Kur’ân’ı anlamak ve ahkâmına göre yaşayabilmek (2)

Dinî değerlerin istismarına karşı Hazreti Muhammed’in (sas) verdiği sert tepki, aynı zamanda günümüzde de bu istismara yeltenenlere karşı uyanık olunması ve onlara fırsat verilmemesi gerektiği yönünde bizleri uyarmaktadır. Bu durum, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonsuza dek yaşaması için, bizlerin iyi birer yurttaş ve doğru birer Müslüman olması gerektiği noktasında da derin uyarılara sahiptir.

BU bölümde, ümmet olarak en çok mustarip olduğumuz, hemen hemen her millî hamlemizde karşımıza çıkan, çıkarılan engellerin en büyük malzemesi “yalan”ın gerek fert, gerekse ailelerimizi ve dolayısıyla Devletimizi yakından alâkadar eden sosyal medya ve beraberindeki ahlâkî problemlere bakacağız.

Günümüzde toplumları bir bütün olarak, maddeten ve manen sömüren lâdinî yapıların kullandıkları en büyük silah, yalan ve iftiradır. Allah-u Teâlâ’nın “kebâir günahlardan” saydığı yalan fiili, “fitne”  başlığı altında değişik şekil ve usullerle sosyal medya kumpasları ve algı operasyonlarına da malzemedir.

Hak Din’e karşı yapılan iftiralar devletlerin düzenlerini hedef almaktadır. Beşerî münasebetlerde aileleri ifsat edip genç dimağlara fuhşiyat ve küfrü telkin etmekte, yazılı ve görsel medya mihraklarıyla köpürtülmektedir. Bugün bu fitne kaynağı, şeytanî yapıları destekleyen, başta ABD ve AB mahreçli ajans ve basın-yayın organlarının merkezleridir. Bu emperyalist devletler, bunu sömürü düzenlerine karşı olan İslâm’a besledikleri kin ve nefretin husumetlerinden yaparlar.

Vahşi kapitalizmin baronları, silahla işgal edemedikleri coğrafyaları, o ülkedeki insanların bir kısmını para yahut değişik vaatlerle “mankurtlaştırarak” ve genç nüfusa teknolojinin süslü tarafını gösterip mâzilerine düşman hâline getirerek fitneyi yaymaktadırlar. İstiklâl ve istikbâlimize düşman bu devlet ve yapıların içimizdeki fitne yuvaları adeta birer “Mescid-i Dirâr” mesabesindedir.

Bu noktada hatırlayalım ki, Yüce Allah, Kur’ân’ı düşünerek okumamız, anlamamız ve ondan öğüt alarak hayatımızı ona göre yaşamamız için indirmiştir. Kur’ân’ın bizden diğer bir isteği ise, ayetleri üzerinde düşünmemiz, aklımızı ve zekâmızı kullanmamız ve ihtiva ettiği hakikatlerden ibret almamızdır. O hâlde Kur’ân’a danışalım ve “Dirâr Mescidi” ne olduğunu görerek günümüzde onun görevini yapan mihrakları mukayese edelim: “(Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescit kuranlar ve ‘(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Tevbe, 107)

Müfessirler bu ayetin nüzul sebebini şöyle açıklarlar: “Medine’de İslâm’dan önce Ebu Âmir isminde biri Hıristiyan papazı olmuş ve Resûlullah’ın peygamberliğine haset ederek Uhud ve Huneyn’de O’na karşı savaşmıştı. Bu adam müşriklerin mağlûbiyeti üzerine ümit keserek Şam’a kaçtı. Oradan münafıklara, ‘Elinizden geldiği kadar silahlanın, hazırlanın ve benim için bir mabet yapın. Ben Rum Kayserine gidiyorum, oradan büyük bir ordu ile gelip Muhammed ve arkadaşlarını sürüp çıkaracağım’ diye haber gönderdi. Münafıklar da Kuba Mescidi’nin cemaatini bölmek, müminler arasına nifak sokmak ve adı geçen papaza bir mabet hazırlamak maksadıyla bir mescit yaptılar. Resûlullah, Tebük Seferi’nden dönünce, yaptıkları mescitte namaz kılması için O’nu davet ettiler. Resûlullah daveti kabul edip gitmeye hazırlanırken bu ayet indi.”

Zaman ve mekân kavramını mücerret hâle getirelim… Günümüzde gelişen fitne hareketleri, suret-i haktan görünüp münafıklık yapan siyâsî organizasyon ve STK’ları görünce anlıyoruz ki, zaman değişiyor lâkin Kur’ân mesajını kavrayan ve akledenler için mesele değişmiyor.

Tevbe Sûresi’nin 107 ilâ 117’nci ayetleri indi. Bu ayetlerin gereğini yerine getiren Hazreti Muhammed, “zararlı mescidi” yıkıp yaktırdı.

Akıl sahipleri için ibret alınması icap eden hülâsa-i kelâm şöyle olsun: Bu sözde mescidin inşâ edilmesi ile yıkılması olayının hem İslâm tarihinde, hem de günümüzde ortaya çıkan anlam ve talimatları, dinî değerlerin kötüye kullanılması ihtimâlinin her zaman mümkün olabileceğini gösteren bir işarettir. “Zararlı mescit” olayı karşısında Hazreti Muhammed’in (sas) verdiği yıkım kararı, O’nun dinî ve siyâsî otoritesini güçlendirmiş, buna karşılık muhaliflerinin güç ve etkisini azaltmıştır. “Zararlı mescit” olayında görüldüğü üzere, dinî değerlerin istismarı toplumda bölücülüğe yol açmakta ve millî birliğe zarar vermektedir.

Fitne, aileleri perişan ediyor, ahlâkî dejenerasyona yol açıyor. Dinî değerlerin istismarına karşı Hazreti Muhammed’in (sas) verdiği sert tepki, aynı zamanda günümüzde de bu istismara yeltenenlere karşı uyanık olunması ve onlara fırsat verilmemesi gerektiği yönünde bizleri uyarmaktadır. Bu durum, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonsuza dek yaşaması için, bizlerin iyi birer yurttaş ve doğru birer Müslüman olması gerektiği noktasında da derin uyarılara sahiptir.