Kültürel benlik

İnsan, kültür ve tarih birbiri ile etkileşim içinde ve birbirine kaynaklık ederek var olmaktadır. Her anlamda bir kalkınma ve öz şuurun oluşması bu etkileşim olmadan gerçekleşmeyecektir. Tabii kişi kültüre karşı bir duruşu olsun veya olmasın bunun kişisel anlamda bir etkisi olur mu tartışılır ama kültür ve tarihsel geçmişin kişiye ve topluma katkısı tartışılmaz bir gerçekliktir.

İNSANA canlı olmasının dışında ona asıl değer atfeden önemli bir kaynak da bulunduğu toplumun kültürüdür. Kültür, insana sadece kendini tanımlaması adına değil aynı zamanda aidiyet hissi ile bulunduğu yerde bir duyguda, davranışta ve en önemlisi insana başka bir insanda kendisini ve çevresini tanıma kolaylığı vermektedir.

İnsan, dünya hayatına geldiği andan itibaren onun adına hazır bulunan hatta çoğu zaman hayatı anlamlandırma ve kolaylaştırma adına kuşatılmış bir takım değer, davranış ve düşünce şekilleri içinde bulur kendisini. İnsan, biricik olan bir canlı değildir. Her ne kadar kendine yetebilecek asgarî bir düzeyde hayatî şartları devam ettirecek düzeye sahip olsa da bu, insan olma gereksinimleri için yeterli değildir. İnsan, kendisini başka bir insanda ve hatta bulunduğu toplumda sosyalleşerek tanır, anlamlandırır ve kâinatta kendisine böyle bir yer edinir.  

Bu mânâda dünyaya geldiği toplumun izlerini taşımak ve bunu kuşaktan kuşağa aktarmak gerekir ki, insan, aktardığı değerleri akıl, mantık ve yöntem dâhilinde kendi nazarında faydalı faydasız ayrımında da bulunabilecek aklî donanımlarla yaratılmıştır. Bunu gerçekleştirecek olan insan da alelade değildir. Aksine bulunduğu medeniyete katkıda bulunan insan ya da toplumlardır. Yoksa öğrenilen her şeyin aktarılması zaten fıtrata uygun bir durum değildir.

Kişi benliğine kazandıracağı kültürel öğelerle kendisini bulunduğu yere ait hissederek o kültürün bir varlığı olacaktır. Yani kişi yer aldığı milletin algıladığı duygular, ortaya koyduğu düşünceler, uyguladığı davranışlar, gösterdiği beceriklilikler, ürettiği bilgiler, estetik değerler, şekillendirdiği sosyal yapılar, inandığı dinî, ahlâkî, hukukî, nihâyet kendi varlığı hakkında ulaştığı tarih şuuru gibi bütün bu unsurları ile o milletin zaman içinde yaşadığı ve yaşayacağı bir gerçekliğidir.

O zaman denilebilir ki insanın oluşturduğu toplum kültürü bir etkileşim hâlinde olarak insana ve topluma bir devinim kazandırmakta ve bu kültürel etkileşim aynı zamanda tarihsel geçmişe ve şuura kaynaklık etmektedir. 19. asırdan itibaren yaygınlaşmış, tarih, hanedanlar, yaşamış meşhur kişiler, savaşlar ve olaylar tarihinden daha çok medeniyetlerin veya kültürlerin tahliliyle ortaya çıkış ve çöküş sebeplerinin belirlenmesi ile ilgilenmeye başlamıştır. 

İnsanlığın bugün ulaşmış bulunduğu yeni anlayışa göre tarihin konusu, düşünceleriyle, zihniyetleriyle, yaşayış biçimleriyle, diğer insanlarla ve tabiatla olan ilişkileriyle, kısacası etkilendiği ve etkilediği her şeyle insandır. Bu sebeple tarihçilerin de ortak ifadesiyle insandan olan, insana bağlı olan ve insanı anlatan insanın mevcudiyetini, faaliyetini, zevklerini, varoluş biçimlerini ifade eden her şey tarihin kaynağını oluşturmaktadır. 

Sosyal bilimler arasında tarihin görevi, toplumlara nereden geldikleri ve nereye gitmekte oldukları şuurunu vermektir. Bu sebeple, tarih araştırmaları, kültür politikalarının oluşmasında ve toplum kalkınmasında son derece önemli bir role sahiptir. Bu araştırmaların sonuçları dâhilinde toplumlar kendisini hem anlamlandırma hem geçmişte ve gelecekte yer edinme çabasına somut bir bakış açısı ve söylem geliştirebilmektedir. 

Tarih öncesi zamanlarda tarihin bilinen zamanlarına geçiş, insanlığın her anlamda kalkınması açısından en önemli dönüm noktalarından birini ve hatta belki de başlıcasını teşkil etmektedir. Bu iki zaman arasındaki çizgi, insanlar yalnızca bugünde yaşamayı bırakıp, sürekli olarak hem kendi geçmişleri hem de kendi gelecekleriyle ilgilenmeye başladıkları zaman geçilmiştir. Tarih, geleneğin nesilden nesile aktarılması içinde oluşan bir ilerlemedir. Gelenek ise, geçmişin alışkanlık ve derslerinin, kazanılmış becerilerin geleceğe taşınmasıdır. Geçmişte olanlar, gelecek nesillerin faydası için kaydedilmeye başlanır. Tarihin esaslı fonksiyonlarından biri, geçmişte sahip olunan kültür değerlerinin yeniden anlamlandırılması sayesinde zenginleştirilmesi ve yaratıcılık yolunda yönlendirilmesidir.

Tarih, geçmişin ortak kültür mirasını bugüne aktarmakla birlikte, insanı geçmişin yükünden kurtarır. Zira kişi veya toplumun ne olduğunu, niçin ve nasıl böyle olduğunu izah eden bu mirasın şuuruna vardığı andan itibaren kendini o miras karşısında hür hissedebilmektedir; bir bakıma bu miras ile hayatın getirdiği birtakım bilinmezliklere karşı bir duruş ve düşünce sahibi de olabilmektedir.

Sonuç olarak insan, kültür ve tarih birbiri ile etkileşim içinde ve birbirine kaynaklık ederek var olmaktadır. Her anlamda bir kalkınma ve öz şuurun oluşması bu etkileşim olmadan gerçekleşmeyecektir. Tabii kişi kültüre karşı bir duruşu olsun veya olmasın bunun kişisel anlamda bir etkisi olur mu tartışılır ama kültür ve tarihsel geçmişin kişiye ve topluma katkısı tartışılmaz bir gerçekliktir.