VAHYİN varoluşsal
eksende tüm zaman-mekan-şartlar içinde sabit hükümler, evrensel normlar, ortak
değerler, kalıcı sorumluluklar gibi insan fıtratına/doğasına odaklı bir “insan”
misyonu ve vizyonu vardır.
“Masum insan
öldürme, hırsızlık yapma, adil ol, anne-babaya saygı göster, yalan söyleme, zina
etme, barışı kolla, kişiye hakkını teslim et, sana kastedilmediği sürece
savaşma, gıybet etme, sevgiyi ve merhameti yay, kişinin hoşlanmayacağı lakaplar
takma”
gibi tüm hükümler ve prensipler bu kapsamdadır.
Nitekim
Kur’ân’da, “Şimdi söyleyeceklerimiz/söylediklerimiz
aynı ile önceki sahifelerde de vardır!” ifadesi ile söz konusu edilmiş âyetler,
bu “insan” odaklı misyon ve vizyon listesini ortaya koymaktadır.
İnsan
eksenli bu sabit/evrensel/kadim ve tüm zamanlarda özlenen, kabul edilen listeye
baktığımızda, tespit edilmiş tüm değerlerin ve normların ister Vahiy merkezli ve
El-Kitaplı toplumlarda (Kur’ân buna “Ehl-i Kitap” demektedir), isterse El-Kitap üzere olmayıp tamamen aklî ve tecrübeye dayalı edinilmiş fikirlere
ve prensiplere sahip toplumda olsun (Vahiy bu toplumu “ümmî toplum” diye
tanımlar), üç aşağı beş yukarı aynı olduğu tarihen sabittir.
Bugün
de modern çağda sabit, evrensel, ortak değerler listesinin benzer olması, insan
fıtratı esas alındığında ortaya konulan listenin kıyamet kopana kadar
korunacağına bir başka delildir.
Ancak
Vahyin tek misyonu ve vizyonu, genel geçer, evrensel, sabit ve tüm zamanlarda
tekrarlanacak insan odaklı prensipler, değerler, ölçüler, normlar ortaya koymak
ile sınırlı değildir.
Vahyin
bir ikinci misyonu ve vizyonu daha var ki, indiği bu topluluğun (Kur’ân için bu
topluluk, belirli bir zaman-mekân, dil-örf, anlayış-gelenek üzere bir
topluluktur ve ona “El-İnsan” der; örneğin Arap, bir “El-İnsan” tipolojisidir;
Türk de yine böyle) aşama aşama, özümsete özümsete, ikna ede ede hem birinci
misyondaki ve vizyondaki insan fıtratına dayalı evrensel değerlere yaklaştırır,
hem de mevcut El-İnsan’ın âdet, örf ve sünnetini korumasına yani Vahiy ile
uyumlu kalmak kaydıyla “Arap/Türk/El-İnsan” olmasına izin verir.
***
Ancak
Vahyin gerek birinci misyonu ve vizyonu olan evrensel, sabit ve “insan”
muhataplığındaki listeyi, gerekse ikinci misyonu ve vizyonu olan El-İnsan’ı
aşama aşama, ikna ede ede bu evrensele yaklaştırırken kendi tipolojisini de
korumasına izin vermesini El-Kitap (Kur’ân) içinde örneklemesi ve yer vermesi, Müslümanların
tarihinde bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara ve arayışlara zemin
kılınmıştır.
“Kur’ân kıyamete
kadar evrensel, sabit ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir kutsal kitaptır!” metodunu kullanan
ve tüm dünya görüşünü bu zeminde geliştiren mezhepler, meşrepler, ekoller ve
ilmî mülâhazalar, doğal olarak Vahyin ikinci misyonu ve vizyonu kapsamında olan,
indiği topluluğu bir noktadan alıp bir noktaya taşıması sürecini, “Vahye muhatap olan toplum da yeryüzündeki
tüm El-İnsan tipolojileri içinde ideal, zirve ve tüm zamanlara şablon modeldir”
inancı ile anlamış ve Kur’ân’da söz konusu edilmiş her şeyi “sabit-evrensel-tüm
zamanların şablonu” diye benimsemiştir.
Bu
metodu benimsemiş anlayış/kavrayış farklı zaman, mekân ve şartlar içindeki
insanlara (El-İnsan tipolojilerine) Vahyin indiği topluluk dönemini her şeyiyle
aynı ile dayatmış ve uymayıp direnen toplumları suçlamış, imkân nispetinde
hizaya getirmeye çalışmışlardır.
Müslümanların
tarihinde bu metot, en yaygın ve gelenekselleştirilmiş anlayıştır.
***
Buna
karşılık bir başka anlayış/metot ortaya konulmuştur ki, bu farklı metot da şu
fikri dillendirmiştir:
Vahyin
indiği topluluk üzere (El-İnsan) okumalar yapılmalıdır; evrensel, sabit
değerler parmakla sayılıdır ve Vahiy de bunları hatırlatmıştır. Ancak Vahyin
ikinci misyonu ve vizyonu daha fazla yer edinmiştir; tüm süreç ‘El-İnsan’
tipolojisini eksen almıştır.
Dolayısıyla
biz Vahye, “Bir topluluğu nasıl terbiye
ediyor ve o toplumun tipolojisini nasıl yaşatıyor?” penceresinden bakarak
yorumlamalıyız. Doğal olarak Kur’ân’daki örneklerin çoğu o topluluğu El-İnsan
tipolojisini dikkate aldığından, bu bağlamdaki prensipler ve normlar
değiştirilebilir veya rötuşlanabilir. En azından yeniden yorumlanmak
durumundadır.
Kur’ân’da
büyük ölçüde yer alan El-İnsan (doğal olarak Arap tipolojisi) süreçleri, daha
çok ana mesaj ve reeli okuma metotları bağlamında anlaşılmalı,
değerlendirilmeli ve üretilmelidir. Kuşkusuz bu ikinci metot ve anlayış,
özellikle savaş hukuku, kadının statüsü, mîras ve şâhitlik gibi Kur’ân’da yer
alan hükümleri/normları bu bağlamda yorumlamaktadırlar.
Kuşkusuz
bu ikinci metodu tercih edenler içinde farklı gruplar da türemiştir. Örneğin, “Vahyin birinci misyon ve vizyonunda yer
alan sabit, evrensel, ortak normlar listesi, ‘insanlık mîrası ve tüm
inançların, ümmi toplumların tarihsel tecrübesi’ olarak görülmelidir; dolayısıyla
bütün dinler tek dindir ve her din bu listeye tâbidir” şeklinde
finallendirenler de olmuştur.
***
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Bir
de modernleşme sürecinde geliştirilmiş metotlardan/varoluşu yorumlama
biçimlerinden biri olan “tarihselcilik” var ki, kendi bağlamında başlı başına
incelenmesi gereken, kendi içinde aşamaları olan bir “hayatın kaynağı-insanın
geleceği” diyalektiğinde örülmüş “dünya görüşü”dür.
Bu
dünya görüşünün, Vahyin ikinci misyonu ve vizyonu ile örtüşen (El-İnsan’ı örgütleme
formlarında) yanları olduğu veya tarihselcilik ile El-İnsan hakkında Vahyin
tutumu arasında bağlam-dil örtüşmesi olduğu iddiası var ki, bu algı problemli
bir pozisyon alıştır bizce. Fakat yazımızın ana ekseni “tarihselcilik” değil de
Vahyin El-İnsan’a yaklaşım biçimi olduğundan, El-İnsan’ın “tarihsellik”
potansiyeline dikkat çekmektir.
Vahyin
Arap tipolojisini alıp aşama aşama, onu ikna ede ede “Araplıktan çıkmak”
zeminine getirerek, onu daha sonra adı “Müslüman” olan bir “saf insan tipolojisi”ne
dönüştürmediğini biliyoruz.
Veya
Vahyin, “Yeryüzündeki bütün El-İnsan
tipolojilerini ‘insan’ fıtratına getireceğim” iddiasıyla yok etmek gibi bir
gizli ajandası olmadığını biliyoruz. Nitekim bütün Nebîlere inen Vahyin serencâmına
baktığımızda, Vahyin her zaman El-İnsan’ı da muhatap alarak ikinci misyon ve
vizyon kapsamında tedrîcen bir noktaya getirmeye gayret ettiğini biliyoruz.
Üstelik Vahyin ana ölçülerine uymak kaydıyla indiği toplumdaki El-İnsan
tipolojisini koruduğunu, hattâ o tipolojinin birçok âdet, örf ve sünnetinin
devamına izin verdiğini, yeri geldiğinde benimseyerek örnek gösterdiğini de
tespit ediyoruz. Üstelik bu misyon ve vizyon çabasına yönelik örneklerin Kur’ân’da
(El-Kitap) kayıt altına alındığını görünce, Müslümanlar olarak bunu nasıl ele
alacağımıza ilişkin bir arayış da oluşuyor.
Öyle
ki, İslâm tarihi bize, Ashab-ı Kirâmın bile Nebî’nin vefâtından sonra Vahyin
iki ayrı kategorideki vizyon ve misyon çabasına yönelik konular hakkında farklı
tartışma ve uygulamalara girdiğini anlatmaktadır.
Dolayısıyla
Vahyin “insan” eksenli evrensel, sabit, ortak normlar listesi ile ikinci
misyonu ve vizyonu olan, indiği topluluğu bir noktadan alıp bir noktaya taşıma
sürecinde kendi tipolojisini de yaşatarak (El-İnsan) terbiye etme çabası arasındaki
ilişkiyi çözümlemek ve El-İnsan analizlerinde konu olarak “tarihsellik
potansiyeli”ne dikkat çekmek ile Rönesans sürecinde ve sonrasında geliştirilen
modern El-İnsan tipolojisinde konu olan insan tasavvuru eksenli tarihselcilik,
farklı bağlamlardır.
Buna
rağmen Türkiye’de kendini “tarihselci” diye tarif eden veya öyle tanımlanmaya
itiraz etmeyerek “İhale bizde kaldı, ne
yapalım!” diyen kişilerin (Prof. Dr. Mustafa Öztürk bu kabulde teslim
bayrağını çekmişlerin önde gelen ismidir örneğin) açıklama ve yorumlarına
baktığımızda, El-İnsan kapsamındaki “tarihsellik potansiyeli”ni değerlendirmek ile
modern insan tasavvurundaki tarihselci dünya görüşünü benimsemek arasındaki
farkı ya unuttuklarını ya da popülizmin dalgınlığına kurban gittiklerini
düşünüyorum. Değilse, “Kim, tarihselciliği
nasıl tarif ederse etsin, ben istediğim gibi tarif eder ve öyle
değerlendirilmek isterim!” saflığına düşülmüş olunur. Ki ne modern El-İnsan’a
yâr olabilirsiniz böylece, ne de “Kur’ân’da
her şeyin tek misyonu ve vizyonu var, o da kıyamete kadar tek şablon-normdur”
diyen ve Nebî döneminde El-İnsan potansiyelini tarih üstü model sayan anlayışa
Müslüman kalırsınız!
“Tarihselcilik” kayığına bir kez binmeyegörün!