Kültürel etkileşimin Yeşilçam ve televizyon hâli

Mutfağımız da tıpkı aile kurumumuz gibi melezleştirilmek hedefi içindedir. Bu melezleştirme, yok etmekten önceki son aşamadır. Çok değil, beş yıl sonra kendimize ait bir tane yemeğimizin kalmayacağını, mutfaklarımızdaki alet ve edevattan yemek çeşitlerine kadar Türkçe olmayacağını söylemek bir kehanet değil, acı bir gerçeğin ifâdesidir.

KÜLTÜREL etkileşim, “birbirinden farklı kültürlerin bir şekilde karşılaşması ve birbirini etkilemesi” olarak tanımlanmaktadır. Kültürel etkileşim, toplumların birbirilerini tanımalarına katkı sağlarken sanatsal etkinliklerin yayılmasına ve bilinmesine de etki etmektedir.

Bunun yanında, kültürel etkileşim, toplumsal yapıyı bozmakta ve mevcut kültür değerlerini yok etmektedir. Kültürel etkileşimin en büyük hedefi yerel kültürdür.

“Bir toplumun birikim ve hayat tarzının başka bir topluma yaşam ve dil üzerinden aktarılması” olarak da tanımlanan kültürel etkileşimin temel mantığında, “Bugünkü kadar hızlı ve kitlesel olmasa da tüm kültürler zaman içerisinde değişirler. Değişim; çevre krizleri, yabancı istilâsı, kültür içerisinde davranış ve değerlerin farklılaşmasıyla meydana gelir”[i] anlayışı yatmaktadır. Kültürel etkileşim ile kültür transferi ya da baskın bir kültürün hâkim kılınması, birbirine yakın kavramlardır. Her kültürel etkileşim, zaman içinde bir kültür transferine dönüşebilmektedir. Bu dönüşüm genellikle Batı-Amerikan kültürünün transferi şeklinde olmaktadır.

Kültürel etkileşimin başat aktörü dildir. Bu bakımdan dil öğrenimi ya da yabancı dilde eğitim gibi faaliyetler, aynı zamanda kültürel etkileşim faaliyetleridir ve genellikle bu konuda faaliyet gösteren kişi ya da kurumlar da adı konulmamış birer kültür elçisidirler. Bu bakımdan dilin önem ve ehemmiyeti farklıdır. Çünkü “Dilin yalnızca göstergeler dizgesi değil, aynı zamanda bir kültür olduğu kabul edilirse, dil ile kültürün birbirinden ayrı düşünülemeyeceği görülür; o
hâlde dil öğrenimi ve öğretiminde ‘kültür’ unsurunu hiçbir zaman unutmamak gereklidir”[ii].

Bu anlamda dil, kültürel etkileşimi aktarma/iletişim misyonuna sahiptir. Bu konu hiç de sanıldığı kadar masum değildir. Bunu özellikle son yarım yüzyılda öne çıkan ve neredeyse dünya dili hâline dönüştürülen İngilizce üzerinden ele almak mümkündür. Genelde dil, özelde ise İngilizce öğretmenin esas boyutu, kültür etkileşimi sağlamak ve bu şekilde kültür transferi gerçekleştirmektir. Şöyle ki, “İngilizce konuşan Batı dünyasının inançları ve değerleri, gelenekleri oldukça farklı olan bireylere ve ülkelere empoze edilmektedir; İngilizceyi ikinci bir dil olarak öğreterek belirli değerleri ve inançları aktarırız”[iii]. Bununla beraber, kültürel etkileşim de tek başına dilden ibâret değildir. Dilin aktarım görevi yanında, davranış, kıyafet ve benzeri unsurlarla birlikte yaşam tarzı gösterisi de kültürel etkileşimi sağlayan önemli aktörler olarak ifade edilebilir. Bu durum, (yabancı) dil eğitimi ile sınırlı değildir.  

Yabancı dil eğitimindeki kültürel etkileşim, reklam kuşağında gösterilen reklamlara benzemektedir. Doğal olarak birçok insan reklâm kuşaklarında gösterilen reklâmlara karşı önyargılıdır. Ancak tehlikeli olan reklâm, reklâm kuşağında gösterilen değil, onun dışındaki sahnelerdeki doğal akış içinde gösterilerek şuuraltı mesaj etkisi içeren reklâmdır. Uzun zamandır küreselleşme,  kültürel etkileşime ev sahipliği yapmakta ve şuuraltı mesaj içeren reklâmlar gibi gizliden gizliye kültürel etkileşim, daha doğrusu kültür transferi yapmaktadır. Burada amaç, var olan yerel kültürel değerleri ortadan kaldırmaktır.

Küreselleşme ile kenarda köşede kalmış yerel kültürel değerlerin ortadan kaldırılması için kültürel etkileşim kartının daha güçlü bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bu kartla yerelde olan ve yerele ait olan hiçbir şeyin kalmaması, hasbelkader kalmış olanların da hükümsüz ve etkisiz hâle dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Bu eylemin birinci kademesinde yapılan; karşı çıkmak ya da yok etmek değil (hibritleştirmek), melezleştirmektir. Melezleştirmek, başlangıçta son derece cazip görünen, ancak bir adım sonrasında yok edicilik saklayan bilinçli bir eylemdir.   

Küreselleşmenin kültürel etkileşiminin öncü kuvveti medyadır. Medyanın yanında yardımcılık vazifesini üstlenen kuvvetler olarak sinema, tiyatro ve benzeri faaliyetleri saymak mümkündür. Bu kuvvetlerin hiçbirinin etkisini yadsımak doğru değildir. Özellikle sinemanın etki alanı oldukça geniştir. Yine özellikle Batı ve Amerikan kaynaklı filmlerin kimi dost, kimi düşman olarak gösterdiği, bakış açısının anlaşılması bakımından önemlidir.  Bu durum bizim sinemamız için de geçerlidir.

Bir an için gözlerimizi kapatıp, geçmişte “yılda 100 film çekmiş olmakla övünülen” Yeşilçam filmlerimize doğru kısa bir yolculuğa çıkalım. Bu filmlerimizde köyden şehre gelen genç erkek ya da kadın rollerinin eğitimini, bu eğitimde esas rol oynayan kıyafet, ifâde ve yaşam tarzını hafiften irdeleyelim. Sizce bu filmlerde, ısrarla ve üzerine basa basa gösterilen “evin içinde ayakkabılarla gezilmesi, gündelik hayatın hemen hemen her ânında su tüketir gibi alkolün tüketilmesi, alkol tüketiminin çoğunlukla ev içinde yapılması, evde kurulan her sofranın/masanın baş köşesinde alkol olması, kıyafetlerin anormal derecede beden teşhirine ağırlık verilerek seçilmesi ve gündelik hayatta kullanılan dilin halkın kullandığı dilden farklı bir noktada seyretmesi” sebepsiz, nedensiz ve kendiliğinden olabilir mi?

Yine o filmlerde (ki sıradan bir Batı filminde kolay kolay rahip ya da papazlarla ilgili olumsuz bir kare görmek mümkün değildir) gerekli gereksiz, senaryoya uygun ya da aykırı, ama her fırsatta köyün ya da mahallenin imamının kötü bir karakter olarak gösterilmesi normal, kendiliğinden ve bir organizasyona bağlı olmaksızın yapılmış olabilir mi?

Aynı Yeşilçam filmlerinde, milletimize ait olan ve “millî” olarak bilinen ne varsa, isimden kıyafete, mekândan zamana, inançtan ritüele varana kadar her ne varsa hepsinin alaya alınması nedensiz ve kendiliğinden olabilir mi?

O kadar uzağa gitmeyin, bu ülkede, “üç aylar” olarak bilinen Kamerî aylarda doğan çocuklara Recep, Şaban ve Ramazan isimleri verilirdi.  Günümüzde bu isimlerin, en çok da “Şaban” isminin âdeta kullanılamaz hâle getirilmesi, basit bir komedi maksadıyla ve sınırlı olarak yapılmış olabilir mi?

Elbette olamaz!

Günümüzde geçmişin en güçlü silahı olan sinema sektörü, iletişim ve ulaşım alanındaki teknolojik gelişmeler nedeniyle gücünü kaybetmiş ve bu gücü televizyonlara kaptırmıştır. Televizyon (TV), Yeşilçam’ın gerçekleştiremediği değişimin farkındadır ve ona göre daha bilinçli hareket etmektedir. TV’lerin saldırdığı ve değişime neden olmaya çalıştığı hususlar, toplumsal yapımızın en hassas unsurlarıdır. Bu unsurlar, aynı zamanda bütün uğraşısına rağmen Yeşilçam filmlerinin yıkmaya başaramadığı unsurlardır.

Yıllardan beri süren evlilik ve izdivaç programlarında ortaya konulan sahnelerin,  aynı şekilde tamamen kurgularla yapılan sözde aile meselelerini çözmekle meşgul gibi görünen programların hemen hemen hepsinin hedefi, toplumsal yapımıza dinamit koymaktan başka bir şey değildir. Bu programların her birinin adı konulmuş ya da konulmamış hedefi, aile mahremiyetini ortadan kaldırarak aile mefhumunu yıkmaktır. Üstelik bu programların hepsi plânlı ve sponsor destekli programlardır.

Bu plânlı ve sponsor destekli programların son serisi ve belki de en sinsi olanı, “yemek programları” adı altında yürütülmektedir. “Yemek programları” adı altında yürütülen senaryo, aslında toplumsal melezleştirme faaliyetinin değişik bir versiyonudur. Yemek programlarındaki değişim hedefi ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemlidir. Ancak kültürel etkileşim bahsinde bir nebze de olsa söz etmekte fayda vardır.

Yapılan şey dikkatli bir şekilde gözlemlenirse, mutfağımızın da tıpkı aile kurumumuz gibi melezleştirilmek hedefi içinde olduğu görülecektir. Bu melezleştirme, yok etmekten önceki son aşamadır. Çok değil, beş yıl sonra kendimize ait bir tane yemeğimizin kalmayacağını, mutfaklarımızdaki alet ve edevattan yemek çeşitlerine kadar Türkçe olmayacağını söylemek bir kehanet değil, acı bir gerçeğin ifâdesidir.



[i] Haviland, W.A. (1999). Cultural Antropology, Toronto: H B/Holt/Saunders, Canada.

[ii] Asutay, H. (2007). Dil Kültür ve Eğitim, Konya: Eğitim Kitabevi, ss.10.

[iii] Tercanlıoğlu, L. (2000). Linguistics for TEFL Students, İstanbul: Multilingual, ss.l91.