Kum tanesi

Denizin sularında süzülürken âniden başka bir fırtına daha buldu onu. Yeniden kapıldı ona kırık kabuğuyla, tepetaklak oldu. Kumdan yeryüzü kayıp gitti yeniden. Altüst olunca dünya, İnci, kum tanelerinden sıyrıldı ve yeryüzü onu kustu âdeta. Çıktı İstiridye’nin karşısına, çarptı kabuğuna. İstiridye, İnci’ye şunları söyledi: “Yollarımızın kesişmesi, birbirimize süratle çarpmamız… Bu, kaderdir bir taneciğim!”

OKYANUSUN nâhoş karanlığında, sırtı yosun tutmuş bir İstiridye, bir gün bir fırtınaya karıştı. Okyanus halkı bu müthiş devinimden kaçışıp dururken, o, sularda savrulmaya mahkûm oldu, dev kayalara çarptı.

Yaşananlar karşısında şaşkın bakışları olacaktı İstiridye’nin, eğer gözleri olsaydı. Elleri olsaydı, tutunacaktı bir kayaya. Eğer ayakları olsaydı, var gücüyle koşacaktı yahut parmaklarını geçirecekti kumdan yeryüzüne. Yüzgeçleri olsaydı, süzülecekti fırtınanın arasından...

Bunları düşünüyordu yoksunluğu onu dalgaların şiddetli ahengine uymaya zorlarken. Bir an oldu, dindi fırtına. Fakat karıştı okyanusun içi. Kum yerden kalktı, yeryüzü yenilendi. Gövdesini yoklarken fark etti İstiridye, kabuğunda bir çatlak oluşmuştu. Bir ah çekti ki ufak bir kum tanesi kaçıverdi içine. Olanlar oldu böylelikle.

Fırtına meydana geldi geleli İstiridye yapayalnız, kayaların arasında günlerini geçirdi. Çehresine hüzün bürünmüştü. Dostlarından uzaklaşmış ve ne yazık, dostları ondan kopmuştu. Bu iki ayrı uzaklaşma, bir araya gelmenin imkânsızlığını kanıtlıyordu ona. Dostlarının peşine düşmeyi bu yüzden hiç düşünmedi. Yalnızlığına çâreyi, zaman zaman yanından geçen balık sürülerine selâm vererek, kestanelerle sohbet ederek ve ahtapotlara sataşarak gidermeye çalıştı. Yüzeysel bir tanışıklıktı bu, yeni okyanusta yeni biriydi.

Yalnızlığına alışmış, aynı gök ve okyanus gibi dinginleşmişti ki balık sürüsünün yolunu gözlediği bir gün, kabuğunun altında, kalbinin yakınlarında müthiş bir sancı hissetti İstiridye. Gövdesini yokladı. Ağır, yuvarlak ve sedef kaplı bir acı duydu. Neydi bu kabuğunu sızlatan? İnce ince içini yoklayan neydi?

Acısı günden güne arttı. Selâmı, sohbeti kesti yeni arkadaşlarıyla. Acısıyla baş başa kalmayı diliyordu. Çünkü yanına kim varsa, sağlıksız olduğu için onu küçümsüyor, kendi sağlığıyla övünüyordu. İstiridye bunları duymak istemiyordu. Onun canı, içindeki apansız sancıdaydı. İki kelimeyi bir araya getiremez oldu. Yalnızca her gün, her saat ve dakika onu Yaratan’dan şifâ diliyordu. Bir gün sancısı katlanılamaz oldu ve gövdesi kabardı İstiridye’nin. Kesik hıçkırıklarla ağlıyordu ki bir mil ötesinde bir hengâme koptuğunu hissetti. Fırtınanın habercisiydi bu. Beklemeye koyuldu yalnızca. Teslim oldu. Artık kaçabilmeyi dilemiyordu. Aksine fırtınaya kapılmayı, kayalara çarpmayı ve parçalanmayı hayâl ediyordu.  

“Şu sancıdan bir kurtulabilseydim!” derken fırtına buldu onu. Savurdu okyanusun bir köşesinden bir köşesine. Tüm kayalara çarptı. Tüm kumları altüst etti. Okyanusun tüm canlılarının korkusunu taşıdı. Birbirine çakışık hayatları izledi. Sürdürdüğü yaşamı sorguladı. Ağladı ve güldü. Bağırdı ve sustu. Dayak attı ve dayak yedi.

Fırtına durgunlaştığında, kabuğu kırıklar içerisindeydi. Fakat sancısını bulamadı içinde. Başucuna düşürmüştü onu. Şükürler etti, kahkahalar attı kırıklarını yok sayarak. Fırtınayı o çağırmıştı, emindi bundan. Yüzüne bakası yoktu o sancının. Ona bir isim koydu ve bir çukur açtı yeryüzünde. “İnci” olacaktı adı...

İnci’yi gömdü kabuğunun kırıklarıyla beraber. Bir şiir yazdı ona ve arkasına bakmadan dalgalarla süzüldü İstiridye. O gün okyanusta dalgalara yön verenin kendisi olduğuna inandı ve bununla övündü durdu.

Bir fırtına vaktinde, yabancı bir kum tanesi gövdesinde yer edinmişti. İstiridye, farkına varmadan onu büyütmüş, sedef kaplamış ve parlatmıştı. Yeryüzünden çirkin bir kum tanesini güzelleştirmişti. Ona, “İnci” adını koymadan önce “sancı” diyordu. Bu sancıyı taşımak, ona ölümü arzulattırıyordu. İnci’yi gövdesinde barındırdığı günlerde gözyaşları döktü. Suskunluğa boğuldu. Sürdürdüğü hayat zorlaşmış ve yapayalnız kalmıştı. Ona kalırsa, İnci’den kurtulduğunda yeryüzünün en mesudu oydu. İstiridye gömdü İnci’sini. Kırgın kabuğuyla nâhoş karanlığına geri döndü.

Fakat fark etti ki, son fırtınanın ardından hep o sancının eksikliğiyle yaşıyordu İstiridye. Ne çok özlüyordu onu ve bunu inkâr etmeyi ne çok isterdi! Denizin sularında süzülürken âniden başka bir fırtına daha buldu onu. Yeniden kapıldı ona kırık kabuğuyla, tepetaklak oldu. Kumdan yeryüzü kayıp gitti yeniden. Altüst olunca dünya, İnci, kum tanelerinden sıyrıldı ve yeryüzü onu kustu âdeta. Çıktı İstiridye’nin karşısına, çarptı kabuğuna. İstiridye, İnci’ye şunları söyledi: “Yollarımızın kesişmesi, birbirimize süratle çarpmamız… Bu, kaderdir bir taneciğim!”