Kültürel yozlaşma

Bu gelişmeler bununla da sınırlı kalmayarak bir sonraki aşama olan “şey-şey” ilişkisine doğru yol almaktadır. İnsanın, şeyleştirdiği bir dünyada yozlaşması kaçınılmaz. Yapılan önemli bir tespit var ki, tarihe bakıldığında bilimlerin gelişimi hiçbir yerde ahlâkın gelişmesini sağlayamamıştır. Kültürel yozlaşmanın önüne geçmek için dinî/mânevî bağları güçlendirmek, millî geleneklere bağlı kalmak önemlidir.

İNSAN dünyasında iki önemli durum vardır; biri gelişme, diğeri de gerileme... Gelişme, ilerleme ve yükselme ile değer kazanır. Gerileme ise bozulma ve çürüme ile değersizleşir. Gelişme ve gerileme, insan hayatındaki etkileri olumlu veya olumsuz olarak değerlendirildiğinde yine bir kültür içinde yer alır. O hâlde kültür nedir ve kültürden ne anlıyoruz?

İnsanların eğitim ve gelişme seviyeleri kültürden ne anladıklarını da ortaya çıkarır. Kültür, sözlükte “(1)bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının bütünü; (2) tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü” şeklinde tanımlı.

Yukarıdaki tanımların birincisi ad, ikincisi de toplum bilim terimi olarak ifade edilmektedir. Kültür kavramının pek çok anlamı vardır. Kültür, insanoğlunun maddî ve mânevî olarak ürettiği/yarattığı her şey; gelenekleri, görenekleri, dili, dini, edebiyatı, giyimi, mimarisi, yemekleri şeklinde ifade edilmektedir.

Toplumun kültür durumu gelişmeyi sağlayıp gerilemeye neden olduğuna göre, burada sağlıklı ve sağlıksız bir yapı söz konusudur. Bir kültürün sağlığının bozulması, onun ahlâksız bir yapıya maruz kalması demektir. Bir ferdin ahlâk yozlaşması ile bir toplumun da aynı yozlaşmadan etkilenmesine karşılık, kültür taşıyıcısı bir toplum için aynı şey söylenemez. Ferdin, ahlâk yozlaşmasını engelleyemeyeceğine karşılık yaşamı devam eder ve bu durum kültür içinde kendine yer bulur.

Kültürel yozlaşma içinde bir toplum, yok olmaya namzettir. Yozlaşmanın ilerlediği bir toplumda nitelikli başka bir alan kalmadığı için bitiş, yok oluş süreci başlar. Kültürü de doğrudan etkileyen ahlâk (olumlu ve olumsuz olmak üzere), toplumun her alanında vardır. Ahlâk ve ahlâksızlık birliktedir. Biri diğerini ya çürütür ya da düzlüğe çıkarıp sağlıklı yapar. Toplumda her ilerlemenin de bir sınırı vardır. İlerleme ile varabileceği en üst düzeyden sonra kendini yenilemesi gerekir. Aksi hâlde tekrar duraklamayı, bozulmayı, dolayısıyla gerilemeyi getirir.

Ruh ve beden birliğinin nasıl sağlanması gerekiyorsa, toplumda da kültürel anlamda bir ruh birliği sağlanmalıdır. Sağlıklı bir toplum için bu şarttır. Fertlerin görüş tarzları yaşam biçimlerini ve başarılarını belirler. Eğer toplumda görüş birliği yok ise, bu durum başarısızlığı etkiler. İnsan dünyaya nasıl bakıyorsa öyle yaşar. Bu yaşayış tarzı toplumda farklı etkilenmeleri doğurur. Zira insan, etkilenen bir varlıktır.

Dinin de toplumumuzda önemli bir yeri vardır. Halkın büyük çoğunluğunun dinine düşkün olduğu bilinir. Din merkezli olmasa da dinî egemenliğin eksik olmadığı bir toplumda, insanların bu inançlara göre yaşadıkları görülür. Dinî bir görüş tarzı ile din merkezli bir yaşam tarzı birbirine yakın gibi olmakla birlikte birbirinden ayrıdır. Burada din merkezli bakış tarzının hayata tam hâkim olamaması hem ahlâkî, hem de kültürel açıdan sağlıksız bir yapıyı ortaya koyar. Eğer dinî görüş tarzı tam mânâsıyla yaşanmış olabilseydi toplumda ahlâkî anlamda bir bozulma ve yozlaşmadan da söz edilemezdi.

Fertler teori ile pratikte bir bocalama içindedirler. Bu bocalama hâli toplumda dinin de yozlaşmasını göstermektedir. İnsanın dine uyması yerine dini kendine uydurması, ahlâk ve kültür açısından yozlaşmayı getirmektedir. Fertlerin varlık yapısı ile yaşam biçimleri birbirine çok yakın ve güçlü ilişkiler içinde olmasına karşılık özdeş değildir. İnsan çok yönlü bir varlıktır. Hayatı boyunca karşıt güçlerle iç içedir. Karşıt güçlerin çatışması insanda ya başarı ya da yenilgi olarak karşılık bulur. İlkelliğe daima yenilen insanoğlu, kendini niteliksiz bir yaşam içinde bulur. İşlevi daralır, hantallaşır, yaşamı o ölçüde olur.

İnsan, yaşamına baktığımızda, varlık yapısı oldukça dinç ve sağlıklı olmasına karşılık görüş merkezli yaşam bakımından dirençsizdir. Fertlerin yaşamında değerler ve yaşama biçimleri bakımından koflaşmalar, görüş ve yaşayış uyumsuzluğu yapısından doğmaktadır.

Değerlerin boşalması, yaşamanın yozlaşmasını getirmektedir. Fertler hayatları boyunca yalnızca yozlaşmaya bağlı gelişmezler. Doğrudan veya dolaylı pek çok olay yaşamın içini boşaltır, onu dağıtmak için tüm gücünü kullanır. İnsanın yaşayabilmek için yapıp ortaya koyduğu her şey yıpranıp bozulmaktadır. İnsan yapıp ortaya koyduğu şeylerin hep aynı kalmasını, kendi isteği doğrultusunda olmasını ister. Fakat insanların ve doğanın yıkıcı etkisi başlar. Çünkü aslolan, varlığın kendisidir.

Olumsuz tüm doğa olaylarına karşılık bir ferdin görüş tarzına uygun yaşama idealinde olması, çelişkilerin azalmasını sağlayabilir. Fertlerin yapıp ürettikleri karşısında doğa her şeyi sürekli onarmak, düzeltmek, yeniden gözden geçirmek, denetlemek ve tamamlamak zorundadır Çünkü önemli olan yaşamdır. Doğa görünüşte kendisini yinelerken, insanın da kendini yenilemesi kaçınılmazdır. Ancak insanlar yaptıklarına karşı çok hoyrattırlar. Bu nedenle insan, kendisine ve yaptıklarına sürekli bakmak, durmadan uğraşıp didinmek zorundadır. Bu bitmeyecek çaba, yalnızca insanın yapıp yarattığı maddî ortamla ilgili değildir; kendi yaşamını kurduğu her şey bozulmaya açıktır.

Hayata yön veren, insanın kendi doğasıdır. İnsan yaşamını ayakta tutan değerlere doğanın doğrudan değil, insan üzerinden etkisi vardır. İnsan kullanır, koflaştırır ve yozlaştırır; yaşayabilmek için dünyayı değiştirmek ister, kendisine uydurur. Bunu kendisi, varoluşu için yapar.

Fertlerin yozlaşmasında gelişen teknoloji ve üretimin artması amacı da vardır. Gelişen teknoloji ile birlikte fertlerdeki sorumluluk bilinci makineleşmeye başladı. Böylece sorumluluk da mekanikleşti ve dijital bir hâl aldı. Dolayısıyla özgün çalışma ve üretici etkinlik bitti. Görüş tarzı, yaşayış tarzına erdi. Fikrî özgürlük, makineleşen bireyin mekanik işleyişinde yitip gitti. Mekanikleşen bir yaşamada, yaşamayı değerli ve güzel kılan her şey yozlaşmaya başladı. Mutluluk yerini hazza, yaratma/yaratıcı etkinlik yerini faydaya bıraktı. Dostluk ilişkileri çıkarlara, faydacılığa dönüştü. İnsana yaraşır değerler, tutum ve davranışlar kilitlendi. “Ben-sen” ilişkisi “ben-şey” ilişkisine dönüştü.

Bu gelişmeler bununla da sınırlı kalmayarak bir sonraki aşama olan “şey-şey” ilişkisine doğru yol almaktadır. İnsanın, şeyleştirdiği bir dünyada yozlaşması kaçınılmaz. Yapılan önemli bir tespit var ki, tarihe bakıldığında bilimlerin gelişimi hiçbir yerde ahlâkın gelişmesini sağlayamamıştır. Kültürel yozlaşmanın önüne geçmek için dinî/mânevî bağları güçlendirmek, millî geleneklere bağlı kalmak önemlidir. Kendi görüş, tarz ve yaşamına uymayan fikir ve hareketleri aşmak gereklidir.

Unutulmaması gereken hususlardan biri de şu: Okumayan cahil, anlamayan gafil, öğrenip uygulayan ise kâmil insandır. Fertlerin çoğu hazır fırsatları değerlendirip keyfince eğlenmeyi, beleşçilik ve tembellik içinde debelenmeyi tercih etmektedirler. İnsan, rûhen olgunlaşmak ve sonsuz mutluluğa ulaşmak amacıyla dünyaya gönderildiğine göre içinden geldiği topluluğun inancına, mâneviyat ve kültürüne sahip bir yaşayış içinde olmalıdır.