
“BİZ Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler
için bir şifa, bir rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır.” (İsra,
82)
***
İnsanlığın ruh dünyasını tarumar eden her türlü bedenî
ve ruhî hastalık ve adaletsizliğin tarafı ve müsebbibi olan fikir ve hareketler
şeytanîdir. Bu senaryonun yazarlarının bazı toplulukları ve kimi devlet
yöneticilerini teslim aldıkları günümüzde, çare, Kur’ân’daki şifadadır, Nebevî
irşad ve Risâlet’in metotlarındadır.
Çünkü Kur’ân’ın getirdiği din, Hak Din; verdiği
bilgiler, doğru bilgiler; çağırdığı yol, doğru yoldur. Ahlâk ve yaşayışta
doğruluk ve dürüstlüğe çağırmakta ve böylece bütün yönleriyle bâtılı ortadan
kaldırmaya yöneltmektedir. Bu sebeple Allah, yukarıdaki ayette Kur’ân’ın
getirdiklerini müminler için “şifa ve rahmet” olarak nitelemiştir. Müfessirler
genellikle Kur’ân’ın şifa ve rahmet oluşunu manevî anlamda açıklamışlardır.
Buna göre Kur’ân’da şifa vardır yani o, iman, amel ve ahlâka ilişkin manevî
hastalıkları iyileştirir, müminleri bunlardan korur; kalplerden cahillik
örtüsünü kaldırır, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kuşkuları ve
tereddütleri giderir.
Kur’ân’da rahmet vardır. Yani Kur’ân kısaca din ve
dünya hayatının doğru, sağlıklı ve güzel olması için gerekli bilgiler içerir;
hakkını vererek okuyanlara büyük ecirler kazandırır, Allah’ın mağfiretine ve
hoşnutluğuna lâyık kılar.
Kur’ân’ın nuru, bize maddenin hilkati ve işletilmesindeki
hikmetin elde edilmesini ve faydalarının sırrına vâkıf olmamızı emrediyor.
Âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ, Kur’ân’da (Hadid, 25), hem güç sembolü olan,
hem de insanlara çeşitli faydalar sağlayan demirin de bir nimet olarak
yaratıldığından söz etmektedir. Ayetin üslûbundan, Allah’ın dinine ve
peygamberlerine yardım eden, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin bu
gayelerini gerçekleştirebilmek için demirle sembolize edilen maddî güce ve siyâsî
otoriteye sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır.
Yine şeytanî olan haris ve kapitalizmin sunduğu
modernizmin süslü dünyası ise, demir madenini hilkate muhalif bir düşünce ile
işleterek, mazlumları, savunmasız çocuk ve yaşlı bedenleri, iffetli hatunları, nur
yüzlü bebekleri, güçsüzleri yok ederek arzı ateş topuna çeviren, ölüm kusan
silahlarla cehennem zebanilerinin görevini görür. Kabil’in soyundan olduklarını
ibraz ediyorlar.
Kur’ân’ın nuru ile beslenmeyen, yaşadığı hayatı İslâm
zanneden kimi nasipsizler, İlâhî tebliğden sanki bîhaberler(!). Ancak Allah-u Teâlâ’nın
şeraitine göre, “Öyleyse tarttıklarınızı adâletle dosdoğru tartın ve hiçbir
zaman ölçüyü eksik tutmayın!” emrine riayet etmeleri gerekmektedir. Ancak
dünyevî bir hırs, açgözlülük ve tamah-ı dünya hâlleri hem insanlarımızın
ekonomik durumlarının bozulmasına sebep oluyor, hem de toplumun bütünlüğünün
bozulmasına yol açıyor. Bakınız, Kur’ân’daki (Mutaffifin, 1-6) hükmü bazı
müfessirler nasıl açıklıyorlar:
“Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar, 2 ve 3’üncü ayetlerdeki
açıklamaya göre ‘alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenleri’ işaret
etmektedir. Bu sebeple 1 ilâ 3’üncü ayetlerde bir taraftan eksik ölçüp
tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken, diğer taraftan
böylesi çirkin bir işe kalkışanların ahirette cezalandırılacaklarına dikkat çekilmektedir.
Burada ölçü ve tartı örnek bir işlem olup, daha genel
olarak insanların kendi haklarını gözettikleri kadar sorumluluklarını da özenle
yerine getirmeleri gerektiği vurgulanmakta, hakka, hukuka konu olan her işlemde
doğruluk ve adaleti titizlikle korumaları istenmektedir.
Devamındaki ayette, ölçü ve tartıda hile yapan
kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak inanmaları bir yana, bunu muhtemel
görmeleri hâlinde bile bu sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına
dikkat çekilmektedir. Anlaşılan, Kur’ân’ın nuru bize helâs olmayı ve şifayı
işaret ediyor. Veyl ondan, o İlâhî nurdan nasiplenmeyenlere!”
Yine Allah-u Teâlâ, Peygamber’in şahs-ı manevîlerinde,
“Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın! İnsanların mallarının değerini
düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” (Hud, 85)
buyuruyor.
Hakkın teslim edilmediği, mazlumun ahının Arş-ı A’lâ’ya
çıktığı, vahşi kapitalizmin baronlarının yetimin, mahzunların ve mazlumların
gözyaşları üzerine kurdukları imparatorlukların, modern Ziggurat tapınaklarının
yıkılmasının ve haklı olanın güçlü olduğu dünyanın inşâsı, ancak Kur’ân’daki
şifadadır, Risalet-i Nebevî’dedir.
Özetle, Kur’ân ahkâmını “sebeb-i hayat” bilip o ahkâma
göre yaşayalım. Vesselâm…