalım!” diyen kişilerin (Prof. Dr. Mustafa Öztürk bu kabulde teslim bayrağını çekmişlerin önde gelen ismidir örneğin) açıklama ve yorumlarına baktığımızda, El-İnsan kapsamındaki “tarihsellik potansiyeli”ni değerlendirmek ile modern insan tasavvurundaki tarihselci dünya görüşünü benimsemek arasındaki farkı ya unuttuklarını ya da popülizmin dalgınlığına kurban gittiklerini düşünüyorum.

VAHYİN varoluşsal eksende tüm zaman-mekan-şartlar içinde sabit hükümler, evrensel normlar, ortak değerler, kalıcı sorumluluklar gibi insan fıtratına/doğasına odaklı bir “insan” misyonu ve vizyonu vardır.

“Masum insan öldürme, hırsızlık yapma, adil ol, anne-babaya saygı göster, yalan söyleme, zina etme, barışı kolla, kişiye hakkını teslim et, sana kastedilmediği sürece savaşma, gıybet etme, sevgiyi ve merhameti yay, kişinin hoşlanmayacağı lakaplar takma” gibi tüm hükümler ve prensipler bu kapsamdadır.

Nitekim Kur’ân’da, “Şimdi söyleyeceklerimiz/söylediklerimiz aynı ile önceki sahifelerde de vardır!” ifadesi ile söz konusu edilmiş âyetler, bu “insan” odaklı misyon ve vizyon listesini ortaya koymaktadır.

İnsan eksenli bu sabit/evrensel/kadim ve tüm zamanlarda özlenen, kabul edilen listeye baktığımızda, tespit edilmiş tüm değerlerin ve normların ister Vahiy merkezli ve El-Kitaplı toplumlarda (Kur’ân buna “Ehl-i Kitap” demektedir), isterse El-Kitap üzere olmayıp tamamen aklî ve tecrübeye dayalı edinilmiş fikirlere ve prensiplere sahip toplumda olsun (Vahiy bu toplumu “ümmî toplum” diye tanımlar), üç aşağı beş yukarı aynı olduğu tarihen sabittir.

Bugün de modern çağda sabit, evrensel, ortak değerler listesinin benzer olması, insan fıtratı esas alındığında ortaya konulan listenin kıyamet kopana kadar korunacağına bir başka delildir.

Ancak Vahyin tek misyonu ve vizyonu, genel geçer, evrensel, sabit ve tüm zamanlarda tekrarlanacak insan odaklı prensipler, değerler, ölçüler, normlar ortaya koymak ile sınırlı değildir.

Vahyin bir ikinci misyonu ve vizyonu daha var ki, indiği bu topluluğun (Kur’ân için bu topluluk, belirli bir zaman-mekân, dil-örf, anlayış-gelenek üzere bir topluluktur ve ona “El-İnsan” der; örneğin Arap, bir “El-İnsan” tipolojisidir; Türk de yine böyle) aşama aşama, özümsete özümsete, ikna ede ede hem birinci misyondaki ve vizyondaki insan fıtratına dayalı evrensel değerlere yaklaştırır, hem de mevcut El-İnsan’ın âdet, örf ve sünnetini korumasına yani Vahiy ile uyumlu kalmak kaydıyla “Arap/Türk/El-İnsan” olmasına izin verir.

***

Ancak Vahyin gerek birinci misyonu ve vizyonu olan evrensel, sabit ve “insan” muhataplığındaki listeyi, gerekse ikinci misyonu ve vizyonu olan El-İnsan’ı aşama aşama, ikna ede ede bu evrensele yaklaştırırken kendi tipolojisini de korumasına izin vermesini El-Kitap (Kur’ân) içinde örneklemesi ve yer vermesi, Müslümanların tarihinde bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara ve arayışlara zemin kılınmıştır.

“Kur’ân kıyamete kadar evrensel, sabit ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir kutsal kitaptır!” metodunu kullanan ve tüm dünya görüşünü bu zeminde geliştiren mezhepler, meşrepler, ekoller ve ilmî mülâhazalar, doğal olarak Vahyin ikinci misyonu ve vizyonu kapsamında olan, indiği topluluğu bir noktadan alıp bir noktaya taşıması sürecini, “Vahye muhatap olan toplum da yeryüzündeki tüm El-İnsan tipolojileri içinde ideal, zirve ve tüm zamanlara şablon modeldir” inancı ile anlamış ve Kur’ân’da söz konusu edilmiş her şeyi “sabit-evrensel-tüm zamanların şablonu” diye benimsemiştir.

Bu metodu benimsemiş anlayış/kavrayış farklı zaman, mekân ve şartlar içindeki insanlara (El-İnsan tipolojilerine) Vahyin indiği topluluk dönemini her şeyiyle aynı ile dayatmış ve uymayıp direnen toplumları suçlamış, imkân nispetinde hizaya getirmeye çalışmışlardır.

Müslümanların tarihinde bu metot, en yaygın ve gelenekselleştirilmiş anlayıştır.

***

Buna karşılık bir başka anlayış/metot ortaya konulmuştur ki, bu farklı metot da şu fikri dillendirmiştir:

Vahyin indiği topluluk üzere (El-İnsan) okumalar yapılmalıdır; evrensel, sabit değerler parmakla sayılıdır ve Vahiy de bunları hatırlatmıştır. Ancak Vahyin ikinci misyonu ve vizyonu daha fazla yer edinmiştir; tüm süreç ‘El-İnsan’ tipolojisini eksen almıştır.

Dolayısıyla biz Vahye, “Bir topluluğu nasıl terbiye ediyor ve o toplumun tipolojisini nasıl yaşatıyor?” penceresinden bakarak yorumlamalıyız. Doğal olarak Kur’ân’daki örneklerin çoğu o topluluğu El-İnsan tipolojisini dikkate aldığından, bu bağlamdaki prensipler ve normlar değiştirilebilir veya rötuşlanabilir. En azından yeniden yorumlanmak durumundadır.

Kur’ân’da büyük ölçüde yer alan El-İnsan (doğal olarak Arap tipolojisi) süreçleri, daha çok ana mesaj ve reeli okuma metotları bağlamında anlaşılmalı, değerlendirilmeli ve üretilmelidir. Kuşkusuz bu ikinci metot ve anlayış, özellikle savaş hukuku, kadının statüsü, mîras ve şâhitlik gibi Kur’ân’da yer alan hükümleri/normları bu bağlamda yorumlamaktadırlar.

Kuşkusuz bu ikinci metodu tercih edenler içinde farklı gruplar da türemiştir. Örneğin, “Vahyin birinci misyon ve vizyonunda yer alan sabit, evrensel, ortak normlar listesi, ‘insanlık mîrası ve tüm inançların, ümmi toplumların tarihsel tecrübesi’ olarak görülmelidir; dolayısıyla bütün dinler tek dindir ve her din bu listeye tâbidir” şeklinde finallendirenler de olmuştur.

***


Prof. Dr. Mustafa Öztürk

Bir de modernleşme sürecinde geliştirilmiş metotlardan/varoluşu yorumlama biçimlerinden biri olan “tarihselcilik” var ki, kendi bağlamında başlı başına incelenmesi gereken, kendi içinde aşamaları olan bir “hayatın kaynağı-insanın geleceği” diyalektiğinde örülmüş “dünya görüşü”dür.

Bu dünya görüşünün, Vahyin ikinci misyonu ve vizyonu ile örtüşen (El-İnsan’ı örgütleme formlarında) yanları olduğu veya tarihselcilik ile El-İnsan hakkında Vahyin tutumu arasında bağlam-dil örtüşmesi olduğu iddiası var ki, bu algı problemli bir pozisyon alıştır bizce. Fakat yazımızın ana ekseni “tarihselcilik” değil de Vahyin El-İnsan’a yaklaşım biçimi olduğundan, El-İnsan’ın “tarihsellik” potansiyeline dikkat çekmektir.

Vahyin Arap tipolojisini alıp aşama aşama, onu ikna ede ede “Araplıktan çıkmak” zeminine getirerek, onu daha sonra adı “Müslüman” olan bir “saf insan tipolojisi”ne dönüştürmediğini biliyoruz.

Veya Vahyin, “Yeryüzündeki bütün El-İnsan tipolojilerini ‘insan’ fıtratına getireceğim” iddiasıyla yok etmek gibi bir gizli ajandası olmadığını biliyoruz. Nitekim bütün Nebîlere inen Vahyin serencâmına baktığımızda, Vahyin her zaman El-İnsan’ı da muhatap alarak ikinci misyon ve vizyon kapsamında tedrîcen bir noktaya getirmeye gayret ettiğini biliyoruz. Üstelik Vahyin ana ölçülerine uymak kaydıyla indiği toplumdaki El-İnsan tipolojisini koruduğunu, hattâ o tipolojinin birçok âdet, örf ve sünnetinin devamına izin verdiğini, yeri geldiğinde benimseyerek örnek gösterdiğini de tespit ediyoruz. Üstelik bu misyon ve vizyon çabasına yönelik örneklerin Kur’ân’da (El-Kitap) kayıt altına alındığını görünce, Müslümanlar olarak bunu nasıl ele alacağımıza ilişkin bir arayış da oluşuyor.

Öyle ki, İslâm tarihi bize, Ashab-ı Kirâmın bile Nebî’nin vefâtından sonra Vahyin iki ayrı kategorideki vizyon ve misyon çabasına yönelik konular hakkında farklı tartışma ve uygulamalara girdiğini anlatmaktadır.

Dolayısıyla Vahyin “insan” eksenli evrensel, sabit, ortak normlar listesi ile ikinci misyonu ve vizyonu olan, indiği topluluğu bir noktadan alıp bir noktaya taşıma sürecinde kendi tipolojisini de yaşatarak (El-İnsan) terbiye etme çabası arasındaki ilişkiyi çözümlemek ve El-İnsan analizlerinde konu olarak “tarihsellik potansiyeli”ne dikkat çekmek ile Rönesans sürecinde ve sonrasında geliştirilen modern El-İnsan tipolojisinde konu olan insan tasavvuru eksenli tarihselcilik, farklı bağlamlardır.

Buna rağmen Türkiye’de kendini “tarihselci” diye tarif eden veya öyle tanımlanmaya itiraz etmeyerek “İhale bizde kaldı, ne yapalım!” diyen kişilerin (Prof. Dr. Mustafa Öztürk bu kabulde teslim bayrağını çekmişlerin önde gelen ismidir örneğin) açıklama ve yorumlarına baktığımızda, El-İnsan kapsamındaki “tarihsellik potansiyeli”ni değerlendirmek ile modern insan tasavvurundaki tarihselci dünya görüşünü benimsemek arasındaki farkı ya unuttuklarını ya da popülizmin dalgınlığına kurban gittiklerini düşünüyorum. Değilse, “Kim, tarihselciliği nasıl tarif ederse etsin, ben istediğim gibi tarif eder ve öyle değerlendirilmek isterim!” saflığına düşülmüş olunur. Ki ne modern El-İnsan’a yâr olabilirsiniz böylece, ne de “Kur’ân’da her şeyin tek misyonu ve vizyonu var, o da kıyamete kadar tek şablon-normdur” diyen ve Nebî döneminde El-İnsan potansiyelini tarih üstü model sayan anlayışa Müslüman kalırsınız!

“Tarihselcilik” kayığına bir kez binmeyegörün!